Lise son sınıfta, insanlığa nasıl faydalı olurum diye kara kara düşünürdüm. Bu düşünceler, hiç eksilmeden çoğaldı elbette . Önce Türkiye'de milyonlarca gencin girdiği yola, üniversiteye adım atmak zorundaydım. Üniversite tercihinde bana en yakın gördüğüm seçeneklerden biri olarak İngilizce 'kimya'yı işaretledim. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nün Urla'nın Gülbahçe Köyü'ndeki kampüsünde deniz ve full+full doğa manzaralı:), bol yankılı bir sınıfta derse başladık. Introduction to General Chemistry. Ben bir yandan 'Benim burada ne işim var?' diye sorup, öte yandan korkumu bastırmak için Sn. Generalim diye dalga geçerken, Profesör Levent Hoca'nın sesi 9 kişilik sınıfta yankılanıyordu. Arkaya oturmanın bile mümkün olmadığı bir sınıftaydım...Dersin ortasında inek böğürtülerinin çınladığı, vahşi atların bayırdan aşağı koşuşturduğu, bukalemunların kolumda uyayacak kadar benimle arkadaş olduğu ve tabii ki deniz manzarasının göz alabildiğine coşturduğu bir mekan benim için üniversiteden çok daha fazlasıydı. Bunların gerçek olduğuna inanmayan çıkarsa, İYTE'nin ilk öğrencilerine sorabilirler. Aklım fikrim doğada, biz derste, sınavda, laboratuvardaydık. İşimin kimya olmayacağını, en az benim kadar her seferinde kendime zorla dert ortağı yaptığım Ahmet hoca da biliyordu. Ama yine de mezun oldum. Hatta fabrikaların arıtma sistemlerinde radyoaktif elementlerin giderilmesini sağlayan mezuniyet tezimi, Talal hoca makaleye bile dönüştürdü. Çünkü heyecanla çalışmıştım, çünkü deney yapmak çok keyifli ve killiydi (bknz montmorillonite).
Ancak üniversite sürecim, bana rasyonel ve analitik düşünmeyi, bilimadamı gibi araştırmacı ve meraklı olmayı, takım çalışmasını öğretti. Bu nedenle, aslında çok verimli bir şekilde iş yaşamıma geri döndü edindiğim bilgilerim.
Bu arada, üniversitedeyken beş yıl boyunca tiyatro ve yaklaşık üç yıl da modern dans
(modern dansözlük,bilen bilir:) ) da yaptım kurduğumuz
kulüplerde. Üniversiteden mezun olduğumda, Kentin
Oyuncuları (TMMOB İzmir Şubesi'nin sponsor olduğu) ile tanıştım ve bir
yandan gazetecilik yaparken üç yıl boyunca da, onlarla İzmir'in
köylerinde, Ankara'da, kısacası şehirlerin kıyıda kalmış semtlerinde,
deniz görmeyen çocukları tiyatro ile buluşturduk. 'Sokak tiyatrosu' değil, 'Sokakta Tiyatro' yaptık. Yani dev sahnemizi, en az 3-4 saatlik uğraşılarla sokaklara kurduk her seferinde soğuk, sıcak, yağmur demeden. Brecht (Adam Adamdır), Alfred Jarry (Übü) ve Karagöz - Hacivat ile tanıştırdık çocukları, bizi izlerken örgü ören anneleri, hevesli gençleri... Tüm bu dönem, ayrı bir yazı konusu olacak kadar keyifli ve anlamlıdır
benim için.
Üniversite sonrası, Universiade 2005, Gözlem Gazetesi, İstanbul ve Turkishtime...
Hiç hesapta yokken çevirmenlikle başladığım Gözlem Gazetesi, bana bir meslek kazandırdı. Hiç unutmuyorum, beni çevirmen olarak işe alan o zamanki yayın yönetmenim Dilek Gappi'nin zorlamasıyla ilk haberimi yazdığımda "Bu yazının spotu nerede?" diye adeta çığlık atışını. Benim de şaşkınlıktan kulaklarımın kızardığını... Gecelerce, bir haber nasıl yazılır, öğeleri nelerdir diye uğraştığımı...
Bu uğraşlarım sonunda anladım haberin de bir kimya işi olduğunu. Uygun elementler ve bileşikler doğru zamanlamayla birbirine eklenip, cümlelere ve en sonunda da habere dönüşüyordu. Arada katalizörler, tepkime sıcaklığı da haberin tadı tuzu oluyordu.
Gözlem'de önce çevirmenlik, sonra editörlük ve dış haberler sorumluluğu görevi aldım. 2.5 yıl sonra da, yani 2008 yılının başlarında gazetecilik mesleğinin ve iş olanaklarının İzmir'de sarpa saracağını görerek, İstanbul'a taşınmaya karar verdim. Gappi'ye bu kararımı söylediğimde, "İstanbul senin gibileri (benim gibi ne demekse, ben ki biraz Eşrefpaşalı, biraz Bodrumlu, biraz Giritli, biraz da Karşıyakalı, çokça da garip bir dünyalı işte!) yutar, gidersen başarısız olursun" yanıtını alacağımı hiç düşünmemiştim. İlahi!
Ben bu yazıyı yazarken, Turkishtime'da işe başlayalı 2.5 yıl olmuştu bile. (2011)
Sonrasında 1.5 yıl Stanton Chase'te kurumsal iletişim yöneticiliği yaptım.
Gazetecilikten sonra, kurum tarafı çok ilginçti ama, dolu dolu geçen bir süreçte bana pek çok yeni bakış açısı ve bilgi katan bir görev oldu.
Şimdi ise, kendi işimde gücümdeyim. Şirketler ve kişiler için özel iletişim danışmanlığı, basın bülteni yazımı, sosyal medya yönetimi ve kitap editörlüğü yapıyorum.
Hiç geveze olmayan birine göre oldukça fazla bahsettim kendimden.
Benden bu kadar yeter!
Geri kalan öyküleri haberlerimden okuyun! Bunlar Turkishtime dergisinin formatına göre hazırlanmış haberler elbette. Haberlerimin hepsini eklemem mümkün değil, yüzlerce var. Ama yıllar geçince üstünden onları okumak, bugünkü gündemle ve gelişmelerle karşılaştırmak epey ilginç olabilir diye paylaşmak istedim. Bir de sıkıcı iş görüşmelerinden önce, belki ismimi ve yaptıklarımı, stilimi 'guğgıllamak' isteyen birileri varsa diye, görüşme ve kendimi anlatma sürecimi kısaltmak için.
Güzel haberlerle kalın!
BaharOzz
(Bahar Öztop)
Linkedin: http://tr.linkedin.com/in/baharoztop
Twitter: @baharozz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Global 500 Türk - İkinci Araştırma
Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...

-
Avrupa’da, büyüklü küçüklü 10 bin operatör firmanın işlettiği toplam 3,7 milyon otomat var. Toplam cirolarının 26 milyar avro olduğu tahmin...
-
Üniversite öğrenimini tamamlayan genç yazılım mühendisleri, kendi işlerini sıfırdan kuruyor ve genç yaşta yabancıların da iştahını kabartan ...
-
Onlar, Türkiye’nin yaşadığı en sancılı ekonomik krizlerde yatırım yapmaktan korkmadı ve büyüme kararı aldı. Bu strateji onları kendi se...