1 Haz 2009
Global 500 Türk
Krizin eksik olmadığı Türkiye'de yetiştiler. Uluslararası şirketlerin, dünyanın dört bir yanındaki ofislerinde artık onların sözü geçiyor. İşte Türk dostu şirketlerin, global yöneticileri.
Araştırma: Bahar Öztop
Turkishtime - Haziran 2009
Araştırmamın tamamını, dijimecmuadan okuyabilirsiniz.
http://www.dijimecmua.com/turkishtime/374/index/572601_global-500-turk-arastirma-bahar-oztop/
27 Oca 2009
REYTİNG ÖLÇÜMÜNÜ KİM YAPACAK?
AGB’nin
16 yıllık reyting ölçüm tekeli önümüzdeki yıl sona eriyor.
Ancak tartışmalar sona erecekmiş gibi durmuyor. Bazı medya
kuruluşları sistemden rahatsız, işin sahibi reklam verenler ise
düzenin devamından yana…
TİAK
üyesi ve Doğan Holding yayın danışmanı Nuri Çolakoğlu,
reyting meselesinin Türkiye’de saçma sapan bir kavga dövüşü
haline getirildiğini söylüyor ve sert çıkıyor: “ Bu güzellik
yarışması ya da sosyolojik bir araştırma değil. Bu çok düz ve
basit bir şekilde reklam verenlerin-ki bu sektörün bütün
parasını ödeyenler onlar- kaç kişiye ulaştıkları, satışlarını
yahut hizmetlerini reklamların nasıl etkilediğini görmek için
yaptırdıkları bir araştırma. Bunun daha karmaşık, daha sinsi
ya da çetrefilli bir hali yok. Olay bu kadar basit. Bu RTÜK’ün
karışacağı bir şey değil.”
Haber: Bahar Öztop, Turkishtime, Ocak 2009
Türkiye’de
yaşayıp da bu kelimeyi hiç duymayan ya da anlamını bilmeyen
televizyon seyircisi yok gibidir. Ancak, bu kelimenin aslında 3
milyar liralık bir yatırım mecrasının anahtar deliği olduğunu
herkes bilmez. Son aylarda bir yandan ölçümlerin doğruluğu ve
neden 16 yıldır aynı şirket tarafından yapıldığı, diğer
yandan da ölçümleri yapan şirketi görevlendirme yetkisinin hangi
kurumların elinde olması gerektiği tartışılıyor.
Aslında,
reyting meselesi Türkiye için yeni bir gündem değil. Özel
kanalların sayısının artmasıyla beraber, reklam verenler, TV
kanalları, reklam ajansları ve medya şirketlerinin, tüm dünyada
olduğu gibi reklam faaliyetlerini yürütebilecekleri ortak bir
değerlendirme birimine ihtiyaç duymasıyla başlıyor tartışmalar.
Bu amaçla, 1992 yılında Televizyon İzleme ve Araştırma Komitesi
(TİAK) kuruluyor. Aynı yıl bir ölçümleme ihalesi açılıyor.
İhaleye dünya genelinde bu ölçümleri yapan dört ana şirket
katılıyor. AGB, TNS Piar, Nielsen ve GfK. İhaleyi 10 yıllığına
AGB alıyor. O dönemde AGB’nin sonuçlarının hatalı olduğunu
savunan Star TV’nin sahibi Cem Uzan, Nielsen şirketine yıllık 1
milyon dolar ödeyerek ayrı bir ölçümleme yaptırıyor. Ancak,
sonuçlar AGB’ninkilere benzer çıkınca Uzan, Nielsen ile
çalışmaktan vazgeçiyor.
Bugüne
gelindiğinde ise yine reyting tartışmaları var. AGB’nin görev
süresi 2010’da dolacak. Gerekli ihale ise 2009 yılı içinde
açılacak. Fakat bu kez olayın tarafları ve boyutu daha
karmaşık... Yine AGB ölçümlerinin güvenilirliğiyle ilgili
ciddi eleştiriler var. TV kanalları ve yapımcılar, reyting
ölçümlerinde çıkar amaçlı manipülasyon yapıldığını iddia
ediyor. Eleştirenlerin başını, program yapımcılarının yanı
sıra TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ve Radyo Televizyon Üst
Kurulu (RTÜK) Başkanı Zahid Akman çekiyor. Şahin, ağırlıklı
izleyicisi Anadolu’da olan TRT’nin izlenirliğinin doğru
ölçümlendirilmediğini, bu nedenle TRT’nin reklamverenlerin
bütçelerinden gerekli payı alamadığını savunuyor. Durumun
böyle devam etmesi halinde sistemden çekilecekleri uyarısında
bulunan Şahin, dünya kupası finallerinde bile TRT’nin ilk 10 TV
kanalı arasına girememesinin imkansız olacağını dile getiriyor.
RTÜK Başkanı Akman da, Ege Bölgesi’nde ölçümlerde birinci
çıkan yerel kanalın, aslında o dönemde kapalı olduğunu
söyleyerek, ölçümlere güvenmediğini açıkça dile getiriyor.
Akman ve Şahin, sonuçların Türkiye’nin genelini yansıtmadığı
ve bu araştırmaları yapan kuruluşların TİAK değil de, RTÜK
tarafından denetlenmesi konusunda hemfikir. Peki bu iddialar gerçeği
yansıtıyor mu? Denetleme işi kimin elinde olmalı? İzleme
ölçümleri ve araştırmaları dünyada nasıl yapılıyor? TİAK
üyeleri kimler ve süreci nasıl yönetiyorlar?
Bir:
Ölçümlemeyi özerk bir kurum yapmalı
![]() |
Prof. Dr. Ali Atıf Bir |
Tartışmada
konuyu en net haliyle ortaya koyabilecek isimlerden biri hiç
kuşkusuz 11 yıl boyunca TİAK’ta AGB’yi bilimsel olarak
denetleme işini üstlenen Prof. Dr. Ali Atıf Bir. Sistem Türkiye’ye
uygulanmaya başladığı günden itibaren içinde olan Bir’e göre
konu yeterince araştırılmadan yazılıyor ve bunun nedeni de
tartışmaların odak noktasında herkesin bildiği ama bir türlü
dile getirmediği bir durum. Bir, bu tartışmaların esasen Başbakan
Erdoğan ile Aydın Doğan arasındaki savaştan kaynaklandığını
iddia ediyor. Erdoğan ölçümleme işinin denetlenmesinin ve
lisansların dağıtılmasının RTÜK tarafından
gerçekleştirilmesini istiyor. Bir’e göre, bu işin yönetimini
ne TİAK ne de RTÜK yapmalı. Prof. Bir’in bu konudaki çözüm
önerisi, acilen Televizyon Ölçümleme Kurulu’nun (TÖK) hayata
geçirilmesi. Bir, bu fikrini şöyle açıklıyor: “Denetleme ve
görevlendirme işini ‘özerk’ olarak yapacak bir kuruma ihtiyaç
var. Rekabet Kurulu’na benzeri bir yapıda, acilen Televizyon
Ölçümleme Kurulu (TÖK) adında, yasayla hazırlanmış özerk bir
yapı oluşturulması gerekiyor. Yönetim asla özel sektörün
elinde olmasın diyorum ben. Ayrıca RTÜK de özerk bir kurum değil,
çünkü politika ve siyasetten çok etkilenen bir kurum. Dolayısıyla
da hükümetler değiştikçe, modeli değiştirmek isteyenler
olacaktır.”
16
yıldır reyting ölçümleriyle ilgili bütün verileri yakından
takip ettiğini belirten deneyimli isim, Türkiye’nin örnekleme
yönteminin değişik olduğunu ve AGB’nin yaptığı araştırmada
esas sorunun örnekleme yönteminden kaynaklanabileceğini iddia
ediyor.
ALİ ATIF BİR, REYTİNG ÖLÇME İŞİNİN NE TİAK NE DE RTÜK TARAFINDAN YAPILMASINI DOĞRU BULUYOR. GFK TÜRKİYE YÖNETİCİ ORTAĞI ORHUN, SEKTÖR SORUNLARINI KENDİ İÇİNDE ÇÖZECEĞİNİ BELİRTİP TİAK’IN YOLUNA DEVAM ETMESİ GEREKTİĞİNİ BELİRTİYOR. TİAK’IN GÖREVLENDİRDİĞİ AGB’NİN GENEL MÜDÜRÜ ARZU EDER İSE, BU KONUDA TARAFSIZ.
ALİ ATIF BİR, REYTİNG ÖLÇME İŞİNİN NE TİAK NE DE RTÜK TARAFINDAN YAPILMASINI DOĞRU BULUYOR. GFK TÜRKİYE YÖNETİCİ ORTAĞI ORHUN, SEKTÖR SORUNLARINI KENDİ İÇİNDE ÇÖZECEĞİNİ BELİRTİP TİAK’IN YOLUNA DEVAM ETMESİ GEREKTİĞİNİ BELİRTİYOR. TİAK’IN GÖREVLENDİRDİĞİ AGB’NİN GENEL MÜDÜRÜ ARZU EDER İSE, BU KONUDA TARAFSIZ.
59
milyon kişi temsil ediliyor
![]() |
AGB Nielsen Media Research Türkiye Genel Müdürü Arzu Eder |
Peki
AGB Nielsen’in örnekleme yöntemi nasıl?Araştırma, nüfusu 20
binin üzerindeki kentsel yerleşim bölgelerinde, TV ve telefonu
bulunan 2 bin 500 haneye konulan people-meter denen reyting ölçüm
cihazlarıyla gerçekleşiyor. Yani araştırmada yaklaşık olarak
10 bin denek var. TV izleme ölçüm araştırması, Türkiye’yi
temsil niteliğine sahip 34 il ve 41 ilçeyi kapsıyor ve 5 yaş
üzeri 59 milyon kişiyi temsil ediyor. Turkishtime’a açıklama
yapan AGB Nielsen Media Research Türkiye Genel Müdürü Arzu Eder,
panel büyüklüğünün, analiz edilmek istenen hedef kitlelerin
özelliklerinin, reklam ve TV sektörünün bu araştırma için ne
kadar bütçe ayıracakları ile ilgili olduğunu belirtiyor. Eder’e
göre, çok daha küçük bir örneklem ile tüm ülkeyi temsil etmek
de mümkün. Ancak küçük panellerde cinsiyet, yaş gibi kırılmalar
bazında analiz gücü azalabilir. Genel müdür, örneklemin
büyütülmesi, yaygınlaştırılması gibi konuların işin sahibi
olan TİAK’ın talep ve finanse etmesiyle ilgili olduğunu
belirtiyor.
Dünyada
da TİAK’lar var
Eder’in
verdiği bilgilerden TİAK’ın yetki alanı da net olarak
anlaşılıyor. “Türkiye’de TV izleyici ölçümlemesi, TİAK
tarafından görevlendirilen teknik komite ve TİAK denetçisi
tarafından belirlenmiş teknik şartnameler çerçevesinde
yapılıyor. Örneklem büyüklüğü, iller, temsil edilecek evren,
panel kompozisyonunda kullanılacak temel değişkenler ve raporlama
kriterlerini TİAK belirler” diyor. Ancak Eder, AGB Nielsen’in TV
izlevici ölçümlemesi yaptığı tüm ülkelerde aynı sistemi
uyguladığının da altını çiziyor. AGB bugün dünyada reklam
harcamasının yüzde 75’inin gerçekleştiği 31 ülkede toplam 58
bin 835 hanede televizyon izleyici ölçümlemesi yapıyor. Eder,
dünyada da TİAK benzeri kuruluşların olduğunu belirtiyor.
Eder’in
verdiği bilgiye göre, bir ülkede TV izleme ölçüm
araştırmalarının olgunlaşması ile birlikte o ülkede reklam
sektörünün dinamikleri bir araya gelerek TV izleyici ölçüm
araştırmalarının yapılacağı teknik şartnameyi belirlemek
üzere JIC (Joint Industry Commitee) tabir edilen komite kuruluyor.
Aynı Türkiye’de olduğu gibi reklamverenler, TV kanalları,
reklam ajansları ve medya şirketlerinden oluşan bu komite sektörün
kullanacağı TV izleme ölçüm araştırmalarının ne şekilde
yapılması gerektiğini belirliyor.
Neden
16 yıldır AGB?
Genel
Müdür Arzu Eder, AGB’nin 16 yıldır bu işi yürütmesinin
ardında neden arayanlara da şöyle yanıt veriyor: “1992
yılındaki ihale 10 yıllığına kazanılmıştı. 2002’de ise
yeni bir ihale açılmadı. AGB Nielsen dünyada bu işi yapan birkaç
şirketten biri zaten. Ayrıca, etkinlik alanı sadece televizyon
izleyici ölçümleri olan ve tüm enerjisi ve kaynaklarıyla sadece
bu alanda yatırım yapan dünyadaki tek araştırma firması… Bu
iş ciddi emek isteyen bir iştir; sürekli değişiklik yapmak
sektöre yarar sağlamaz.”
Eder,
2009 yılında açılacak ihaleye katılacaklarının altını
çizerek, “AGB Nielsen, işin ihale edilmesini kim üstlenir ya da
denetlerse denetlesin, TV izleyici ölçümlemesini, güvenilir,
bağımsız ve şeffaf bir şekilde tüm dünyada ve Türkiye’de
başarıyla uygulayan şirket. Üstelik Türkiye’deki bunca yıllık
tecrübemiz de çok değerli” diyor. Genel Müdür Eder’e, aynı
anda birkaç şirketin araştırma ve raporlama yapması halinde,
ortaya sağlıklı bir tablo çıkacağını” soruyoruz. Şöyle
cevap veriyor: “Televizyon izleyici ölçümlemesinin amacı, TV
kanalları, reklamverenler ve medya planlama şirketlerine reklam
faaliyetlerini yürütebilecekleri ortak bir değerlendirme birimi
sağlamak. Bu birim, aynı para birimi gibi, her ülkede tek
olduğunda sağlıklı bir tablo ortaya çıkar ve birimin sayısı
artınca yalnızca karmaşa oluşur.”
İhale
için şirketlere davet gitmesi gerekiyor
Peki
olayın diğer cephesinde durum nasıl? 1934 yılından beri pazar
araştırmaları hizmeti sunan Almanya’nın en büyük, dünyanın
4’ncü büyük araştırma grubu GFK ve dünya genelinde 70’ten
fazla ülkede 9 farklı sektörde araştırmalarını sürdüren TNS
Piar gerçekten haksızlığa uğradı mı? Burada hemen bir
parantez açmak gerekiyor. TNS Piar, 1997 yılından bu yana Basın
İzleme ve Araştırma Komitesi’nin yetkilendirmesiyle “Türkiye
Basın Okurluk” araştırmasını gerçekleştiriyor. TNS Piar’dan
reyting tartışmaları üzerine yapılan basın açıklamasında,
“İhale açılmasına karar verilen durumlarda, araştırma
şirketleri, ihalelere davet edilmeleri durumunda öncelikle, mevcut
altyapı ve finansal donanımlarını gözden geçirerek, ihale
şartnamesinde talep edilen koşulları yerine getirip
getiremeyeceklerini değerlendirip, bu çerçevede teklif verip
vermeyeceklerine karar verirler” deniliyordu. Yani TNS Piar,
TİAK’ın yeni bir ihale açması halinde bir değerlendirme
sürecine girip, ihaleye katılıp katılmayacağı konusunda karar
verecek. Araştırma şirketleri, ancak ihale şartnamesi kendilerine
gönderildiği takdirde ihaleye katılım sürecini başlatabiliyor.
Minimum
3 ay hazırlanma süresi gerekiyor
![]() |
GFK Türkiye yönetici ortağı Ali Levent Orhun |
GFK
Türkiye yönetici ortağı Ali Levent Orhun, 1992’deki ihale
süreci ve koşulları açısından bir sorun yaşanmadığını, bu
kararın ve 2002’de ihale açılmamasının komitenin takdir hakkı
olduğunu belirtiyor. GFK, Avrupa’da TV izleme ölçümleri
konusunda 16 ülkede 18 binden fazla hanede telecontrol sistemini
uyguluyor. Kuzey Amerika ile birlikte 30’dan fazla ülkede medya
araştırma hizmeti veriyor. Orhun, 2009’da açılacak ihaleye
katılacaklarını söyleyerek, “Bizim en önemli beklentimiz ihale
üzerinde çalışabileceğimiz yeterli zamanın bize tanınmasıdır.
Bu süreyi de minimum 3 ay olarak öngörüyoruz” diyor.
ürkiye’nin,
araştırma uygulamaları bakımından dünya ile aynı seviyede
olduğunu kaydeden Orhun, dünyada kullanılan en ileri teknoloji,
araştırma teknikleri ve analiz sistemlerinin Türkiye’de de
yaygın olarak kullanıldığını ifade ediyor.
Bu
mesele özel sektörün konusu
Peki,
RTÜK’ün reyting yasasına eklenmesi planlanan bir maddeyle TİAK
yerine yetkilendirilmesini nasıl değerlendiriyor GFK? Orhun, “Bu
işin RTÜK’e verilmesini doğru bulmuyoruz. Bu mesele özel
sektörün konusudur ve TV izleme araştırmaları denetleme amacıyla
yapılmıyor. Araştırma sektörünün ne bu ölçümlemede, ne de
diğer ölçümlemelerde kamu denetimine girmesini doğru bulmuyoruz.
Dünyada da örneği yoktur. RTÜK sosyal ve medya araştırmalarını
kendi bütçesinden yine araştırma sektöründen destek alarak
gerçekleştirebilir. Örneğin araştırma dünyasında farklı
mecraları tek denekle (single source) yüksek sayıda örnekleme
giderek ölçen, kırsal bölgeleri de içine alacak şekilde
araştırma uygulamaları yapılmakta. RTÜK radyo ve TV ile ilgili
kamuya hizmet edecek, farklı mecra ve hedef kitleleri içeren
araştırmaları planlama ve gerçekleştirme özgürlüğüne sahip”
diyor.
Orhun’a
göre, serbest piyasa koşulları geçerli olduğu sürece piyasa
kendi sorunlarını dış müdahaleler olmaksızın çözme
yeteneğine sahip.
Çolakoğlu
sert çıkıyor

Çolakoğlu’nun
ölçümün doğru yapılmadığı iddialara da tepkisi var: “Bu
ölçümün doğru olmadığını söylemek en hafif tabiriyle
ahmaklık. Sen bunun doğru yapılmadığını savunduğun zaman bu
iş için Türkiye’de 3 milyar dolar, dünyada bu iş için 500
milyar dolar harcayan reklam verenlerin paralarını nereye
harcadıklarını bilmeyen salaklar olduğunu iddia ediyorsun.
Sapmalar elbette her türlü araştırmada olur. Ama istatistik
bilimi zaten bir bütünü temsil etmek üzere, bunun belli orandaki
bir parçasının alınıp buradan yola çıkılmasıdır.”
Sistemin
bir sorunu varsa da, bunu kendi içinde düzelteceğini belirten
Çolakoğlu, buna karşın sistemin baştan aşağı ele alınmasını
gerektiren bir durumu olduğunu da vurguluyor. Çolakoğlu’na göre,
bu durumun saçma sapan tartışma konusu yapılmasının tek bir
sebebi var: “Doğru düzgün televizyon programı yapmasını
bilmeyenler yeterli izleyici sayısına ulaşamadıkları için
reklamdan yeterli payı alamıyorlar.”
Etiketler:
agb,
agb nielsen,
ali atıf bir,
ali levent orhun,
arzu eder,
cem uzan,
gfk,
hane,
nielsen,
nuri çolakoğlu,
raiting,
reyting tartışması,
reyting yasası,
rtük,
tiak,
tns piar,
TÖK,
zahid akman
TESCİL ÇOK, MARKA YOK!
Türk Patent
Enstitüsü’ne 2007’de toplam 72 bin 633 marka başvurusu
yapıldı. Türkiye marka başvurusu sıralamasında ilk 10’da ama
dünya ölçeğinde Türk markaları hala yok.
Haber: Bahar Öztop, Turkishtime, Ocak 2009
Bir alana bir
bedava! Üç ay boyunca yüzde 50 indirim! İsteyene hazırı var!
Yanlış anlamayın. Bu reklam kampanyaları ne bir hipermarkete, ne
bir teknoloji mağazasına, ne de bir giyim firmasına ait. Bunlar,
Türkiye’deki marka-patent tescil firmalarının internet ortamında
kullandıkları reklam sloganları.
Küreselleşmenin ve
dolayısıyla erişebilirliğin artmasıyla birlikte tüketimin
giderek önemli kıldığı bir değere dönüşüyor markalaşma.
Türkiye de bu dönüşüm sürecine hızlı adapte olan ülkelerden…
Marka başvuru sayısı ve çeşidiyle birlikte, marka tescil
şirketlerinin sayısı ve dolayısıyla da kampanyaları her geçen
gün artıyor. 100 liradan başlayan fiyatlar ve taksit
seçenekleriyle, indirimlerle ve hatta internet üzerinden yapılan
başvurularla bir marka sahibi olabilmek mümkün artık ülkemizde.
Türk Patent
Enstitüsü’nün (TPE) verilerine göre, 2007’de Türkiye’den
yapılan başvuru sayısı 58 bin 713. Yurtdışı adresli
şirketlerin başvuru sayılarıyla birlikte bu rakam 72 bin 633’ü
buluyor. Bu verilerle Türkiye, WIPO-Dünya Fikri Haklar Örgütü’nün
yayımladığı marka tescili sayısı bakımından ilk ona giriyor.
Peki ama markalaşma
bunun neresinde? Bir yılda marka başvurusu yapılıp tescili alınan
kaç marka, gerçekten değer kazanarak üretim ve tüketim zinciri
içinde yer bulabiliyor?
Markalaşma
yatırımı düşük
Bu soruyu
yanıtlayabilmek için markalaşmanın temel gereksinimi olan reklam
yatırımlarına bakmak gerekiyor. Çünkü gözle görülür bir
markayı yaratma sürecinde reklam mecrasıyla işbirliği
kaçınılmaz. Türkiye’de sadece 2007’de 58 bin 713 başvuru
yapıldığını ve daha önceki yıllara ait başvuruları da
kapsayan 40 bin 757 markanın tescil edildiğini düşündüğümüzde,
dev bir reklam yatırım pastası da ortaya çıkmış olmalı.
Ancak, reklam yatırımlarına baktığımızda yılda ortalama yüzde
20 artış olduğu görülse de, yatırım miktarları bu oranı
karşılayacak büyüklükte değil. 2007’de 3,3 milyar lira olan
reklam yatırımının, 2008 yılını 4 milyar lirayı bularak
kapatacağı öngörülüyor. Bu bütçeye bakıldığında da,
reklam pastasının büyük bir bölümünü gıda, banka, kuyum, GSM
operatörleri gibi zaten var olan markaların oluşturduğunu
görüyoruz.
Adres Patent Genel Müdürü Ali Çavuşoğlu |
Adres Patent Genel
Müdürü Ali Çavuşoğlu, Türkiye’de markalaşma denen kavramın
yüzde 80’lere varan oranda sadece tescil aşamasında kaldığını,
markaya kurumsal kimlik kazandırma oranının ise çok düşük
olduğunu söylüyor.
Patentofisim
yetkilisi Soner Paker de, müvekkillerin bazılarının tescilli
markalarını hemen kullanmak yerine, daha sonraki projelerinde
kullanmak üzere saklı tutabildiklerini ya da marka sahiplerinin
daha marka tescil aşamasındayken ticari faaliyetlerini sona
erdirdiklerini belirtiyor. Paker, bu nedenle tescilli olan markaların
bir kısmının hiç kullanılmadığına, bir kısmının da ileride
kullanılmak üzere bekletildiğini söylüyor. Paker’e göre,
Türkiye’de sınai mülkiyet konusunda marka tescilinin öneminin
ancak 5 yıl önce anlaşılması, bugün marka başvurularının
sayısının fazla olmasında önemli bir etken. Yeni başvuruların
bu kadar yüksek olmasının nedenlerinden biri de firmaların
birçoğunun yıllardır kullandığı markalarını yeni tescil
ettiriyor olmaları.
Peki tescili yapılan
bu markaların ne kadarı ete kemiğe bürünüp, piyasada tüketici
ile buluşabilecek aşamaya gelebiliyor?
Türkiye’de 4 veya 4’ten fazla markaya sahip firma sayısı yaklaşık 20 bin. Bu 20 bin firmanın marka sayısı ise 150 bin civarında. Asıl önemli olan hiç marka tescili yaptırmamış 900 bin firmanın en az 1 markaya sahip olmasını sağlamak.
Çavuşoğlu, Türkiye’de
2008 yılı sonuna kadar tescil başvurusu yapılan yerli marka
sayısının yaklaşık 450 bin civarında olduğunu, ancak bu
başvuruların yüzde 40‘a yakın bölümünün ya reddedildiğini
ya da tescil kararı verilmesine rağmen takipsizlikten dolayı
işlemden kaldırıldığını dile getiriyor. Yani, bu durumda
gerçek anlamda tescil edilen marka sayısı yaklaşık 250 bin.
Tescil edilen markaların birçoğunun alt marka olduğunu söyleyen
Çavuşoğlu, bu markaların yüzde 90’a yakınının reklam gücü
olmayan firmalara ait olduğu için, markaların kullanılmadığı
düşünülse de bu markaların ürünleri piyasada tüketiciyle
buluşuyor.
900 bin tescilsiz
firma var
Çavuşoğlu’nun
dikkat çektiği bir başka durum da, Türkiye’nin marka
başvurusunda dünyada ilk 10’da olmasına rağmen, hala hiç marka
tescili yaptırmamış firma sayısının yaklaşık 900 bin
civarında olması. Marka başvurularının pek çoğunun aynı
firmalar tarafından yapıldığının altını çizen Çavuşoğlu,
şu ilginç tespiti yapıyor: “Türkiye’de 4 veya 4’ten fazla
markaya sahip firma sayısı yaklaşık 20 bin. Bu 20 bin firmanın
marka sayısı ise 150 bin civarında. Yani pareto yasası burada da
geçerli olmuş. Asıl önemli olan hiç marka tescili yaptırmamış
900 bin firmanın en az 1 markaya sahip olmasını sağlamak.”
TPE’nin verilerini
incelediğimizde markalaşmanın destekleyicisi diğer öğelerde de
eksikler olduğunu görüyoruz. Türkiye’de patent ve tasarım
başvuru ve tescil sayısı, marka başvurularından çok çok daha
az. 2007 yılında yerli patent başvuru sayısı bin 838 iken,
endüstriyel tasarım başvurusu 29 bin 109. Bu da Türkiye’de
markalaşma oranının düşüklüğüne dair ciddi bir kanıt
aslında.
Çavuşoğlu,
markalaşmanın sadece ürünü tescil ettirmek anlamına
gelmediğini, aynı zamanda ürüne farklılık katmak, tasarımda
yenilikler yapmak, tüketiciye hitap eden reklamlar, sosyal
sorumluluk projelerinin gerçekleşmesiyle birlikte mümkün
olabileceğini söylüyor.
![]() |
Patentofisim.com Yetkilisi Soner Paker |
Patentofisim.com web
portalı ile patent konusunda online hizmet verebilen tek kurum
olduklarını belirten Soner Paker, markalaşma yolunda ilk adım
olan tescil işleminden sonra öncelikle markanın izlenmesi ve
benzerlerinden korunması gerektiğine dikkat çekiyor. Paker, bunun
sonrasında reklam, tanıtım ve pazarlama faaliyetlerine ağırlık
verilmesinin şart olduğunu kaydediyor.
INFO
Tescil başvurusu
yapmak yeterli değil
Adres Patent Genel
Müdürü Çavuşoğlu’nun marka başvuruları yapacak kişi ya da
kurumlara bir de uyarısı var. Çavuşoğlu, bazı firmaların
tescil kuruluşlarına gelmeden kendilerinin tescil başvurusu
yaptığını, ancak marka vekili olmadan yapılan başvuruların
birçoğunda firmaların haklarını eksik aldıklarını belirtiyor.
Çavuşoğlu, marka tescilinin sadece bir dilekçeyi doldurup Türk
Patent Enstitüsü’ne göndermekten ibaret olmadığına ve pek çok
spesifik konuyu barındırdığına da dikkat çekiyor.
KÜLTÜR BAHANE YATIRIM ŞAHANE
İstanbul’u
2010 yılında Avrupa Kültür Başkentliği’ne hazırlamak için
bu yıl 805 milyon lira yatırım yapılacak. Hemen çoğunu kamunun
sağladığı bu miktarın yüzde 70’i kentsel dönüşüm ve dört
yeni kültür merkezinin yapımına harcanacak.
Haber.
Bahar Öztop, Turkishtime, Ocak 2009
Beyoğlu’nda
İstiklal Caddesi üzerindeki Atlas Pasajı’nın Kültür
Bakanlığı’na ait saray bölümü… Duvarları varaklı
kabartmalı aslan başlarıyla bezeli, kırmızı halılarla kaplı
basamaklardan yukarı doğru tırmanırken, İstanbul’un tarihi
atmosferi bir kez daha büyülüyor insanı. Yüksek tavanlarında
zamanı kaybedebileceğiniz bu tarihi mekânda, zamanla yarışan
heyecanlı bir ekip karşılıyor bizi. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin kararıyla 2007 yılında kurulan İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı’nın kalbi burada atıyor.
![]() |
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Çolakoğlu |
İstanbul’u
görücüye çıkacak bir gelin misali hazırlayan projeler için,
her odada bir toplantı yapılıyor. 100 kişilik bu dinamik ekibin
başında ise deneyimli isim Nuri M. Çolakoğlu var. Sanki, onun
enerjisi tüm çalışanlara yansıyor. 2000’li yılların başında
sivil toplum gönüllülerinin hareketi olarak başlayan bu projenin,
merkezi ve yerel yönetimlerden de destek alarak, 2006’da resmen
Avrupa Kültür Başkenti (AKB) ilan edilen İstanbul’a hayat
verecek bir fırsat olduğunun farkında herkes.
İstanbul
2010 AKB, çok boyutlu ve pek çok katmanı birarada barındıran bir
proje. Bu projeyle, kentin kültür-sanat altyapısının
geliştirilmesi, daha geniş kitlelerinin sanatla buluşması,
sanatçıların üretim imkânlarının iyileştirilmesi ve dünyaya
açılmalarını sağlayacak projelerin hayata geçirilmesinin yanı
sıra kentsel uygulamalarla İstanbul’un çehresinin yenilenmesi
hedeflerin başında geliyor. Yapılacak restorasyon ve renovasyon
çalışmalarıyla bir yanda kültürel mirasın korunması ve
geleceğe taşınması sağlanırken, diğer yanda da İstanbul’un
doğru kanallarla dünyaya anlatılması sağlanacak. Ajans’ın
Yürütme Kurulu Başkanı Çolakoğlu, heyecanla kalan bir yıllık
sürede Avrupa’ya unutulmaz bir Avrupa kültür yılı yaşatmak
için kolları sıvadıklarını anlatıyor. Dile kolay 2010’da
İstanbul’a 10 milyonun üzerinde ziyaretçinin gelmesi bekleniyor.
İSTANBUL AKB BÜTÇESİNE SPONSORLARDAN BUGÜNE KADAR ANCAK 400 BİN EURO TOPLANABİLDİ, AVRUPA BİRLİĞİ İSE 1,5 MİLYON EURO VERECEK. ANCAK 2009 YILINDAKİ 805 MİLYON LİRALIK BÜTÇEDE BUNLAR ÇOK DÜŞÜK MİKTARLAR.
‘İstanbul’un
gereksinimleri oldukça fazlayken, bu projeyi uygulamada geç
kalmadık mı?’ diye soruyoruz. Çolakoğlu, öncelikle İstanbul’un
Avrupa Birliği ülkesi olsaydı, sekizinci büyük ülke olabilecek
bir şehir olduğunu vurguluyor. Avrupa ülkelerinin büyük bir
kısmında temel altyapı yatırımlarının zaten hazır olduğunu
söyleyen Çolakoğlu, “Ek olarak Liverpool’da olduğu gibi dev
bir konser salonu veya Linz’deki müzelerine bir kanat daha
ekliyorlar. İstanbul böyle değil. Restore etmek üzere Atatürk
Kültür Merkezi’ni (AKM) kapattık. İstanbul’da opera
oynayacak, konser verilecek yer kalmadı. İstanbul, 15 milyonluk bir
nüfusa yakışacak bir alt yapısı olmayan bir şehir. O nedenle
İstanbul’da yapılması gereken çok daha fazla iş var” diyor.
Hükümetin de bu durumu İstanbul’u hak ettiği konuma ulaştırmak
için vesile saydığını, İstanbul AKB’nin ihale kanununa tabi
olmadığı için bürokratik formaliteleri kolayca aşarak, hızlı
şekilde yol alabildiklerini de sözlerine ekliyor Çolakoğlu.

Bakanlık
bütçesi kadar büyük
Çolakoğlu’nun
verdiği bilgiye göre, 2009 yılı için koordinasyon kurulu
tarafından onaylanan toplam bütçe 805 milyon lira. Bu bütçenin
bir bakanlık bütçesi kadar büyük bir meblağ olduğuna işaret
eden Çolakoğlu, İstanbul’un diğer AKB projeleri içinde bütçesi
en büyük ve en çok yatırım yapılacak şehirlerden biri olduğunu
vurguluyor.
Bütçe,
hükümetten, yerel yönetimlerden, sponsorlardan ve Avrupa Birliği
(AB)’den gelen maddi desteklerden oluşuyor. Toplam bütçenin
yüzde 70’i, yani yaklaşık 564 milyon lirası İstanbul’un en
çok ihtiyaç duyduğu yatırımlar olan restorasyon, renovasyon ve
yeni kültür altyapılarının oluşturulması, kentsel uygulamalar
ve kültürel mirasın korunması için ayrılacak. Bütçenin yüzde
20’si anlamına gelen 161 milyon lira kültür sanat ve diğer
etkinlikler için, geri kalan yüzde 10’u ise tanıtım
faaliyetleri için kullanılacak. Yani özetle, İstanbul 2010 AKB
projesi 2009’da, ekonomik kriz ortamında başta inşaat olmak
üzere, pek çok iş imkânı da vaat ediyor.
Genel
Sekreter Eyüp Özgüç, AB’nin projeye 1,5 milyon Euro maddi
destekte bulunacağını, ancak, 2010 yılında kullanılabilecek bu
tutarın, toplam bütçe göz önünde bulundurulduğunda oldukça
küçük bir rakam olduğunu belirtiyor.
İstanbul’a
dört yeni kültür merkezi
Proje
kapsamında farklı alanlarda yüzlerce proje gerçekleştiriliyor.
Bütçeden 564 milyon lira ayrılan bu projeler sayesinde
İstanbul’un, bugüne kadar farklı nedenlerden geciktirilmiş ya
da tamamlanmamış olan pek çok kentsel projeyi kazanacağını
belirtiyor Genel Sekreter Özgüç. Projede, kente kazandırılacak
dört yeni mekân ve kentsel uygulama da dikkat çekiyor. Yapımına
1995 yılında başlanan ve 2010’da tamamlanacak olan Ayazağa
Kültür Merkezi, 2. bin 500 kişilik konser salonu, 950 kişilik çok
amaçlı salonu ve 450 kişilik toplantı odaları ve sinema
salonlarıyla, Türkiye’nin en büyük kültür merkezi olacak.
250
yıldan fazla bir geçmişi olan Rami Kışlası, halk kütüphanesi
ve kültür merkezi olarak geliştirilecek. Beyoğlu’nda Agop
Köçeyan tarafından 19. yüzyılın ortalarında kışlık
ikâmetgah olarak yaptırılan bina yeniden orijinal ihtişamına
kavuşturulacak. Geçmişten bu yana Avrupa ülkelerinin kültür
kurumlarının da yer aldığı, İstanbul kültür hayatının
merkezi olan bu tarihi bina 2010’dan sonra da kültür merkezi
olarak kullanılacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
yürütülen Haliç’teki tarihi mezbahanın konferans ve performans
merkezine dönüştürülmesi de İstanbul’a ilginç bir merkez
kazandıracak. 73 bin metrekarelik merkez tamamlandığında, konser
salonları, sergi alanları, sinema salonları, tiyatro, otopark,
dükkânlar ve kongre salonlarıyla hizmet verecek. Projedeki
rehabilitasyon çalışmaları kapsamında Topkapı Sarayı
Müzesi'nin dünya standartlarında bir ‘evrensel müze’ niteliği
kazanabilmesi için Matbah-ı Amire restorasyonu ve Saray'ın en
değerli koleksiyonlarını oluşturan Çin ve Japon porselenlerinin
muhafaza edildiği depoların rehabilitasyonu da yapılacak.
AKM
ihaleyi bekliyor
Çolakoğlu,
“İstanbul 2010’u varılacak bir nokta olarak değil, bir süreç
olarak görüyoruz. Dolayısıyla bizim için önemli olan, 2010
sonrasına bırakacağımız kalıcı uygulamalar” diyor.
Çolakoğlu, Yenikapı Theodosius Limanı projesi ve AKM yenileme
çalışmalarına da dikkat çekiyor. Yenikapı kazılarında ortaya
çıkan jeo-arkeolojik bulgular, limanlar, gemiler, eşyalar,
fosillerin sergileneceği bir Kent Arkeolojisi Müzesi ve Arkeolojik
Park olarak düzenlenecek. Türkiye’nin en gelişmiş gösteri
sanatları mekanlarından olan, restorasyon maliyetleri 60 milyon
lirayı bulacağı gerekçesiyle yıkılmak istenen, ancak Kültür
ve Turizm Bakanlığı tarafından İstanbul 2010 AKB Ajansı’na
devredilen Taksim meydanındaki AKM de proje sayesinde hayata dönme
şansına sahip olacak. Çolakoğlu, AKM projesinin son halini
aldığını, kesin proje bedelinin ihale açılırken ortaya
çıkacağını söylüyor ve ekliyor: “Önemli olan bu kentin en
önemli kültür sanat yapısının günün ihtiyaçların en iyi
şekilde karşılayacak biçimde yenilenmesi. Ve bir otuz kırk yıl
daha hizmet verebilmesi.”
![]() |
İstanbul 2010 AKB Ajans Genel Sekreteri Eyüp Özgüç |
Çolakoğlu,
İstanbul’un son 20 yılda kültür-sanat alanında önemli
mesafeler kat ettiğini vurguluyor. Projenin hem Türk halkıyla, hem
de Avrupalılarla buluşması hedefini gözettiklerinin altını
çizen Ajans Başkanı, “İstanbul 2010 AKB
projesi kültürü ve sanatı bir kaldıraç gibi kullanarak,
İstanbulluların vizyonlarını genişletecek ve yaşamlarını
zenginleştirecek. İnsan kaynaklarını ve maddi kaynakları kültür
ve sanata yönlendirerek, kentine sahip çıkan kentliler yaratacak”
diyor.
İstanbul
2010 AKB Ajans Genel Sekreteri Eyüp Özgüç, proje kapsamında
yapılacak işlerin mimari, estetik ve kültürel boyutunu dikkate
alarak, işi yapmaya talip olanların birikim ve deneyimlerini göz
önünde tutarak, tarihi yapıların renovasyon, aydınlatma, turizme
yönelik tarihi fonksiyonların geliştirilmesi gibi objektif
kriterlere göre, ihaleler açacaklarını söylüyor. İhalelerin
ardından da, alım-satım ihale yönetmeliğinde yer alan
prosedürler çerçevesinde, uygun kriterleri sağlayan ve belli
yeterliliklere sahip firmalarla çalışacaklarını belirten Özgüç,
“Özetle bu süreç, son derece şeffaf ve objektif olacak”
diyor.
INFO
Sponsorlara
vergi muafiyeti
Nuri
Çolakoğlu, projede en önemli unsurlardan birinin sponsorluklar
olduğunu belirtiyor. Proje çalışmalarına, halihazırda ‘öncü
ortak’ ve ‘sponsor’ olarak destek olan kuruluşlar var. Borusan
Holding, Enka Grubu, Kadir Has Vakfı, Pekin&Pekin ve Soyak
Holding projenin kurumsal ortakları. Çırağan Kempsinki İstanbul
ve Microsoft ise çözüm ortakları olarak projedeki yerlerini aldı.
Hilton Grubu, Ritz Carlton İstanbul, Vestel, Divan, Kayra ve Yeni
Rakı gibi çeşitli etkinliklerde sponsorluk desteği vermiş
kurum ve markalar da var. İki yıl boyunca bu sponsorların
oluşturduğu toplam bütçe, 400 bin liraya ulaşmış. Çolakoğlu,
kriz ve belirsizlikler nedeniyle belirli bir yavaşlama görülse de
projede yer almanın önemine mutabık olan birçok firmayla
görüşmelerinin olumlu yönde devam ettiğini belirtiyor.
Ayrıca
Çolakoğlu, sponsor olacak şirketler için vergi muafiyeti olduğunu
bir kez daha anımsatıyor. 5766 sayılı kanuna eklenen 74’ncü
madde ile, İstanbul 2010 AKB’ye, kurumlar vergisi mükelleflerince
makbuz karşılığında yapılan her türlü ayni ve nakdi bağış
ve yardımlarla, sponsorluk harcamalarının tamamı, kurumlar
vergisi beyannamesi üzerinde ayrıca gösterilmek üzere gider
olarak gösterilebiliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Global 500 Türk - İkinci Araştırma
Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...

-
Avrupa’da, büyüklü küçüklü 10 bin operatör firmanın işlettiği toplam 3,7 milyon otomat var. Toplam cirolarının 26 milyar avro olduğu tahmin...
-
Üniversite öğrenimini tamamlayan genç yazılım mühendisleri, kendi işlerini sıfırdan kuruyor ve genç yaşta yabancıların da iştahını kabartan ...
-
Onlar, Türkiye’nin yaşadığı en sancılı ekonomik krizlerde yatırım yapmaktan korkmadı ve büyüme kararı aldı. Bu strateji onları kendi se...