1 Haz 2009

Global 500 Türk


Krizin eksik olmadığı Türkiye'de yetiştiler. Uluslararası şirketlerin,  dünyanın dört bir yanındaki ofislerinde artık onların sözü geçiyor. İşte Türk dostu şirketlerin, global yöneticileri.

Araştırma: Bahar Öztop
Turkishtime - Haziran 2009




Araştırmamın tamamını, dijimecmuadan okuyabilirsiniz.



http://www.dijimecmua.com/turkishtime/374/index/572601_global-500-turk-arastirma-bahar-oztop/

27 Oca 2009

REYTİNG ÖLÇÜMÜNÜ KİM YAPACAK?

AGB’nin 16 yıllık reyting ölçüm tekeli önümüzdeki yıl sona eriyor. Ancak tartışmalar sona erecekmiş gibi durmuyor. Bazı medya kuruluşları sistemden rahatsız, işin sahibi reklam verenler ise düzenin devamından yana…

Haber: Bahar Öztop, Turkishtime, Ocak 2009

Türkiye’de yaşayıp da bu kelimeyi hiç duymayan ya da anlamını bilmeyen televizyon seyircisi yok gibidir. Ancak, bu kelimenin aslında 3 milyar liralık bir yatırım mecrasının anahtar deliği olduğunu herkes bilmez. Son aylarda bir yandan ölçümlerin doğruluğu ve neden 16 yıldır aynı şirket tarafından yapıldığı, diğer yandan da ölçümleri yapan şirketi görevlendirme yetkisinin hangi kurumların elinde olması gerektiği tartışılıyor.
Aslında, reyting meselesi Türkiye için yeni bir gündem değil. Özel kanalların sayısının artmasıyla beraber, reklam verenler, TV kanalları, reklam ajansları ve medya şirketlerinin, tüm dünyada olduğu gibi reklam faaliyetlerini yürütebilecekleri ortak bir değerlendirme birimine ihtiyaç duymasıyla başlıyor tartışmalar. Bu amaçla, 1992 yılında Televizyon İzleme ve Araştırma Komitesi (TİAK) kuruluyor. Aynı yıl bir ölçümleme ihalesi açılıyor. İhaleye dünya genelinde bu ölçümleri yapan dört ana şirket katılıyor. AGB, TNS Piar, Nielsen ve GfK. İhaleyi 10 yıllığına AGB alıyor. O dönemde AGB’nin sonuçlarının hatalı olduğunu savunan Star TV’nin sahibi Cem Uzan, Nielsen şirketine yıllık 1 milyon dolar ödeyerek ayrı bir ölçümleme yaptırıyor. Ancak, sonuçlar AGB’ninkilere benzer çıkınca Uzan, Nielsen ile çalışmaktan vazgeçiyor.
Bugüne gelindiğinde ise yine reyting tartışmaları var. AGB’nin görev süresi 2010’da dolacak. Gerekli ihale ise 2009 yılı içinde açılacak. Fakat bu kez olayın tarafları ve boyutu daha karmaşık... Yine AGB ölçümlerinin güvenilirliğiyle ilgili ciddi eleştiriler var. TV kanalları ve yapımcılar, reyting ölçümlerinde çıkar amaçlı manipülasyon yapıldığını iddia ediyor. Eleştirenlerin başını, program yapımcılarının yanı sıra TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ve Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Zahid Akman çekiyor. Şahin, ağırlıklı izleyicisi Anadolu’da olan TRT’nin izlenirliğinin doğru ölçümlendirilmediğini, bu nedenle TRT’nin reklamverenlerin bütçelerinden gerekli payı alamadığını savunuyor. Durumun böyle devam etmesi halinde sistemden çekilecekleri uyarısında bulunan Şahin, dünya kupası finallerinde bile TRT’nin ilk 10 TV kanalı arasına girememesinin imkansız olacağını dile getiriyor. RTÜK Başkanı Akman da, Ege Bölgesi’nde ölçümlerde birinci çıkan yerel kanalın, aslında o dönemde kapalı olduğunu söyleyerek, ölçümlere güvenmediğini açıkça dile getiriyor. Akman ve Şahin, sonuçların Türkiye’nin genelini yansıtmadığı ve bu araştırmaları yapan kuruluşların TİAK değil de, RTÜK tarafından denetlenmesi konusunda hemfikir. Peki bu iddialar gerçeği yansıtıyor mu? Denetleme işi kimin elinde olmalı? İzleme ölçümleri ve araştırmaları dünyada nasıl yapılıyor? TİAK üyeleri kimler ve süreci nasıl yönetiyorlar?

Bir: Ölçümlemeyi özerk bir kurum yapmalı

Prof. Dr. Ali Atıf Bir
Tartışmada konuyu en net haliyle ortaya koyabilecek isimlerden biri hiç kuşkusuz 11 yıl boyunca TİAK’ta AGB’yi bilimsel olarak denetleme işini üstlenen Prof. Dr. Ali Atıf Bir. Sistem Türkiye’ye uygulanmaya başladığı günden itibaren içinde olan Bir’e göre konu yeterince araştırılmadan yazılıyor ve bunun nedeni de tartışmaların odak noktasında herkesin bildiği ama bir türlü dile getirmediği bir durum. Bir, bu tartışmaların esasen Başbakan Erdoğan ile Aydın Doğan arasındaki savaştan kaynaklandığını iddia ediyor. Erdoğan ölçümleme işinin denetlenmesinin ve lisansların dağıtılmasının RTÜK tarafından gerçekleştirilmesini istiyor. Bir’e göre, bu işin yönetimini ne TİAK ne de RTÜK yapmalı. Prof. Bir’in bu konudaki çözüm önerisi, acilen Televizyon Ölçümleme Kurulu’nun (TÖK) hayata geçirilmesi. Bir, bu fikrini şöyle açıklıyor: “Denetleme ve görevlendirme işini ‘özerk’ olarak yapacak bir kuruma ihtiyaç var. Rekabet Kurulu’na benzeri bir yapıda, acilen Televizyon Ölçümleme Kurulu (TÖK) adında, yasayla hazırlanmış özerk bir yapı oluşturulması gerekiyor. Yönetim asla özel sektörün elinde olmasın diyorum ben. Ayrıca RTÜK de özerk bir kurum değil, çünkü politika ve siyasetten çok etkilenen bir kurum. Dolayısıyla da hükümetler değiştikçe, modeli değiştirmek isteyenler olacaktır.”
16 yıldır reyting ölçümleriyle ilgili bütün verileri yakından takip ettiğini belirten deneyimli isim, Türkiye’nin örnekleme yönteminin değişik olduğunu ve AGB’nin yaptığı araştırmada esas sorunun örnekleme yönteminden kaynaklanabileceğini iddia ediyor.


ALİ ATIF BİR, REYTİNG ÖLÇME İŞİNİN NE TİAK NE DE RTÜK TARAFINDAN YAPILMASINI DOĞRU BULUYOR. GFK TÜRKİYE YÖNETİCİ ORTAĞI ORHUN, SEKTÖR SORUNLARINI KENDİ İÇİNDE ÇÖZECEĞİNİ BELİRTİP TİAK’IN YOLUNA DEVAM ETMESİ GEREKTİĞİNİ BELİRTİYOR. TİAK’IN GÖREVLENDİRDİĞİ AGB’NİN GENEL MÜDÜRÜ ARZU EDER İSE, BU KONUDA TARAFSIZ.

59 milyon kişi temsil ediliyor
AGB Nielsen Media Research Türkiye
 Genel Müdürü Arzu Eder
Peki AGB Nielsen’in örnekleme yöntemi nasıl?Araştırma, nüfusu 20 binin üzerindeki kentsel yerleşim bölgelerinde, TV ve telefonu bulunan 2 bin 500 haneye konulan people-meter denen reyting ölçüm cihazlarıyla gerçekleşiyor. Yani araştırmada yaklaşık olarak 10 bin denek var. TV izleme ölçüm araştırması, Türkiye’yi temsil niteliğine sahip 34 il ve 41 ilçeyi kapsıyor ve 5 yaş üzeri 59 milyon kişiyi temsil ediyor. Turkishtime’a açıklama yapan AGB Nielsen Media Research Türkiye Genel Müdürü Arzu Eder, panel büyüklüğünün, analiz edilmek istenen hedef kitlelerin özelliklerinin, reklam ve TV sektörünün bu araştırma için ne kadar bütçe ayıracakları ile ilgili olduğunu belirtiyor. Eder’e göre, çok daha küçük bir örneklem ile tüm ülkeyi temsil etmek de mümkün. Ancak küçük panellerde cinsiyet, yaş gibi kırılmalar bazında analiz gücü azalabilir. Genel müdür, örneklemin büyütülmesi, yaygınlaştırılması gibi konuların işin sahibi olan TİAK’ın talep ve finanse etmesiyle ilgili olduğunu belirtiyor.

Dünyada da TİAK’lar var
Eder’in verdiği bilgilerden TİAK’ın yetki alanı da net olarak anlaşılıyor. “Türkiye’de TV izleyici ölçümlemesi, TİAK tarafından görevlendirilen teknik komite ve TİAK denetçisi tarafından belirlenmiş teknik şartnameler çerçevesinde yapılıyor. Örneklem büyüklüğü, iller, temsil edilecek evren, panel kompozisyonunda kullanılacak temel değişkenler ve raporlama kriterlerini TİAK belirler” diyor. Ancak Eder, AGB Nielsen’in TV izlevici ölçümlemesi yaptığı tüm ülkelerde aynı sistemi uyguladığının da altını çiziyor. AGB bugün dünyada reklam harcamasının yüzde 75’inin gerçekleştiği 31 ülkede toplam 58 bin 835 hanede televizyon izleyici ölçümlemesi yapıyor. Eder, dünyada da TİAK benzeri kuruluşların olduğunu belirtiyor.
Eder’in verdiği bilgiye göre, bir ülkede TV izleme ölçüm araştırmalarının olgunlaşması ile birlikte o ülkede reklam sektörünün dinamikleri bir araya gelerek TV izleyici ölçüm araştırmalarının yapılacağı teknik şartnameyi belirlemek üzere JIC (Joint Industry Commitee) tabir edilen komite kuruluyor. Aynı Türkiye’de olduğu gibi reklamverenler, TV kanalları, reklam ajansları ve medya şirketlerinden oluşan bu komite sektörün kullanacağı TV izleme ölçüm araştırmalarının ne şekilde yapılması gerektiğini belirliyor.


Neden 16 yıldır AGB?
Genel Müdür Arzu Eder, AGB’nin 16 yıldır bu işi yürütmesinin ardında neden arayanlara da şöyle yanıt veriyor: “1992 yılındaki ihale 10 yıllığına kazanılmıştı. 2002’de ise yeni bir ihale açılmadı. AGB Nielsen dünyada bu işi yapan birkaç şirketten biri zaten. Ayrıca, etkinlik alanı sadece televizyon izleyici ölçümleri olan ve tüm enerjisi ve kaynaklarıyla sadece bu alanda yatırım yapan dünyadaki tek araştırma firması… Bu iş ciddi emek isteyen bir iştir; sürekli değişiklik yapmak sektöre yarar sağlamaz.”
Eder, 2009 yılında açılacak ihaleye katılacaklarının altını çizerek, “AGB Nielsen, işin ihale edilmesini kim üstlenir ya da denetlerse denetlesin, TV izleyici ölçümlemesini, güvenilir, bağımsız ve şeffaf bir şekilde tüm dünyada ve Türkiye’de başarıyla uygulayan şirket. Üstelik Türkiye’deki bunca yıllık tecrübemiz de çok değerli” diyor. Genel Müdür Eder’e, aynı anda birkaç şirketin araştırma ve raporlama yapması halinde, ortaya sağlıklı bir tablo çıkacağını” soruyoruz. Şöyle cevap veriyor: “Televizyon izleyici ölçümlemesinin amacı, TV kanalları, reklamverenler ve medya planlama şirketlerine reklam faaliyetlerini yürütebilecekleri ortak bir değerlendirme birimi sağlamak. Bu birim, aynı para birimi gibi, her ülkede tek olduğunda sağlıklı bir tablo ortaya çıkar ve birimin sayısı artınca yalnızca karmaşa oluşur.”

İhale için şirketlere davet gitmesi gerekiyor

Peki olayın diğer cephesinde durum nasıl? 1934 yılından beri pazar araştırmaları hizmeti sunan Almanya’nın en büyük, dünyanın 4’ncü büyük araştırma grubu GFK ve dünya genelinde 70’ten fazla ülkede 9 farklı sektörde araştırmalarını sürdüren TNS Piar gerçekten haksızlığa uğradı mı? Burada hemen bir parantez açmak gerekiyor. TNS Piar, 1997 yılından bu yana Basın İzleme ve Araştırma Komitesi’nin yetkilendirmesiyle “Türkiye Basın Okurluk” araştırmasını gerçekleştiriyor. TNS Piar’dan reyting tartışmaları üzerine yapılan basın açıklamasında, “İhale açılmasına karar verilen durumlarda, araştırma şirketleri, ihalelere davet edilmeleri durumunda öncelikle, mevcut altyapı ve finansal donanımlarını gözden geçirerek, ihale şartnamesinde talep edilen koşulları yerine getirip getiremeyeceklerini değerlendirip, bu çerçevede teklif verip vermeyeceklerine karar verirler” deniliyordu. Yani TNS Piar, TİAK’ın yeni bir ihale açması halinde bir değerlendirme sürecine girip, ihaleye katılıp katılmayacağı konusunda karar verecek. Araştırma şirketleri, ancak ihale şartnamesi kendilerine gönderildiği takdirde ihaleye katılım sürecini başlatabiliyor.

Minimum 3 ay hazırlanma süresi gerekiyor

GFK Türkiye yönetici ortağı Ali Levent Orhun
GFK Türkiye yönetici ortağı Ali Levent Orhun, 1992’deki ihale süreci ve koşulları açısından bir sorun yaşanmadığını, bu kararın ve 2002’de ihale açılmamasının komitenin takdir hakkı olduğunu belirtiyor. GFK, Avrupa’da TV izleme ölçümleri konusunda 16 ülkede 18 binden fazla hanede telecontrol sistemini uyguluyor. Kuzey Amerika ile birlikte 30’dan fazla ülkede medya araştırma hizmeti veriyor. Orhun, 2009’da açılacak ihaleye katılacaklarını söyleyerek, “Bizim en önemli beklentimiz ihale üzerinde çalışabileceğimiz yeterli zamanın bize tanınmasıdır. Bu süreyi de minimum 3 ay olarak öngörüyoruz” diyor.
ürkiye’nin, araştırma uygulamaları bakımından dünya ile aynı seviyede olduğunu kaydeden Orhun, dünyada kullanılan en ileri teknoloji, araştırma teknikleri ve analiz sistemlerinin Türkiye’de de yaygın olarak kullanıldığını ifade ediyor.

Bu mesele özel sektörün konusu
Peki, RTÜK’ün reyting yasasına eklenmesi planlanan bir maddeyle TİAK yerine yetkilendirilmesini nasıl değerlendiriyor GFK? Orhun, “Bu işin RTÜK’e verilmesini doğru bulmuyoruz. Bu mesele özel sektörün konusudur ve TV izleme araştırmaları denetleme amacıyla yapılmıyor. Araştırma sektörünün ne bu ölçümlemede, ne de diğer ölçümlemelerde kamu denetimine girmesini doğru bulmuyoruz. Dünyada da örneği yoktur. RTÜK sosyal ve medya araştırmalarını kendi bütçesinden yine araştırma sektöründen destek alarak gerçekleştirebilir. Örneğin araştırma dünyasında farklı mecraları tek denekle (single source) yüksek sayıda örnekleme giderek ölçen, kırsal bölgeleri de içine alacak şekilde araştırma uygulamaları yapılmakta. RTÜK radyo ve TV ile ilgili kamuya hizmet edecek, farklı mecra ve hedef kitleleri içeren araştırmaları planlama ve gerçekleştirme özgürlüğüne sahip” diyor.
Orhun’a göre, serbest piyasa koşulları geçerli olduğu sürece piyasa kendi sorunlarını dış müdahaleler olmaksızın çözme yeteneğine sahip.



Çolakoğlu sert çıkıyor


TİAK üyesi ve Doğan Holding yayın danışmanı Nuri Çolakoğlu, reyting meselesinin Türkiye’de saçma sapan bir kavga dövüşü haline getirildiğini söylüyor ve sert çıkıyor: “ Bu güzellik yarışması ya da sosyolojik bir araştırma değil. Bu çok düz ve basit bir şekilde reklam verenlerin-ki bu sektörün bütün parasını ödeyenler onlar- kaç kişiye ulaştıkları, satışlarını yahut hizmetlerini reklamların nasıl etkilediğini görmek için yaptırdıkları bir araştırma. Bunun daha karmaşık, daha sinsi ya da çetrefilli bir hali yok. Olay bu kadar basit. Bu RTÜK’ün karışacağı bir şey değil.”
Çolakoğlu’nun ölçümün doğru yapılmadığı iddialara da tepkisi var: “Bu ölçümün doğru olmadığını söylemek en hafif tabiriyle ahmaklık. Sen bunun doğru yapılmadığını savunduğun zaman bu iş için Türkiye’de 3 milyar dolar, dünyada bu iş için 500 milyar dolar harcayan reklam verenlerin paralarını nereye harcadıklarını bilmeyen salaklar olduğunu iddia ediyorsun. Sapmalar elbette her türlü araştırmada olur. Ama istatistik bilimi zaten bir bütünü temsil etmek üzere, bunun belli orandaki bir parçasının alınıp buradan yola çıkılmasıdır.”

Sistemin bir sorunu varsa da, bunu kendi içinde düzelteceğini belirten Çolakoğlu, buna karşın sistemin baştan aşağı ele alınmasını gerektiren bir durumu olduğunu da vurguluyor. Çolakoğlu’na göre, bu durumun saçma sapan tartışma konusu yapılmasının tek bir sebebi var: “Doğru düzgün televizyon programı yapmasını bilmeyenler yeterli izleyici sayısına ulaşamadıkları için reklamdan yeterli payı alamıyorlar.”


TESCİL ÇOK, MARKA YOK!


Türk Patent Enstitüsü’ne 2007’de toplam 72 bin 633 marka başvurusu yapıldı. Türkiye marka başvurusu sıralamasında ilk 10’da ama dünya ölçeğinde Türk markaları hala yok.


Haber: Bahar Öztop, Turkishtime, Ocak 2009

Bir alana bir bedava! Üç ay boyunca yüzde 50 indirim! İsteyene hazırı var! Yanlış anlamayın. Bu reklam kampanyaları ne bir hipermarkete, ne bir teknoloji mağazasına, ne de bir giyim firmasına ait. Bunlar, Türkiye’deki marka-patent tescil firmalarının internet ortamında kullandıkları reklam sloganları.
Küreselleşmenin ve dolayısıyla erişebilirliğin artmasıyla birlikte tüketimin giderek önemli kıldığı bir değere dönüşüyor markalaşma. Türkiye de bu dönüşüm sürecine hızlı adapte olan ülkelerden… Marka başvuru sayısı ve çeşidiyle birlikte, marka tescil şirketlerinin sayısı ve dolayısıyla da kampanyaları her geçen gün artıyor. 100 liradan başlayan fiyatlar ve taksit seçenekleriyle, indirimlerle ve hatta internet üzerinden yapılan başvurularla bir marka sahibi olabilmek mümkün artık ülkemizde.
Türk Patent Enstitüsü’nün (TPE) verilerine göre, 2007’de Türkiye’den yapılan başvuru sayısı 58 bin 713. Yurtdışı adresli şirketlerin başvuru sayılarıyla birlikte bu rakam 72 bin 633’ü buluyor. Bu verilerle Türkiye, WIPO-Dünya Fikri Haklar Örgütü’nün yayımladığı marka tescili sayısı bakımından ilk ona giriyor.
Peki ama markalaşma bunun neresinde? Bir yılda marka başvurusu yapılıp tescili alınan kaç marka, gerçekten değer kazanarak üretim ve tüketim zinciri içinde yer bulabiliyor?

Markalaşma yatırımı düşük
Bu soruyu yanıtlayabilmek için markalaşmanın temel gereksinimi olan reklam yatırımlarına bakmak gerekiyor. Çünkü gözle görülür bir markayı yaratma sürecinde reklam mecrasıyla işbirliği kaçınılmaz. Türkiye’de sadece 2007’de 58 bin 713 başvuru yapıldığını ve daha önceki yıllara ait başvuruları da kapsayan 40 bin 757 markanın tescil edildiğini düşündüğümüzde, dev bir reklam yatırım pastası da ortaya çıkmış olmalı. Ancak, reklam yatırımlarına baktığımızda yılda ortalama yüzde 20 artış olduğu görülse de, yatırım miktarları bu oranı karşılayacak büyüklükte değil. 2007’de 3,3 milyar lira olan reklam yatırımının, 2008 yılını 4 milyar lirayı bularak kapatacağı öngörülüyor. Bu bütçeye bakıldığında da, reklam pastasının büyük bir bölümünü gıda, banka, kuyum, GSM operatörleri gibi zaten var olan markaların oluşturduğunu görüyoruz.
Adres Patent Genel Müdürü Ali Çavuşoğlu
Adres Patent Genel Müdürü Ali Çavuşoğlu, Türkiye’de markalaşma denen kavramın yüzde 80’lere varan oranda sadece tescil aşamasında kaldığını, markaya kurumsal kimlik kazandırma oranının ise çok düşük olduğunu söylüyor.
Patentofisim yetkilisi Soner Paker de, müvekkillerin bazılarının tescilli markalarını hemen kullanmak yerine, daha sonraki projelerinde kullanmak üzere saklı tutabildiklerini ya da marka sahiplerinin daha marka tescil aşamasındayken ticari faaliyetlerini sona erdirdiklerini belirtiyor. Paker, bu nedenle tescilli olan markaların bir kısmının hiç kullanılmadığına, bir kısmının da ileride kullanılmak üzere bekletildiğini söylüyor. Paker’e göre, Türkiye’de sınai mülkiyet konusunda marka tescilinin öneminin ancak 5 yıl önce anlaşılması, bugün marka başvurularının sayısının fazla olmasında önemli bir etken. Yeni başvuruların bu kadar yüksek olmasının nedenlerinden biri de firmaların birçoğunun yıllardır kullandığı markalarını yeni tescil ettiriyor olmaları.
Peki tescili yapılan bu markaların ne kadarı ete kemiğe bürünüp, piyasada tüketici ile buluşabilecek aşamaya gelebiliyor? 


Türkiye’de 4 veya 4’ten fazla markaya sahip firma sayısı yaklaşık 20 bin. Bu 20 bin firmanın marka sayısı ise 150 bin civarında. Asıl önemli olan hiç marka tescili yaptırmamış 900 bin firmanın en az 1 markaya sahip olmasını sağlamak.


Çavuşoğlu, Türkiye’de 2008 yılı sonuna kadar tescil başvurusu yapılan yerli marka sayısının yaklaşık 450 bin civarında olduğunu, ancak bu başvuruların yüzde 40‘a yakın bölümünün ya reddedildiğini ya da tescil kararı verilmesine rağmen takipsizlikten dolayı işlemden kaldırıldığını dile getiriyor. Yani, bu durumda gerçek anlamda tescil edilen marka sayısı yaklaşık 250 bin. Tescil edilen markaların birçoğunun alt marka olduğunu söyleyen Çavuşoğlu, bu markaların yüzde 90’a yakınının reklam gücü olmayan firmalara ait olduğu için, markaların kullanılmadığı düşünülse de bu markaların ürünleri piyasada tüketiciyle buluşuyor.

900 bin tescilsiz firma var
Çavuşoğlu’nun dikkat çektiği bir başka durum da, Türkiye’nin marka başvurusunda dünyada ilk 10’da olmasına rağmen, hala hiç marka tescili yaptırmamış firma sayısının yaklaşık 900 bin civarında olması. Marka başvurularının pek çoğunun aynı firmalar tarafından yapıldığının altını çizen Çavuşoğlu, şu ilginç tespiti yapıyor: “Türkiye’de 4 veya 4’ten fazla markaya sahip firma sayısı yaklaşık 20 bin. Bu 20 bin firmanın marka sayısı ise 150 bin civarında. Yani pareto yasası burada da geçerli olmuş. Asıl önemli olan hiç marka tescili yaptırmamış 900 bin firmanın en az 1 markaya sahip olmasını sağlamak.”
TPE’nin verilerini incelediğimizde markalaşmanın destekleyicisi diğer öğelerde de eksikler olduğunu görüyoruz. Türkiye’de patent ve tasarım başvuru ve tescil sayısı, marka başvurularından çok çok daha az. 2007 yılında yerli patent başvuru sayısı bin 838 iken, endüstriyel tasarım başvurusu 29 bin 109. Bu da Türkiye’de markalaşma oranının düşüklüğüne dair ciddi bir kanıt aslında.
Çavuşoğlu, markalaşmanın sadece ürünü tescil ettirmek anlamına gelmediğini, aynı zamanda ürüne farklılık katmak, tasarımda yenilikler yapmak, tüketiciye hitap eden reklamlar, sosyal sorumluluk projelerinin gerçekleşmesiyle birlikte mümkün olabileceğini söylüyor.


Patentofisim.com Yetkilisi Soner Paker


Patentofisim.com web portalı ile patent konusunda online hizmet verebilen tek kurum olduklarını belirten Soner Paker, markalaşma yolunda ilk adım olan tescil işleminden sonra öncelikle markanın izlenmesi ve benzerlerinden korunması gerektiğine dikkat çekiyor. Paker, bunun sonrasında reklam, tanıtım ve pazarlama faaliyetlerine ağırlık verilmesinin şart olduğunu kaydediyor.



INFO
Tescil başvurusu yapmak yeterli değil
Adres Patent Genel Müdürü Çavuşoğlu’nun marka başvuruları yapacak kişi ya da kurumlara bir de uyarısı var. Çavuşoğlu, bazı firmaların tescil kuruluşlarına gelmeden kendilerinin tescil başvurusu yaptığını, ancak marka vekili olmadan yapılan başvuruların birçoğunda firmaların haklarını eksik aldıklarını belirtiyor. Çavuşoğlu, marka tescilinin sadece bir dilekçeyi doldurup Türk Patent Enstitüsü’ne göndermekten ibaret olmadığına ve pek çok spesifik konuyu barındırdığına da dikkat çekiyor.




KÜLTÜR BAHANE YATIRIM ŞAHANE









İstanbul’u 2010 yılında Avrupa Kültür Başkentliği’ne hazırlamak için bu yıl 805 milyon lira yatırım yapılacak. Hemen çoğunu kamunun sağladığı bu miktarın yüzde 70’i kentsel dönüşüm ve dört yeni kültür merkezinin yapımına harcanacak.

Haber. Bahar Öztop, Turkishtime, Ocak 2009


Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üzerindeki Atlas Pasajı’nın Kültür Bakanlığı’na ait saray bölümü… Duvarları varaklı kabartmalı aslan başlarıyla bezeli, kırmızı halılarla kaplı basamaklardan yukarı doğru tırmanırken, İstanbul’un tarihi atmosferi bir kez daha büyülüyor insanı. Yüksek tavanlarında zamanı kaybedebileceğiniz bu tarihi mekânda, zamanla yarışan heyecanlı bir ekip karşılıyor bizi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla 2007 yılında kurulan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın kalbi burada atıyor.

Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Çolakoğlu
İstanbul’u görücüye çıkacak bir gelin misali hazırlayan projeler için, her odada bir toplantı yapılıyor. 100 kişilik bu dinamik ekibin başında ise deneyimli isim Nuri M. Çolakoğlu var. Sanki, onun enerjisi tüm çalışanlara yansıyor. 2000’li yılların başında sivil toplum gönüllülerinin hareketi olarak başlayan bu projenin, merkezi ve yerel yönetimlerden de destek alarak, 2006’da resmen Avrupa Kültür Başkenti (AKB) ilan edilen İstanbul’a hayat verecek bir fırsat olduğunun farkında herkes.
İstanbul 2010 AKB, çok boyutlu ve pek çok katmanı birarada barındıran bir proje. Bu projeyle, kentin kültür-sanat altyapısının geliştirilmesi, daha geniş kitlelerinin sanatla buluşması, sanatçıların üretim imkânlarının iyileştirilmesi ve dünyaya açılmalarını sağlayacak projelerin hayata geçirilmesinin yanı sıra kentsel uygulamalarla İstanbul’un çehresinin yenilenmesi hedeflerin başında geliyor. Yapılacak restorasyon ve renovasyon çalışmalarıyla bir yanda kültürel mirasın korunması ve geleceğe taşınması sağlanırken, diğer yanda da İstanbul’un doğru kanallarla dünyaya anlatılması sağlanacak. Ajans’ın Yürütme Kurulu Başkanı Çolakoğlu, heyecanla kalan bir yıllık sürede Avrupa’ya unutulmaz bir Avrupa kültür yılı yaşatmak için kolları sıvadıklarını anlatıyor. Dile kolay 2010’da İstanbul’a 10 milyonun üzerinde ziyaretçinin gelmesi bekleniyor.

İSTANBUL AKB BÜTÇESİNE SPONSORLARDAN BUGÜNE KADAR ANCAK 400 BİN EURO TOPLANABİLDİ, AVRUPA BİRLİĞİ İSE 1,5 MİLYON EURO VERECEK. ANCAK 2009 YILINDAKİ 805 MİLYON LİRALIK BÜTÇEDE BUNLAR ÇOK DÜŞÜK MİKTARLAR.



‘İstanbul’un gereksinimleri oldukça fazlayken, bu projeyi uygulamada geç kalmadık mı?’ diye soruyoruz. Çolakoğlu, öncelikle İstanbul’un Avrupa Birliği ülkesi olsaydı, sekizinci büyük ülke olabilecek bir şehir olduğunu vurguluyor. Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmında temel altyapı yatırımlarının zaten hazır olduğunu söyleyen Çolakoğlu, “Ek olarak Liverpool’da olduğu gibi dev bir konser salonu veya Linz’deki müzelerine bir kanat daha ekliyorlar. İstanbul böyle değil. Restore etmek üzere Atatürk Kültür Merkezi’ni (AKM) kapattık. İstanbul’da opera oynayacak, konser verilecek yer kalmadı. İstanbul, 15 milyonluk bir nüfusa yakışacak bir alt yapısı olmayan bir şehir. O nedenle İstanbul’da yapılması gereken çok daha fazla iş var” diyor. Hükümetin de bu durumu İstanbul’u hak ettiği konuma ulaştırmak için vesile saydığını, İstanbul AKB’nin ihale kanununa tabi olmadığı için bürokratik formaliteleri kolayca aşarak, hızlı şekilde yol alabildiklerini de sözlerine ekliyor Çolakoğlu.

Çalışmaların, organizasyon, kaynak yaratma ve planlama aşamaları gibi en zorlu tarafları tamamlanmış. Halihazırda yürütülen pek çok kültürel aktivite ve restorasyon çalışması var. Ancak, Çolakoğlu’nun da belirttiği gibi 2009’da yapılacak çok iş var. Bu yılın bütçesinin kullanımına ilişkin yeni restorasyon ihalelerinin açılması, kaynakların geliştirilmesi, sanat ve kültüre ilişkin katılımcı başvurularının değerlendirilmesi ve reklam çalışmaları gibi alanlarda alt komiteleri yoğun bir çalışma süreci bekliyor.

Bakanlık bütçesi kadar büyük
Çolakoğlu’nun verdiği bilgiye göre, 2009 yılı için koordinasyon kurulu tarafından onaylanan toplam bütçe 805 milyon lira. Bu bütçenin bir bakanlık bütçesi kadar büyük bir meblağ olduğuna işaret eden Çolakoğlu, İstanbul’un diğer AKB projeleri içinde bütçesi en büyük ve en çok yatırım yapılacak şehirlerden biri olduğunu vurguluyor.
Bütçe, hükümetten, yerel yönetimlerden, sponsorlardan ve Avrupa Birliği (AB)’den gelen maddi desteklerden oluşuyor. Toplam bütçenin yüzde 70’i, yani yaklaşık 564 milyon lirası İstanbul’un en çok ihtiyaç duyduğu yatırımlar olan restorasyon, renovasyon ve yeni kültür altyapılarının oluşturulması, kentsel uygulamalar ve kültürel mirasın korunması için ayrılacak. Bütçenin yüzde 20’si anlamına gelen 161 milyon lira kültür sanat ve diğer etkinlikler için, geri kalan yüzde 10’u ise tanıtım faaliyetleri için kullanılacak. Yani özetle, İstanbul 2010 AKB projesi 2009’da, ekonomik kriz ortamında başta inşaat olmak üzere, pek çok iş imkânı da vaat ediyor.
Genel Sekreter Eyüp Özgüç, AB’nin projeye 1,5 milyon Euro maddi destekte bulunacağını, ancak, 2010 yılında kullanılabilecek bu tutarın, toplam bütçe göz önünde bulundurulduğunda oldukça küçük bir rakam olduğunu belirtiyor.

İstanbul’a dört yeni kültür merkezi
Proje kapsamında farklı alanlarda yüzlerce proje gerçekleştiriliyor. Bütçeden 564 milyon lira ayrılan bu projeler sayesinde İstanbul’un, bugüne kadar farklı nedenlerden geciktirilmiş ya da tamamlanmamış olan pek çok kentsel projeyi kazanacağını belirtiyor Genel Sekreter Özgüç. Projede, kente kazandırılacak dört yeni mekân ve kentsel uygulama da dikkat çekiyor. Yapımına 1995 yılında başlanan ve 2010’da tamamlanacak olan Ayazağa Kültür Merkezi, 2. bin 500 kişilik konser salonu, 950 kişilik çok amaçlı salonu ve 450 kişilik toplantı odaları ve sinema salonlarıyla, Türkiye’nin en büyük kültür merkezi olacak.
250 yıldan fazla bir geçmişi olan Rami Kışlası, halk kütüphanesi ve kültür merkezi olarak geliştirilecek. Beyoğlu’nda Agop Köçeyan tarafından 19. yüzyılın ortalarında kışlık ikâmetgah olarak yaptırılan bina yeniden orijinal ihtişamına kavuşturulacak. Geçmişten bu yana Avrupa ülkelerinin kültür kurumlarının da yer aldığı, İstanbul kültür hayatının merkezi olan bu tarihi bina 2010’dan sonra da kültür merkezi olarak kullanılacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen Haliç’teki tarihi mezbahanın konferans ve performans merkezine dönüştürülmesi de İstanbul’a ilginç bir merkez kazandıracak. 73 bin metrekarelik merkez tamamlandığında, konser salonları, sergi alanları, sinema salonları, tiyatro, otopark, dükkânlar ve kongre salonlarıyla hizmet verecek. Projedeki rehabilitasyon çalışmaları kapsamında Topkapı Sarayı Müzesi'nin dünya standartlarında bir ‘evrensel müze’ niteliği kazanabilmesi için Matbah-ı Amire restorasyonu ve Saray'ın en değerli koleksiyonlarını oluşturan Çin ve Japon porselenlerinin muhafaza edildiği depoların rehabilitasyonu da yapılacak.

AKM ihaleyi bekliyor
Çolakoğlu, “İstanbul 2010’u varılacak bir nokta olarak değil, bir süreç olarak görüyoruz. Dolayısıyla bizim için önemli olan, 2010 sonrasına bırakacağımız kalıcı uygulamalar” diyor. Çolakoğlu, Yenikapı Theodosius Limanı projesi ve AKM yenileme çalışmalarına da dikkat çekiyor. Yenikapı kazılarında ortaya çıkan jeo-arkeolojik bulgular, limanlar, gemiler, eşyalar, fosillerin sergileneceği bir Kent Arkeolojisi Müzesi ve Arkeolojik Park olarak düzenlenecek. Türkiye’nin en gelişmiş gösteri sanatları mekanlarından olan, restorasyon maliyetleri 60 milyon lirayı bulacağı gerekçesiyle yıkılmak istenen, ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İstanbul 2010 AKB Ajansı’na devredilen Taksim meydanındaki AKM de proje sayesinde hayata dönme şansına sahip olacak. Çolakoğlu, AKM projesinin son halini aldığını, kesin proje bedelinin ihale açılırken ortaya çıkacağını söylüyor ve ekliyor: “Önemli olan bu kentin en önemli kültür sanat yapısının günün ihtiyaçların en iyi şekilde karşılayacak biçimde yenilenmesi. Ve bir otuz kırk yıl daha hizmet verebilmesi.”
İstanbul 2010 AKB Ajans Genel Sekreteri Eyüp Özgüç
Çolakoğlu, İstanbul’un son 20 yılda kültür-sanat alanında önemli mesafeler kat ettiğini vurguluyor. Projenin hem Türk halkıyla, hem de Avrupalılarla buluşması hedefini gözettiklerinin altını çizen Ajans Başkanı, “İstanbul 2010 AKB projesi kültürü ve sanatı bir kaldıraç gibi kullanarak, İstanbulluların vizyonlarını genişletecek ve yaşamlarını zenginleştirecek. İnsan kaynaklarını ve maddi kaynakları kültür ve sanata yönlendirerek, kentine sahip çıkan kentliler yaratacak” diyor.
İstanbul 2010 AKB Ajans Genel Sekreteri Eyüp Özgüç, proje kapsamında yapılacak işlerin mimari, estetik ve kültürel boyutunu dikkate alarak, işi yapmaya talip olanların birikim ve deneyimlerini göz önünde tutarak, tarihi yapıların renovasyon, aydınlatma, turizme yönelik tarihi fonksiyonların geliştirilmesi gibi objektif kriterlere göre, ihaleler açacaklarını söylüyor. İhalelerin ardından da, alım-satım ihale yönetmeliğinde yer alan prosedürler çerçevesinde, uygun kriterleri sağlayan ve belli yeterliliklere sahip firmalarla çalışacaklarını belirten Özgüç, “Özetle bu süreç, son derece şeffaf ve objektif olacak” diyor.

INFO
Sponsorlara vergi muafiyeti
Nuri Çolakoğlu, projede en önemli unsurlardan birinin sponsorluklar olduğunu belirtiyor. Proje çalışmalarına, halihazırda ‘öncü ortak’ ve ‘sponsor’ olarak destek olan kuruluşlar var. Borusan Holding, Enka Grubu, Kadir Has Vakfı, Pekin&Pekin ve Soyak Holding projenin kurumsal ortakları. Çırağan Kempsinki İstanbul ve Microsoft ise çözüm ortakları olarak projedeki yerlerini aldı. Hilton Grubu, Ritz Carlton İstanbul, Vestel, Divan, Kayra ve Yeni Rakı gibi çeşitli etkinliklerde sponsorluk desteği vermiş kurum ve markalar da var. İki yıl boyunca bu sponsorların oluşturduğu toplam bütçe, 400 bin liraya ulaşmış. Çolakoğlu, kriz ve belirsizlikler nedeniyle belirli bir yavaşlama görülse de projede yer almanın önemine mutabık olan birçok firmayla görüşmelerinin olumlu yönde devam ettiğini belirtiyor.
Ayrıca Çolakoğlu, sponsor olacak şirketler için vergi muafiyeti olduğunu bir kez daha anımsatıyor. 5766 sayılı kanuna eklenen 74’ncü madde ile, İstanbul 2010 AKB’ye, kurumlar vergisi mükelleflerince makbuz karşılığında yapılan her türlü ayni ve nakdi bağış ve yardımlarla, sponsorluk harcamalarının tamamı, kurumlar vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek üzere gider olarak gösterilebiliyor.


Global 500 Türk - İkinci Araştırma

Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...