30 Tem 2008

Stajda fotokopi dönemi sona erdi


Üniversite öğrencilerinin yaz sıcaklarında fotokopi çekmekle geçirdiği staj dönemleri geride kaldı. Şirketler artık stajyerler için ilan veriyor, seçtiklerini potansiyel eleman olarak görüyor ve onlar için eğitim programları düzenliyorlar.


HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-TEMMUZ 2008

Kimi üniversite öğrencisi için yaz tatilini zindan eden bir külfet, kimileri içinse kariyer planlamasının en önemli yatırımlardan biri staj… İşsizliğin, dolayısıyla rekabetin bu kadar yoğun olmadığı dönemlerde zorunluluk nedeniyle yapılan ‘balon staj’ lar, artık hem öğrenci hem de işveren adına kâra dönüştürülen bir süreç haline geldi. Bunda işverenin öğrenci stajyerleri insan kaynağı olarak görmesinin yanında, öğrencilerin kendini kanıtlama isteğinin rolü de büyük.

Yeni staj sisteminde, stajyerlerin bir dakika bile boş zamanı yok. Özellikle kurumsallaşmış şirketlerde, stajyere herhangi bir çalışan gözüyle bakılıyor. Yani, işveren stajyeri edilgen bir nesne olmaktan kurtarıp, takımından bir eleman olarak görerek sorumluluklar da yüklüyor. Kimi öğrencilere projelerde görevler bile veriliyor. İşverenler bu çalışmalar sırasında, stajyerlerin problemleri fark etme, farklı düşünebilme, çözüm geliştirme ve var olan bilgiden yeni bilgiler üretebilme gibi özelliklerini yakından takip ediyor. Çünkü yöneticiler staj vasıtasıyla tanıma imkânı bulduğu öğrencileri işe almayı daha çok tercih ediyor

Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aşkın Keser, stajlarda fotokopi çektirme döneminin artık sona erdiğini söylüyor.  Keser, stajyer öğrencilerin potansiyel insan kaynağı olarak değerlendirildiğini, bu nedenle de özellikle profesyonel şirketlerde stajyer alımında bile ciddi mülakatlar yapıldığını belirtiyor. Bu aşamaları başarı ile geçen öğrencilere çok iyi fırsatlarda çalışma ve kendilerini gösterme fırsatları verildiğine değinen Keser, “Hatta bu stajlarda oluşan kurumsal bağlılık, stajyerin iş yaşamına başlarken çalışacağı kurumu seçmesinde birebir dikkate alınan etken... Kendilerini staj yaptığı işyeri ile özdeşleştiren birey, mezun olduktan sonra da bu kurumda çalışmaya devam etmeyi arzuluyor.  Bu süreç her iki taraf açısından (stajyer-kurum) önemli bir kazanım” diyor.

Süreç tersten de işleyebiliyor
Staj yapan öğrencilerin, bu süreci bir zorunluluk olarak değil de, kendilerine kazanç olarak görebildikleri sürece, firmaların yaklaşımlarının farklılaşabileceğine ve her iki tarafın da kazanımlarının artabileceğine de dikkat çekiyor Keser. Stajlarda kimi zaman tam tersi bir süreç yaşanabildiğini vurgulayan Keser, bazı firmaların uzman insan gücü eksikliğinden dolayı stajyer öğrencilerini niteliklerini aşan işlerle görevlendirebildiğini ifade ediyor. Keser’e göre, böyle durumlarda stajyer konumundaki birey kendisi ile iş arasında bir rol bunalımı yaşayabiliyor. Çünkü öğrenci kendisinden beklenen ile kendi nitelikleri arasında ilişki kurmada zorluk yaşıyor. İşin daha fazla vasıf gerektirmesi ya da öğrencinin bilgi düzeyinin yetersiz kalması rol bunalımını ortaya çıkaran nedenler olabiliyor.

Artık stajyeri şirket arıyor
Daha az kurumsallaşmış firmalarda öğrencilerin kimi zaman fotokopi, faks çekmek gibi basit işlerle görevlendirildiğinden şikâyet edebildiğini de ifade eden Keser, “Ancak şu bir gerçek ki; staj süreci gerek kurumsallaşamamış, gerekse kurumsallaşabilmiş işletmelerde günümüzde önceki yıllara göre çok daha ciddi ve disiplinli bir süreç olarak ilerliyor” yorumunu yapıyor.

Stajyerlere verilen önemin artmasını, şirketlerin stajyer arayışı için verdiği ilanlara bakarak da anlayabilirsiniz. Türkiye’nin iki büyük insan kaynakları sitesinde son bir ay içerisinde verilmiş toplam 136 ilan var. Her ölçekte şirketten ilanla var listede. Pepsi, Pars McCann, DiaSA, Gülaylar Altın, Tırsan, Citibank… Önceki dönemde şirketlerin stajyer için ilan verdiği pek görülmezdi. Şirket içerisinde çalışanların zamanını aldığı için dışarıdan gelen stajyerlik talepleri de genelde pek dikkate alınmazdı. Stajyer ilanlarında adaylardan beklenenler ve yazılan görev tanımları, yaşanan değişimi çok iyi anlatıyor.

Staj danışmanları gözlemliyor
Filli Boya İnsan Kaynakları Uzmanı Merve Bayrakçı, şirketin staj programlarında, öğrencilerin eğitim sürelerinde aldıkları teorik bilgilerin uygulamalarını görmeleri ve iş yaşamı hakkında genel fikir sahibi olup kariyer hedeflerini belirlemelerinin amaçlandığını söylüyor. Hem başarılı öğrencileri bünyelerine kazandırmak hem de öğrencilere önemli tecrübeler sağlamak istediklerini belirten Bayrakçı, staj danışmanlarının öğrencileri gözlemlediğine ve başarılı öğrencilerin Betek Ailesi’nde kalıcı olmalarını istediklerine dikkat çekiyor.
Doğan Holding ise, staj sürecini kurum ve stajyer için birbirini tanıyabilme dönemi olarak görüyor. Bu nedenle şirket stajyerlerin, stajı mezun olunmadan yapılması gereken bir zorunluluk olarak görmelerini değil, karar verdikleri iş alanında çalışarak, işin pratiğini görmek ve iş yerinin havasını solumak için bir fırsat olarak görmelerini istiyor. Öğrenciler holdingde, teorikte öğrendiklerini pratikte uygulama fırsatı bulabiliyor.


YENİ DÖNEMDE STAJYER NE YAPIYOR? 

  • Garanti Bankası’nın uyguladığı staj programı, bu konuda etkinliğin arttığına dair en iyi örneklerden bir tanesi… Banka, üniversite bittiğinde kariyerine nasıl yön vereceği konusunda fikir sahibi olmayan öğrencilere, hem genel müdürlük biriminde, hem de şubelerde staj imkânı sunuyor. Stajyerler program dâhilinde, genel müdürlük birimlerinde 6-10 haftalık zaman diliminde gerçek bir çalışan olmayı farklı projelerde yer alarak yaşayarak öğrenebiliyor.
  • Boydak Holding’in Ar-ge departmanı için literatür tarayacak, bu nedenle ileri seviyede İngilizce bilen stajyer arayan ilanı, artık işverenler açısından stajyerlerin ne denli önemli olduğunu gösteriyor.  İstenen özellikler arasında stajyerin proje odaklı olması, yaz döneminde tam zamanlı çalışabilmesi gerekliliği de var.
  • Tekstil alanında faaliyet gösteren Confetti firması da, güzel sanatlar fakültesi ve ilgili bölümlerinde okuyan ve kendilerini tasarım alanında geliştirmek isteyen öğrencileri staja davet ediyor. Stajyerin görev tanıtımında, ‘ev tekstili tasarımı ile ilgili kreasyon çalışmalarında görev alacak’ ibaresinin bulunuyor.

Mümin Sekman’ın satış formülü


O, Türkiye’nin en çok satan kişisel gelişim yazarı. Kitap okuma alışkanlığı zayıf bir ülkede, kitaplarının toplam satış rakamı 800 bini geçti. Dokuzuncu kitabı ‘Limitsizsiniz’ ile bu rakamın kendi hayali olan 1 milyona ulaşacağı  kesin. Mümin Sekman, Turkishtime okuyucularına kendi başarısındaki sırları anlattı. 

HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-TEMMUZ 2008


 "Bütün kitaplarımı yüzde 90 açık havada düşünmüş biriyim. Her gün başarıyla ilgili dört tane teknik bulmuşsam, o günü iyi geçmiş olarak kabul ederim. Kariyer sistematiğimi de ilişkiler üzerine değil, işimi yapma üzerine kurdum."

EN yüksek puanla öğrenci alan hukuk fakültesinden mezun oldu, ama hiç avukatlık yapmadı. Hayatında iki kâğıt yırttı. İlki Hukuk Fakültesi diploması, ikincisi ise kitapları satış rekorları kırmaya başlamadan önce hazırlattığı kartvizitiydi. Bu iki karar onun hayatını değiştirdi. Kişisel gelişim alanında tüm Türkiye’de en çok satan kitap olan ‘Her Şey Seninle Başlar!’, iki yılda 500 bin okuyucuya ulaştı. Bugün, 100 bin baskıyla satışa sunulan ve daha ilk haftasında 70 bin satan dokuzuncu kitabı ‘Limitsizsiniz’ ile yeni bir rekora daha koşuyor. Şimdi, yeni hedefi dünyaya ‘akıl ihracatına’ başlamak.
Mümin Sekman, Türkiye’de kişisel gelişim alanında yıllardır söz sahibi olan Doğan Cüceloğlu, Üstün Dökmen gibi ustaların yanında kendine farklı bir kulvar yaratmayı başararak dikkatleri üzerine çekti. Türkiye’de ‘kişisel gelişim uzmanı’ meslek adını tanımlayan ve kullanan ilk kişi oldu. Aslında Türkiye’de bir yazarı, bugün Etiler’de Akmerkez’in karşısında bir villada yaşayabilecek zenginliğe ulaştıran, seçici davranabilmek adına en yüksek fiyatı ödeyen şirketlere seminerler verecek düzeye getiren sır, Sekman’ın kendi kitaplarında yazdıklarından ibaret. Tabii birkaç artısıyla… Onun kitaplarını okuyanların, bir gün onun kadar iyi bir konuma ulaşıp ulaşamayacağı bilinmez, ama gelin biz size kendisinin ‘artı’ sırlarını verelim. Belki içinizde bunları hayata geçirmek isteyenler vardır.

Kişisel bir gelişim öyküsü
Sekman,  bugünkü başarısının tohumlarını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuduğu sıralarda atmış. Kişisel gelişimin dünyada gittikçe yayılan bir alan olduğunu keşfeden ve bu alana ilgi duymaya başlayan Sekman’ın ilk işi, üniversiteden mezun olduktan sonra diplomasını yırtmak olmuş. Bu kararını hayatının iki ‘milad’ından biri olarak değerlendiriyor. O dönemde belediyelerin halk eğitim merkezlerinde neredeyse asgari ücretin yarısı karşılığı, elinde tebeşir kişisel gelişim ve başarıya odaklanmak üzerine dersler vermiş. Ekonomik anlamda kendine yetemediği için bu sürecin epey zorlu geçtiğini söylüyor Sekman ve ekliyor: “Yıllarca düşük gelir profiliyle çalıştım, ama inandığım noktaya ulaştım.”
21 yaşında, ‘Ya Bir Yol Bul, Ya Bir Yol Aç, Ya da Yoldan Çekil’ adlı ilk kitabını yazan Sekman,  şirketlere özel danışmanlık hizmetleri vermeye başlamış ve bir yayınevine ortak olmuş. Bu arada yazdığı kitap sayısını da giderek artırmış: Kesintisiz Öğrenme,  Türk Usulü Başarı, Başarı Üniversitesi, Kişisel Ataleti Yenmek, Çevik Şirketler (Kurumsal Ataleti Yenmek)…
Ve sonra Her Şey Seninle Başlar! gelmiş. İşte 2005 yılında yayınlanan ve “Her şey seninle başlar! Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın. Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!” mesajını verdiği bu kitabıyla Sekman, seçimlerin önemini hem kendine, hem de okuyucularına kanıtlamış oluyor. Çünkü Her Şey Seninle Başlar!, bir anda Sekman’ı 2006 yılında en çok haberi yapılan yazarlar kategorisinde sekizinci sıraya yerleştirmişti. Kitabın iki yılda 500 bin satmasıyla, kişisel gelişim alanında bir kırılma noktası oluştuğuna dikkat çeken Sekman, “İnsanların çok yararlanacağı kitaplar yazarım. Ve beni sevdikleri için değil, ama arkadaşlarının işine yarayacağını bildiği için kitaplarımı tavsiye ederler. Büyüdükten sonra röportajlar da geldi, ama ilk etapta büyümemin tavsiye sistemiyle yapılmış olmasının işin iyi yapıldığıyla ilgili bir ipucu olduğunu düşünüyorum. Bu da kariyer dayanıklılığı adına ipucudur. Eğer tavsiye sistemi ile gelmişseniz kariyeriniz her zaman daha dayanıklı olur” diyor.

 “Kartvizitimi yırttım, hayatım değişti”

İşlerini her geçen büyüten ve danışmanlık hizmetlerine zamanının büyük bir bölümünü ayıran Sekman, esas amacı olan ‘başarı stratejisi geliştirmek’ten uzaklaşmaya başladığını hissettiği anda, hayatının ikinci miladı olan ‘kartvizit yırtma’ kararını almış:
 “Bir daha asla kartvizit kullanmayacağım. Kartvizit bir ulaşılma aracıdır. Ben tam tersine ulaşılmaz olacağım. Şu anda herhangi biri bana ulaşamaz. Kimin bana ulaşabileceğini ben seçerim. O kartviziti yırttıktan sonra hayatım değişti. Kartvizit insanlarla yüzlerce saat görüşmek demektir. Ben sadece başarı üzerine odaklandım ve kitap yazdım. Pek çok insan büyük bir delillik ve ukalalık ettiğimi ve yere çakılacağımı söylüyordu. Tam tersine hayatımın en büyük patlamasını o dönemde yaptım. İnsanlarla görüşmek zaman kaybıydı. Büyük bir aslan vurmak derler ya, o zamanlar aklımda böyle bir şey yapma hedefi vardı. Öyle bir iş yapayım ki alanında Türkiye’de ilk üçe girsin istemiştim. Her Şey Seninle Başlar! da böyle bir iştir. Bugün Türkiye’de kişisel gelişim türünde yazılmış olan kitapların içinde en çok satan kitaptır. Aradan iki buçuk yıl geçmesine rağmen D&R’ın en çok satan ilk onundaydı son bir aya kadar.”

“Sütçü beygiri değil, yarış atıyım”
Sekman, kendisi hakkında ilginç tespitlerde de bulunuyor: “Kendi karakterimi gözlemlediğimde gördüğüm şey şu: Ben sütçü beygiri olmak için doğanlardan değilim. Ben yarış atı olmak için doğmuşum.  Kısa zamanda olağanüstü performans gösteririm, ama bana rutin işler yaptıramazsınız. Üniversiteyi bitirdikten sonra hayatımda hiçbir zaman mesai saatim olmamıştır. Ben m esai saatli işleri asla yapamam. Bu birinci ayrım. Diğeri ise, insanların ekonomi açısından ‘insan kaynakları’ ve ‘kaynak insanlar’ olarak ikiye ayrılması. İnsan kaynakları denen kişiler, iş başvurusunda bulunup CV doldurmak zorundadır ve şirketler onları nasıl yöneteceklerini düşünürler. Ama kaynak insanların CV’si yoktur. Hayatımda hiç CV’im olmadı, mesai saatim olmadı. Tek yanlışım kartvizit bastırmaktı. Onu da yırttım sonunda. Sanayi tipi Türklerden değilim yani.”
Bu tip lafların iş dünyası için ukalaca olabileceğini de kabul eden Sekman, iş dünyasından tamamen kopuk olmadığını, büyük şirketlerin yöneticilerinden eğitim konusunda çağrı geldiğinde -kitap yazma dönemi olmadığı sürece- geri çevirmediğini de belirtiyor. Ama bir şeyin altını çizerek: “Genelde eğitim verdiğim şirketler sektörün ilk 10’u içindekilerdir. Fiyatları da yüksek oluyor. Çok fazla eğitim yapmamak için fiyatları yüksek tutuyorum. Bu da benim için bir eleme mekanizması…”

“Sakıp Sabancı star stratejisi izliyordu”
Kendi alanınızda böyle mi star oldunuz diye soruyoruz Sekman’a. Bunun takdirini okuyucuya bırakarak şunu söylüyor:
“Starlık bir duruştur, yaşam biçimidir. Starların eyvallahsız bir hali de vardır. İnsanı büyük yapanın ‘evet’lerden çok ‘hayır’lar olduğuna inanıyorum. Mesela benim de gün içinde hayır dediğim insan sayısı ciddi bir rakamdır. İş dünyasında star stratejisini en iyi uygulayan bence Sakıp Sabancı’ydı. Vehbi Koç da başarılı bir işadamıydı, ama starlık duruşu başka bir şeydir.”
Türk ekonomisinin gidişini kendi başarı kriterlerine göre nasıl değerlendirdiğini soruyoruz Sekman’a. Türkiye’nin kendi içinde ekonomik ve sosyal gerilimler yaşadığını bu nedenle de ne olmak istediğine bir türlü karar veremeyen ülkelerden biri olduğu vurguluyor. Sekman’ın bu konularda iş dünyasına yönelik tavsiyeleri de var:
“Ne kadar doğulu ya da ne kadar batılı, ne kadar modern ya da muhafazakâr, ne kadar Asyalı ne kadar Avrupalıyız? Türkiye bu konudaki kültürel çatışmaları nedeniyle net bir karar alamıyor. Bu da bizim ulusal başarı enerjimizi bloke ediyor. Her bir tarafı bir köşeye çekince olduğu yerde kalan ataletli bir ülkeye dönüşüyoruz. Ekonomik krizleri, psikolojik krizlerin izlemesi krizleri derinleştirir. Bu açıdan artık moral yönetiminin çok önemli olduğunu düşünüyorum. İş dünyası artık moral yönetimine önem vermek zorunda… Bu tür krizler için en çok söylenen şeylerden biri de  “umutlarınızı yüksek, sabit gelirlerinizi düşük tutun” dur. Çünkü, ilerleyen dönemde dünyada yaşanan hareketlilik av ve avcı ilişkisini tam tersine çevirebilir”

“Akıl ihracatına başlayacağım”

Bu anlamda iş dünyasının kendisine ilham verdiğini dile getiren Mümin Sekman, 1 milyonuncu kitaba 50’li yaşlarında ulaşmayı hayal ettiğini, ancak bu ilham sayesinde hayaline çok daha erken ulaştığını anlatıyor. Yeni hedefi ise akıl ihracatı yapmak. Bunu tüm dünyanın yakından takip ettiği Amazon.com üzerinden kitaplarının İngilizce baskılarının satışına başlayarak gerçekleştirecek. Sekman, “Marifet kitaplarımın yabancı dile çevrilmesi değil, Amazon.com’da liste başı olabilmek. Kategorinin ilk üçüne, genel anlamda ise ilk 10’a girmek isterim. Bunu, kendime 10 yıllık evrensel bir hedef olarak koydum” şeklinde konuşuyor.


Mümin Sekman’dan satır başları…


  • Türkiye politik olarak ne yapmak istediğine karar veremiyor. Benim bu konudaki inancım, Türkiye’nin daha çok sağcıya ya da solcuya değil, daha çok başarılı insana ihtiyacı olduğu yönünde.
  •  Bugün Amerikan ekonomisini başarılı yapan George Bush değil Bill Gates’tir. Satılan her bir bilgisayardan 100 dolar Amerikan ekonomisine gidiyor. Yani, Türkiye’nin daha çok başarılı insana ihtiyacı var.
  • Sanat, iş, bürokrasi, spor dünyalarında seminerler verdiğim için farklı kulvarlardaki yöneticilerin başarı profilinin ne olduğunu görüyorum. İnsanlar, iş dünyasının sıkıcı olduğunu iddia ederler. Hâlbuki öğrenmeye en açık, dünyada en son bilgileri almaya en hevesli olan kesim kesinlikle iş dünyasıdır. Sanat dünyası daha yerel ve taşralı. Siyaset dünyası zaten hepten taşralı. İş dünyası en azından sürekli kendisini geliştirmeye çalışıyor. Diğerleri hem az gelişmiş, hem de egoları yüksek.
  • Son zamanlardaki başarılarımız hep iş dünyasından çıkıyor. Dünya çapında yönetici Türkler, dünya çapındaki şirketleri satın alan Türk firmaları çıkmaya başladı. Artık iş dünyası için 50 ülkeye ihracat yapıyorum demek başarı bile sayılmıyor. Çünkü çok daha iyisini yapabiliyorlar.
  • Pek çok şirket, benim kitaplarımı çalışanlarına işe ilk girdikleri anda başlangıç kitinin içinde hediye ediyor.  Çünkü şirketlerin patronlarının personeline anlatmak istediklerinin en özetini ben anlatmış oluyorum. Kitaplarımla entelektüel anlamda onlara lojistik destek verdiğimi düşünüyorum.
  • İş adamları personellerinden alabilecekleri en yüksek performansı almanın yolunu arıyorlar. Ben de bunun üzerine metodoloji geliştiriyorum.  Sadece iş dünyasına yönelik olarak yazmıyorum, belki de diğer kişisel gelişim uzmanlarından ayıran yön de budur. İş dünyası, spor, siyaset gibi tüm başarı kategorilerini gözümün önünde tutarak yazıyorum.

Güneş gibi ısıttı, suyla serinletecek


Sanayi tesislerinde kullanılan kızılötesi lamba ile ev tipi ısıtıcı yapıp yeni bir segment yarattılar. Şimdi de iyonizer teknolojisini eve sokarak klimaya rakip pazar yarattılar. Yoksa UFO’cular uzaydan mı geldi?


HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-TEMMUZ 2008

Onların innovasyonu sıfırdan keşfedilen bir teknoloji değil, bir teknolojinin kullanım alanındaki değişiklik. Önce tekstilde kullanılan kurutucu makinelere infrared (kızılötesi) lamba ürettiler, sonra da ‘bu lambalarla neden fabrikaları da ısıtmayalım?’ dediler. İnfrared teknolojisinin Türkiye’de sektörleşebileceğini fark ettiklerinde de, bunu evlere taşımaya karar verdiler. 2002 yılında, UFO markasıyla dünyada bu teknolojinin kullanımı açısından bir ilki gerçekleştirerek, evleri de ışıkla ısıtmaya başladılar. Bugünlerde ise, yine Türkiye’de bir ilke imza atarak, iyonizer teknoloji ile ürettiği fan ürünlerini UFO markasıyla piyasaya sunuyorlar.

UFO Işıkla Isıtma Sistemleri Yönetim Kurulu Üyesi Abdullah Yeşil, endüstriyel amaçlı kullanılan infrared sisteminin, UFO markası ile birlikte dünyada ilk defa evlerde ısıtma teknolojisinde kullanılmaya başlandığını söylüyor. Yeşil, “Bu boşluğu gördüğümüz için, UFO’yu dünya markası olarak konumlandıralım istiyoruz. Bu nedenle, çalışmalarımızı, ar-ge’mizi tamamen bunun üzerinde yoğunlaştırdık. Türkiye’deki marka oluşumumuzu tamamladık. Şu anda, dünyada marka oluşumu çalışmalarımız devam ediyor. Hedef dünya markası olmak” diyor.

Geleceğin ısıtma sistemi
İş hayatına 3 kardeşiyle birlikte kurdukları NNR şirketi ile ısıtma, soğutma ve havalandırma sistemleri ile ilgili proje uygulamalarıyla başladıklarını belirten Yeşil, süreci şöyle anlatıyor:

“Tekstil sektöründe kullanılan kurutma sisteminde yer alan infrared lambaların, ömrü tükendiğinde yerine yenisini koymak isteyen sanayicinin zor durumda kalmasından yola çıktık. O dönemde, Avrupa’dan tanesi yaklaşık 1200- 1500 dolar civarında olan infrared lambaların, üreticiye ciddi maliyet getirdiğini görüp, bir ar-ge çalışması yaparak lambaların tanesini 200 dolara mal etmeyi başardık. Bunun için ciddi bir araştırma yaptık. 7-8 kişilik bir mühendis ekibi bunun için çalışıyordu.”

Bu ar-ge çalışmaları neticesinde infrared kullanımında dalga boyunu da ayarlamayı başardıklarını ve ardından mekân ısıtma sistemlerine yoğunlaştıklarını belirtiyor Yeşil.  Bu girişimden iyi sonuç almaları da, 2002 yılında UFO markasını doğurmuş. Yeşil, ışıkla ısıtma sistemi olan UFO’nun, dünyada infrared teknolojisinin evlerde ısıtma sistemine uygulanmasının ilk örneği olduğunu vurguluyor ve  “Geleceğin ısıtma sisteminin bu olduğunu biz biliyoruz” diyor.

Yeşil’in verdiği bilgilere göre, Türkiye’de bayilik sistemini oturtan ve pazarın yüzde 50’sinden fazlasına sahip olan UFO’nun, bugün Rusya ve Ukrayna’da da gelişmiş bir dağıtım ağı, dolayısıyla iyi bir pazarı var. Kuzey Avrupa ve Türkî Cumhuriyetlere ulaşabilmek içinse, Kırım’da bu yılın sonuna doğru faaliyete geçmesi planlanan bir montaj üssü kuruluyor. Avrupa ülkelerine ihracat, şimdilik Türkiye üzerinden gerçekleştiriliyor. Ancak Yeşil, yakın zamanda Bulgaristan’da da bir yatırım planladıklarını ve bu sayede Avrupa’ya daha rahat ulaşabileceklerini anlatıyor.


Ceviz ağacı gölgesi serinliğini yaşatan teknoloji

Gelelim UFO’nun yeni ürün grubuna. Beş farklı üründen oluşan ve UFO Air Technology adı verilen yeni ürün gamı, soğuk buharla serinleten portatif vantilatör, portatif iyonizerli ferahlatıcı vantilatör ve iki ayrı modelde iyonizerli ferahlatan kule vantilatörden oluşuyor. Yaklaşık 3 milyon dolarlık bir ar-ge yatırımıyla geliştirilen bu ürünlerle, iyonizer sistemli soğutucu alanına da adım attıklarını söyleyen Abdullah Yeşil, bunun Türkiye’de bir ilk olduğunu belirtiyor. Yeşil, yeni fanların, Gülhane parkında koyu gölgesi olan bir ceviz ağacının altına oturulduğunda oluşan serinlik hissini verdiğini söylüyor. Çünkü iyonizerli sistemin esin kaynağı dağlarda ve şelalelerde bulunan negatif iyonların olumlu etkileri… Aynı zamanda makine mühendisi de olan Yeşil, suyun atomize edilerek ortamdan enerji alma sisteminin doğada zaten var olduğunu, yeni ürünlerde bunu ev tipi soğutuculara uygulayarak fark yarattıklarına değiniyor. Yeşil, klimalarla kıyaslandığında yüzde 95 enerji tasarrufu sağlayan bu sistemin adına ‘Havadaki gizli mucize’ diyor ve ultrasonik yöntemle suyun atomize edilerek ortama verilip onun fan üzerinde uygulaması konusunda da dünyadaki ilk çalışma olduğunu da vurguluyor. Yeşil, bu ürün gamıyla 2008 yaz sezonunda 360 bin adet satışla 25 milyon dolar gelir hedeflediklerine de dikkat çekiyor.

Yeşil, ‘Başarıyı elde etmek zordur, ama başarıyı elde tutmak daha da zordur’ ilkesiyle hareket ettiklerini belirterek, kazançlarının çoğunu Ar-ge ve reklam çalışmalarına harcadıklarını söylüyor. Çalıştıkları bir ürünün bazen hemen hayata geçmediğini, ancak elde edilen bilginin 5-10 yıllık süreçlerde farklı ürünlerde kullanılabildiğine de dikkat çekiyor. UFO’nun şu anda çalışan 15 kişilik bir ar-ge ekibinin bulunduğunu söyleyen Yeşil, bu çalışmalarda TÜBİTAK, Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden de teknik destek ve danışmanlık aldıklarını ifade ediyor. Yeşil, enerji alanında da çalışmalar sürdürdüklerini, önümüzdeki dönemde biyodizel yapımı ile ilgili kaydettikleri gelişmeleri de açıklayacaklarının altını çiziyor.

Atık yağın atik girişimcileri

Avrupa’da Almanya ve İtalya’dan sonra en çok yağı Türkiye tüketiyor. Bu da atık yağdan biyodizel üretimi için önemli bir potansiyel yaratıyor. Atık yağın atik girişimcileri Ezici ve Kolza büyüme planlarını bunun üzerine yapıyor.

HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-TEMMUZ 2008


ATIK bitkisel yağ, ekotoksit özelliği nedeniyle ‘tehlikeli atık’ niteliği taşıyor. Ancak, insanoğlu yarattığı bu zararlı maddeden de kendi lehine bir kazanç sağlamayı başarıyor. Atık yağı fosil yakıta alternatif olan biyodizele dönüştürüyor. Hem temiz enerji, hem de para kazanıyor. Türkiye ise oldukça geç girdiği bu süreçte, büyük bir atık yağ üreticisi olması nedeniyle yatırımcılara sunduğu fırsatlarla dikkat çekiyor.
Dünyada yıllık yaklaşık 20 milyon ton bitkisel ve hayvansal yağ kızartma amaçlı kullanılıyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye’de yıllık 350 bin ton civarında atık bitkisel ve hayvansal atık yağ oluşuyor. Bu rakam, Türkiye’yi Almanya ve İtalya’dan sonra Avrupa’nın en çok bitkisel yağ tüketen üçüncü ülkesi yapıyor.
Türkiye atık yağdan geri kazanım alanına her ne kadar çok geç giriş yapmış olsa da, atık yağ işleyen tesislerin sahipleri gelecekten umutlu. Çünkü şimdilik 100 milyon doları bile bulmayan atık yağdan geri kazanılan biyodizel pazarının, Avrupa örneğindeki gibi milyar dolarlara çıkabileceğini, yabancı ortaklıklarla gelişebileceğini hesaplıyorlar.
Türkiye’nin atık yağlar konusundaki serüveni aslında yalnızca son üç yıldır sağlıklı bir çerçevede yürütülüyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 2005 yılında çıkardığı Bitkisel Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği’nden önce oluşan atık yağın sadece yüzde 5’i toplanabiliyordu. Geri kalanı ise ya tekrar gıdalara karıştırılıyor; kozmetik ve hayvan yemi üretiminde kullanılıyor ya da lavaboya dökülüyordu. Yönetmelikle beraber atık yağlar konusunda detaylı bir düzenleme yapılarak, toplanmasından biyodizel üretimine kadar izlenecek sistemlere net bir çerçeve çizildi.

200 milyon dolarlık pazar
Alternatif Enerji ve Biyodizel Üreticileri Birliği (Albiyobir) Yönetim Kurulu Başkanı Tamer Afacan, başlatılan ulusal sorumluluk projesi kapsamında 2008 yılı sonunda 10 bin ton, 2010 sonunda ise 100 bin ton atık yağ toplanabileceğini söylüyor. Albiyobir’in yaptığı araştırmaya göre eğer bu hedef tutturulabilirse, yaklaşık 200 milyon dolarlık bir pazar oluşacak ve 1.500 kişiye istihdam yaratılacak.
Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’nun (EPDK) verilerine göre, Türkiye’de biyodizel üretimi lisansına sahip toplam 56 üretici firma bulunuyor. Bu firmalardan beş tanesi atık yağdan biyodizel işliyor. Bu firmalar Çevresel Kimya San. ve Tic. A.Ş., Tosya Alternatif Yakıtlar San. ve Tic. A.Ş., Ezici Yağ Sanayi Biodizel ve Enerji Üretimi Pazarlama Laboratuar Hizmetleri A.Ş., Kolza Biodizel Yakıt ve Petrol Ürünleri San. ve Tic. A.Ş., Paksoy Ticaret ve San. A.Ş..
Ezici ve Kolza yağın fırsatlarını iyi kullanan ilk şirketlerden. Türkiye’de geri dönüşüm alanında düzenli bir sistem olmadığından ve ÖTV nedeniyle şimdilik yaptıkları yatırımlardan kar elde edemiyorlar. Bu yüzden bugün kapasitelerinin altında çalışsalar da, önümüzdeki yıllarda yatırımlarının karşılığını kat be kat alacaklarını iyi biliyorlar.


Almanya ve Amerika fırsatlar diyarı
Atık yağ konusunda en önemli girişimcilerden biri olan ve yaptığı reklam kampanyalarıyla konuya dikkat çeken Ezici Biodizel, 2007 yılı Mart ayından beri atık yağ işliyor. Şirketin genel müdürü Mustafa Ezici, denizlere ve lavaboya dökülen bir litre yağın 1 milyon litre suyu kullanılamaz, 5 milyon litre suyu da içilemez hale getirdiğine dikkat çekiyor. Ezici, biyodizel üretebilmek için yeni bir sistem kullandıklarını ve tesisleri için 6 milyon dolarlık bir yatırım yaptıklarını anlatıyor.
Kullandıkları yeni sistemi, Gebze İleri Teknoloji Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü'nden Prof. Dr. Bülent Keskiner’in bulduğunu söyleyen Ezici, “Bu sistemle 350 derece ısıyla su gerektirmeden biyodizel yapabiliyorsunuz. Amerika’dan patenti alınmış bir sistem bu. Tübitak ve Çevre Bakanlığı’ndan izin için onay bekliyoruz” diyor.
Türkiye’deki potansiyelin yeterince değerlendirilemediğinden ve ÖTV’den şikayetçi olan Ezici’nin yeni yatırım planları atık yağın iki cennet ülkesi, Almanya ve Amerika üzerine. Gebze’deki biyodizel üretim tesisinde kurdukları yeni sistemi, Alman ve Amerikalı işadamlarının gelip göreceğini söyleyen Ezici, “Bu ülkelerde ortaklık kurarak, yılsonuna kadar yatırımlar yapacağız. Amerika’da yıllık 2 milyon 800 bin ton atık yağ var. Bu, Türkiye’nin bitkisel yağ üretiminin bile iki katı kadar bir rakam. Bu potansiyeli değerlendireceğiz” diyor.
Gaziantep Nizip’te aile şirketi olarak zeytinyağı üretimine başlayan Ezici firmasının rotası, 2007 yılında çıkan Kızartma Amacıyla Kullanılan Yağların Kontrolü Kriteri Tebliği gereğince, atık yağın sabun ve hayvan yeminde kullanılmasının yasaklanmasının ardından biyodizele kaymış. Daha önce de atık yağ toplayarak bunları yem ve kozmetik sanayisi için işleyen Ezici, bu kez biyodizel üzerine yatırımlarını geliştirmiş. Bugün şirketin Gaziantep, Kayseri, Trabzon, Ankara, Muğla, Antalya, İzmir, İstanbul Gebze olmak üzere sekiz ilde depolama merkezi ve 59 aracı bulunuyor.

Alo Atık Hattı
Toplama işi hem şirket bünyesindeki Ulusal Nakliyat, hem de taşeron firmalar üzerinden gerçekleştiriliyor. 2007 Temmuz ayından bu yana 350 ton atık yağ Ezici tarafından biyodizele dönüştürülmüş. Türkiye genelinde yürüttükleri kampanyalarla, belediyeler ve Turmepa Derneği ile ortak çalışmalar sürdüklerini söyleyen Mustafa Ezici, “Hammaddeyi askeriyeler, restoranlar, catering firmaları, hapishanelerden topluyoruz. 60 litrelik bidonlar bırakıyoruz. Bunlar birikince bize haber veriyorlar. Türkiye genelinde ücretsiz ‘Alo Atık Hattı’mız var. Herkes 444 2845’i çevirerek biriktirdikleri yağları bize ulaştırabilir” bilgisini veriyor.
Almanya’da teşviklere sahip olan bir geri kazanım firmasının yıllık gelirinin 4,5 milyar dolar olduğuna, oysa Türkiye’de bu iş için ÖTV alındığına da dikkat çeken Ezici, “Atık yağdan üretilen biyodizelden dünyanın hiçbir yerinde ÖTV alınmıyor. Bunu teşvik edip önünü açmanız gerekir ki daha çok toplansın ve dönüştürülsün. Maliye Bakanlığı ile yaptığım görüşmeler olumlu geçiyor. Vergilere yeni bir düzenleme getirilecek. Sonuçta, topladığımız kadar biyodizel üretebileceğiz. Bu da devlet için çok maliyet değil şu anda. Neticede vergisi daha önceden verilmiş bir ürünün atığından üretiliyor. Ayrıca, yeni istihdam sağlıyorsunuz. Lavaboya dökülen yağlar yüzünden hem denizler kirleniyor, hem de her yıl belediyeler boruları değiştirmek zorunda kalıyor. Bunun maliyeti de göz önüne alınmalı” şeklinde konuşuyor.

Gelen yağların yarısı kanserojen
Bilim adamlarıyla sık sık fikir alışverişinde bulunduğunu söyleyen Ezici, çarpıcı bir örnek veriyor. Atık yağlarını aldığımız çok önemli bir fastfood firması, artık bize yağ vermekten vazgeçti. Çünkü yasa gereği 25’i aşmaması gereken yağdaki polar madde oranı, bu firmanın yağlarıyla yaptığımız analizlerde hep yüksek çıkıyordu. Bunları raporlayıp onlara uyarıda bulunduk ve bu yüzden artık bize yağ vermiyorlar. Bunun gibi firmalar da var. Özetle, topladığımız 300 litre yağın 150 litresi kanserojen.”
Ezici’nin Gebze Dilovası’ndaki tesisinde yeni kurulan sisteminin yakın zamanda faaliyete geçeceğini belirten Mustafa Ezici, “Biyodizelin litresini KDV dahil 2,60 kuruştan satacağız. Maliyeti çok yüksek bir üretim olduğu için ancak bin tonun üzerindeki üretimlerde kar edebiliriz” diyor.

İşe başladı, 2 ay sonra ÖTV geldi
Atık yağı işleyip biyodizele dönüştüren diğer önemli şirket ise Kolza Biyodizel Yakıt ve Petrol Ürünleri San. ve Tic. A.Ş.. Şirketin genel müdürü Göktan Gürcü, 2000’li yıllarda tanıştığı biyodizelin kendisini çok heyecanlandırdığını söylüyor. Ancak, önlerine bir engel çıktığını söyleyen Gürcü bu süreci şöyle anlatıyor: “2005 yılında yaklaşık 2 milyon dolarlık yatırımla günlük 100 ton kapasiteyle kurulan Kolza Biyodizel için ilk başta yola, yerli tarım ürününe dayanan, hammaddeyi kendimizin üreteceği bir projeyle çıkmıştık. Tesisi kurmaya başlamadan önce Maliye Bakanlığı’ndan görüş aldık. Yenilenebilir enerji konusunda yatırım yapmak, kanola üretmek istediğimizi anlatıp biyodizelin Türkiye’deki geleceği ne olacak diye sorduk. Maliye Bakanlığı Avrupa’da olduğu gibi ÖTV alınmayacağı yanıtını vermişti. Ancak, biz tesisi kurduktan iki ay sonra ÖTV kararı alındı” diyor.
ÖTV geldikten sonra biyodizel satmanın bir anlamı kalmadığını, bu yüzden o dönemde üretim için lisans alan ve yatırım yapan yaklaşık 250 firmanın iflas ettiğini vurguluyor Gürcü ve ekliyor: “Yasa gereği sadece yerli tarımla üretilen kanoladan elde edilen biyodizelin mazota yüzde 2 karıştırılması durumunda o yüzde 2’lik kısmından ÖTV alınmıyor. Bu şu demek: Benim 2 ton biyodizel satabilmem için yanında 98 ton da mazot satmam gerekiyor. Bu ekonomik şartlarda bu mümkün değil. Shell, Total gibi dağıtıcı firmalar yüzde 2’lik ÖTV maliyetinin düşürülmesini verimli bulmadıkları için bu işe yanaşmıyorlar. Bu nedenle Türkiye’de saman alevi gibi parladı biyodizel üretimi. Bu nedenle biyodizel makineleri çıktı piyasaya, her önüne gelen biyodizel tesisi kurulmaya kalktı. Bence bu bir milli servettir ve bu para yönlendirilmelidir. Türkiye her gün 1 milyar dolar borç öderken bizim bu sermayeyi bu şekilde har vurup harman savurmamız kesinlikle büyük kayıptır. Devlet buna bir şekilde engel olabilirdi. Biyodizelde ÖTV yokken, kaçak mazotun beli bükülmüştü. Şimdi yılda 8 milyon ton kaçak mazot girişi yapılıyor. Bu da 8 milyar dolar kayıp anlamına geliyor.”
Aynı zamanda elektronik ve haberleşme mühendisi olan Gürcü, kendi hammaddelerini ÖTV nedeniyle üretemeyeceklerini görünce atık yağdan yararlanmaya karar vermiş. Bunun için Kolza’ya biyodizel üretiminde yüksek frekanslı makinelerle çalışan özel bir sistem geliştirmiş. Gürcü, mekanik yerine tek kişinin kontrol panelinden yönetebileceği ultrasonik bir sistem yaparak, üretim süresini iki saatten 15 dakikaya indirmeyi başarmış. Fabrikaları günlük 100 ton gibi düşük bir kapasiteye sahip olmasına rağmen atık yağ bulamadıklarını ve bu yüzden henüz kar edemediklerini kaydeden Gürcü’nün bir önerisi var: “Şehir merkezlerinin arıtma sistemlerinde ve sanayi üretim tesislerinde yağ tutucular kullanılırsa, bütün atık yağlar tutulabilir.”


ATIK YAĞ İÇİN ULUSAL BİR PROJE
ATIK yağın geri dönüşümü için Türkiye’de en yetkin çalışan kuruluşlardan biri, Alternatif Enerji ve Biyodizel Üreticileri Birliği, kısa adıyla Albiyobir. Kuruluş, sözleşmeli tarım metoduyla üyeleri adına kanola, aspir gibi alternatif ürünlerle ilgili hammadde potansiyelini geliştirme konusunda çalışmalar yapıyor. Biyodizel hammaddesi olarak bitkisel atık yağlarla ilgili yaptıkları araştırma sonucunda çok vahim bir tabloyla karşılaştıklarını dile getiren Albiyobir Yönetim Kurulu Başkanı Tamer Afacan, “Araştırmamızda mevcut atık üretici (restoran, fastfood, oteller, sanayi mutfakları) sayısı 180 bin iken, lisanslı toplayıcıların sözleşme yaptıkları nokta sayısının 6 bin olduğunu gördük. Yani atık üreticilerine ulaşma oranı yüzde 3,3’tü. Yönetmelik gereği 1 Ocak 2008’den itibaren kullanılmış kızartmalık yağların hanelerden de toplanacak olması problemi daha da büyütüyordu” diyor.
Afacan, birlik olarak bu sorunu tespit ettikten sonra geniş kitleleri hedef alan bir ulusal sorumluluk projesini hayata geçirmeye karar verdiklerini söylüyor. Bu kapsamda, Çevre ve Orman Bakanlığı ve Türkiye Belediyeler Birliği ile birlikte 3.225 belediye ve 18 merkezde toplanarak seminerler düzenlenmiş. Afacan ayrıca, çevre bilincinin gelişmesi ve kullanılmış kızartmalık yağların alternatif toplama merkezi oluşturulabilmesi maksadıyla ‘Aya Gidiyoruz!..’ kampanyası başlattıklarına değiniyor. Binin üzerinde okulun katılımının sağlandığı ‘Atık Yağ Avcıları (AYA)’ olarak adlandırılan bir proje sayesinde ise atık yağın evlerden toplanılması konusunda epey yol kat edilmiş.

2010 hedefi 100 bin ton
Albiyobir olarak müşterek toplama ve üyelere dağıtım konusunda örnek bir uygulama yaptıklarını belirten Afacan, bunun paylaşım ilkesi olduğundan bahsederek şöyle açıklıyor: “Bizim bölgesel paylaşım ilkemizin üç nedeni var. Birincisi, tüm çevre kanunları ve ikincil mevzuat mümkünse yerinde veya en yakın yerde bertaraf ve geri kazanımı öngörüyor. İkincisi, enerjinin verimliliği ilkesi, yani enerji üreteceğim diye kilometrelerce taşıyarak enerji tüketmemek. Üçüncüsü, yeteri kadar dolu olan karayollarımızda risk oluşturmamak. Bu nedenle bölgesel paylaşımla toplanan kullanılmış kızartmalık yağları en yakın yerdeki geri kazanımcı üyemize teslim ediyoruz. Bu alanda illegal faaliyetleri engellemek ve kamuya açık faaliyette bulunmak için bitkiselatikyag.com sitesini oluşturduk, çevrimiçi takip sistemi geliştirdik ve veri tabanı oluşturduk.”
Afacan, bugünkü verilere göre 2008 yılı sonuna kadar Türkiye’de 10 bin ton atık yağ toplanabileceğini tahmin ettiklerini, 2010 hedefinin 100 bin ton olduğunu belirtiyor. Afacan’ın hesabı şöyle: “100 bin ton kızartmalık atık yağdan 75 bin ton biyodizel ve 25 bin ton biyogaz elde edebiliriz. Biyodizelden 75 bin ton, temiz enerjiden 75 milyon dolar, 225 bin ton karbondioksit salınımı azalımından 33 milyon 750 bin dolar, 75 bin ton ithalat ikamesinden de 63 milyon 750 bin dolar kazanılabilir. Ayrıca 15 bin kişiye istihdam sağlanır. 25 bin ton biyogazdan da 30 milyon kilovat/saat elektrik ve bir o kadar ısı üretebiliriz ki bu da 21 milyon dolar yapar.” Afacan’ın bu anlattıklarına göre, 2010 yılı hedefi tutturulursa 100 bin ton atık yağdan 193 milyon 500 bin dolar kazanç elde edilebilir.”

“Tarım Bakanlığı denetimleri yoğunlaştırmalı”
Albiyobir Başkanı Tamer Afacan, atık yağların biyodizel üretiminde kullanılıyor olmasının, yağların sağlıksız ve yasadışı kullanımını engelleme, küresel ısınmaya karşı mücadele aracı olma gibi avantajlarının olduğunu vurguluyor ve önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Böylesine önemli bir konuda öncelikle toplumun ve atık üreticilerinin bilgilendirilmesi ve yağların gıdadan çekilme süreci ile ilgili kontrol ve denetimlerin Tarım Bakanlığı’nca yoğunlaştırılması gerekir. Konuyla ilgili temel problem bilgi eksikliğidir. Bu hususta öncelikle yazılı ve görsel basınımıza ve yerel yönetimlere önemli görevler düşüyor. Tarım Bakanlığımızca 28 Ağustos 2007’de yayımlanan kızartmalık yağların kanserojen etkinin başladığı yüzde 25 polar madde sınırında kullanımdan çekilmesi insan sağlığının korunması kadar biyodizel dönüşüm maliyetleri açısından da çok önemli. Maalesef toplanan yağlarda polar madde oranının yüzde 70’lerde olması ekonomikliği ortadan kaldırıyor.”

‘Çevreyi tüketme vergisi!’

Geri dönüşümün teşvik edilmediği gibi ÖTV’nin atık bitkisel yağların biyodizele çevrilmesinin önünde en büyük engel olarak durduğunu da kaydeden Afacan, “Çevreye bu kadar zararlı olduğu için yönetilmesi gereken atık bitkisel yağlardan yapılan biyodizelden alınan Özel Tüketim Vergisi maalesef ‘Çevreyi Tüketme Vergisi’ halinde ortada duruyor. Tüm dünyada üstüne para alınarak yapılan dönüşüm üzerinden alınan ve Çevre Bakanlığımızın da desteklediği ÖTV muafiyetinin biran önce çıkartılması gerekiyor” diyor.


ABD VE AB, GERİ DÖNÜŞÜMÜ TEŞVİK EDİYOR

ABD ve AB, ticari biyodizel üretiminde atık bitkisel yağ kullanımını teşvik ediyorlar. Atık yağlar, lisanslı restoranlar, cips fabrikaları, fast food zincirleri, oteller, askeri tesisler ve hapishanelerden düzenli olarak toplanıyor. Anlaşmalı atık yağ üreticileri bu yağları ücretsiz olarak topluyor. ABD’nin bazı eyaletlerinde standartlara uygun atık yağın litresine 20-30 cent arasında bir ödeme yapılabiliyor. New York’ta ürettiği atık yağı bir toplayıcıya teslim ettiğini belgelemeyen şirketlere ek vergi cezalarının konulması planlanıyor.
AB ülkelerinde de, atık yağların insan sağlığına, çevreye ve ekonomiye verdiği zarar vurgulanarak tüketiciler bilinçlendiriliyor. Atık yağdan biyodizel üretiminde başı Almanya ve İtalya çekerken, Avusturya, Fransa ve İsveç de önemli üreticiler arasında yer alıyor. Biyodizel Almanya’da genel olarak yağ bitkilerinden, Avusturya’da ise kullanılmış yağlardan üretiliyor.

Global 500 Türk - İkinci Araştırma

Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...