29 Eki 2008

KRİZDE BÜYÜYEN ŞİRKETLER


Onlar, Türkiye’nin yaşadığı en sancılı ekonomik krizlerde yatırım yapmaktan korkmadı ve büyüme kararı aldı. Bu strateji onları kendi sektörlerinin en üst sıralarına taşıdı. İşte, yükselen şirketlerden kriz atlattıran tüyolar…



-Bahar Öztop-Turkishtime, Kasım 2008
AMERİKALI bilim adamları kötü anılarımızı silecek bir yöntem geliştirmiş. Acaba, ‘Lehman kardeşler’in iflasını açıklayarak büyüttüğü ve henüz nerede duracağı nerede mola vereceği kestirilemeyen ekonomik buhranın etkilerini bu yöntemle yok etmek mümkün olmaz mı?  Ya da 1929’da yine Amerika’daki borsaların çöküşüyle başlayan ‘büyük dünya buhranı’nı, yaşanan diğer tüm ekonomik krizlerin yarattığı sıkıntıları ortadan kaldırıp, sadece refahı insanların hafızalarında yaşatmak mümkün mü? 
Amerika’dan sert esen kriz rüzgârı Avrupa’yı kastı kavurdu.  Ekonomik krizler konusunda talihi ‘dejavulara alışık’ olmaktan başka bir tarafa dönemeyen Türkiye’de ise ‘bu rüzgâr bize ulaşırsa ne yaparız?’ kafalardaki esas soru işte bu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2008’in ocak-mayıs döneminde iş yeri kapanma oranları son 25 yılın en yüksek seviyesini buldu bile. Açılan her 100 işyerine karşılık 54 işyeri;  açılan her 100 ticari küçük işyerine karşılık 148 işyeri kapısına kilit  vurdu.  Rakamlar yavaş yavaş ekonominin en sıkıntılı dönemlerinden biri olan 2001 krizine benzemeye hatta kapanan işyeri verilerinde olduğu gibi onları aşmaya başlardı. Zira, 2001 krizinde bile açılan 100 şirkete karşılık kapanan şirket sayısı 35’ti.
Bugün gelinen noktada genel çerçeve böyleyken, ekonominin motoru olan Türk şirketleri kendi sektöründe sonraki adımı görememekten korkuyor ve bu nedenle her duruma karşı tetikte…Yöneticiler ise harıl harıl hesap yapıyor; senaryolar en kötü durumlar üzerine bina ediliyor.  Ancak, ‘her kötü şeyin bir de iyi tarafı vardır’ gözüyle olaya bakacak olursak, aslında artık Türk şirketlerinin ülkemizde art arda yaşanan krizlerden çıkardıkları derslerle kendi kalkanlarını yarattıkları rahatlıkla söylenebilir.
Kiğılı, Koton, Ağaoğlu, Simit Sarayı, Boyner, Pronto Tour, Sandalyeci, Doğan Grubu, Tepe Mobilya, Tariş, Sanko, Ode Yalıtım, Ayakkabı Dünyası, Tepe Grubu, Damat-Tween, Baymak, Ziylan Ayakkabı gibi krizlere karşı ayakta kalabilen ve büyüyen onlarca Türk şirketinin öyküsünün de bu tablodaki yerini alması lazım. 
Cumhuriyetin ilk yıllarından 2001 yılına kadar 14 ekonomik kriz atlatan özel sektör, 2001 kriziyle birlikte artık kendi çözümünü yaratacak sistemleri geliştirmeye odaklandı. Krizlere karşı soğukkanlı davranan Türk yöneticiler, ekonominin dalgalanmalarından etkilenmeyecek stratejiler kurarak dışa dönük çözümler geliştirdi.
Bu öykünün içinde Krizden ciddi hasarlar alıp iflas noktasına sürüklenirken firmaların yanı sıra fırsatları iyi değerlendirerek küllerinden yeniden doğmayı başaranların da yeri var. Hiç yabana atılamayacak kadar çok sayıda Türk şirketi, krizlere rağmen, zor dönemleri başarıyla atlattı, hatta bugün sektörünün en önemli oyuncuları arasındaki yerini aldı.  Kimi yurtdışına açılmayı seçti, kimi de üretimde hız kesmeyerek, geliştirdiği yeni projelerle şirketine ivme kazanıyor.

Reçeteyi kendisi yazdı



Kiğılı, 2001 yılındaki kriz dönemine 15 mağazayla girdi. Bugün, 66 ilde 145 mağaza sayısı ile rekor bir rakama ulaştı. Krizden önce satış rakamı 80 bin iken, bugün 3 milyon adedin üzerinde satış yapıyor. Mutevazi bir duruşu olsa da, her yeni alışveriş merkezinde başrole çıkıyor. Bu başarının arkasında Kiğılı’nın yaratıcısı Abdullah Kiğılı’nın hazırladığı reçete var. 2001 krizinde 52 perakendeciye mektup yazan ve onları krizle topyekun savaşmaya davet eden Kiğılı, bu sayede dolar kurunu ve dolasıyla kiraları sabitledi.  Ardından sadece takım elbise satmanın yeterli olmayacağını görüp, günlük giyime de geçiş yapan Kiğılı, bu kararla rakiplerinin bir adım önüne geçti.  Şirket içi masraflar kısıldı, part-time çalışanlar işe alındı. Mağazalarda bir ürün 28 gün içinde satılmıyorsa, geri çağrıldı. Kiğılı, bugün yaşanan krize rağmen yine reçetesine güveniyor ve  2009’da mağaza sayısını 200’e çıkarak büyümeye devam etmeyi hedefliyor.




50 kat büyüdü
2001 krizinde, ortağı olduğu Pronto Tour’un tamamını satın alan Ali Onaran’ın yolunu o dönemden bu yana yaşanan hiçbir kriz kesemedi. Turizm sektörünün yara aldığı günlerde bile geliştirdiği farklılıklarla şirket,  7 yılda 50 kat büyüdü.  Pronto Tour Pazarlama Müdürü Sarp Özkan, 2001 krizinin turizm sektörünü çok etkilediğini, ancak krizin etkisini erken hissederek önlemler aldıklarını söylüyor.  Özkan, “O yıllarda Pronto Tour’un yeni yeni kendi turlarını organize ettiği, küçük çapta yapılan bu turlar içerisinde, ekonomik alternatifler üretilip piyasaların tıkandığı dönemde her bütçeye uyabilecek, herkesin tatile kolaylıkla gidebileceği imajı vererek tıkanık dönem avantaja çevrilip para döngüsü sağlanarak kriz nispeten kolay atlatılmıştı” diyor.
Bugünlerde ise kriz ortamındaki belirsizlik ve dövizdeki artış nedeniyle satışlarda yeniden bir düşüş yaşandığını dile getiren Özkan, Pronto Tour’un 2001 krizinde olduğu gibi bunu fırsata dönüştüreceğini söylüyor. Yurtdışı turlarda 2 yıldır yıllık satış bazında sektör lideri olan Pronto Tour, uygun fiyatlar ve farklı destinasyonlarla hareketlilik yaratmaya çalışıyor. Bu startejinin asıl amacını Özkan şöyle anlatıyor:  “Türkiye genelinde Pronto Tour’un 700’ün üzerinde satış acentesine belirsizlik ortamında piyasada tur satışları çok yavaşlamışken, onlara da satılabilir birkaç ürün sunarak, bizimle beraber partner acentelerimizin de bu ortamdan yara almadan çıkmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Düşünün ki 99 avroluk bir turu satın almaya giden bir misafir, Anadolu’daki daha az cirolar yapan acentemize, yarın öbür gün müşteri portföyü olarak uçak bileti, tren-feribot bileti, rent a car, yurtdışı-yurt içi otel rezervasyonu vs. için mutlaka uğrayacak.” Özkan böylece belirsizlik ortamında hem para döngüsü sağlanabildiğini hem de iş yoğunluğu kesilmeden müşteri portföyünü artırmaya devam edebildiklerini söylüyor. 

Boşluğu iyi gördü

Ekonomik krizin tam da ortasında piyasadaki bir boşluğu değerlendirerek kurulan ve bugün kendi sınırlarını zorlayan şirketlerden biri de Simit Sarayı. 1 mağaza ve 5 çalışanla işe koyulan Simit Sarayı 65 mağaza ve 1.500 çalışana sahip bir zincir. Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Okutur,  2001’de ‘tam bu işe başlama zamanı’ diyerek sektöre adım attıklarını belirtiyor.  Okutur “Amacımız 7’den 70’e herkesin çok sevdiği, usanmadan yediği ve daima sokak tezgâhlarında satılan bir ürünü aynı fiyata mağazaların içinde satışa sunmaktı. 2001 krizi bize yol açtı” diyor.




Okutur, kriz döneminin Simit Sarayı için en büyük getirisinin büyük banka şubelerinin boşaltılması, mal sahiplerinin büyük mağazaları kiraya vermekte zorlanmaları,  iş sahiplerinin de ekonominin ne olacağını bilemeleriyle işyeri kiralarının bir hayli düşmesine düşmesi olduğunu söylüyor. Şimdilerde  büyük mağaza kiralamanın çok zor olduğunun altını çizen Okutur, Simit Sarayı’nın büyüme sırrını da şöyle açıklıyor: “İşletmelerin büyük ve merkezi yerlerde açılması Simit Sarayı’nın büyümesine yola açtı. Bugün 65 mağaza ve 1.500 çalışanla yolumuza devam ediyoruz”.  Yaşananları ekonomik kriz yerine dalgalanma olarak değerlendirmeyi tercih ettiğini söyleyen Okutur’a göre, sürekli yükseliş hiçbir zaman gerçekçi değil. Okutur,  dürüst ve hijyenik çalışmanın çalışanlarla birlikte sıkıntıları göğüslemenin her zaman çözüm getirdiğine inanıyor ve şunlara dikkat çekiyor: “Ekonomik krizden korkarak hareketler kısıtlanırsa darbe daha ağır olur. Her zaman ekonomik krize düşüleceğini düşünerek, oto kontrolü ve ekonomik davranmayı elden bırakmamak lazım. Biz bugün 65 mağazaya ulaştıksa,  bu biraz da tüketicinin para harcarken daha dikkatli ve tasarruflu alışveriş yapma imkanlarını değerlendirmelerinin bir ürünü.  Diğer şirketlere de tavsiyem kurumsal çalışma düzenine girsinler. Artık bireysel çalışmak çok zor ve hiç de akıl kârı değil. İşlerini profesyonellerle, konusunda uzmanlarla yürütsünler. Tek başına para kazanılmaz. Para mutlaka birileriyle birlikte kazanılır. Yeniliklere açık olsunlar. İşleri ne olursa olsun teknolojiyi takip edip mutlaka müşterilerini dinlesinler”.


Krizde 5 proje birden
Ağaoğlu Şirketler Grubu, kriz döneminden yara almadığı gibi, tam da o dönemde yaptığı yatırımlar sayesinde başarıyla ulaştı. 2001’de Ağaoğlu olarak, 5 ayrı projenin temelini attıklarını dile getiren Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ağaoğlu, “O ortamda bize deli gözüyle bakıldığı bir dönemdi. Bankaların battığı, insanların işsiz kaldığı bir dönemde, biz çıktık ‘5 milyar dolarlık projeye başlıyoruz’ dedik, istihdam yarattık, ülkeye güvendik, durmadık” diyor. ‘My’ konseptinin temellerinin de o günlerde atıldığını söyleyen Ağaoğlu, başarının sırrını doğru proje, doğru yer, doğru zaman ve doğru ödeme koşullarının oluşumuna ve hızlı karar verip uygulama stratejilerine bağlıyor. Tüketici lehine ödeme koşulları sunabilmek için bankalarla görüştüklerini anlatan Ağaoğlu, “Bankaların konut kredilerindeki vade ve faiz seçeneklerini öz kaynaklarımızın gücü sayesinde piyasa seviyesinin altında sunuyoruz. Bu da belli bir ödeme gücü olan tüketicinin daha rahat yatırım yapmasını sağlıyor. Hem hızlı iş yapış tarzımız, hem de tüketici lehine fırsatlar sunan kampanyalarımız büyük avantajlar sağlıyor” diyor.
Ekonomilerde krizler, sorunlar, riskler olabileceğine işaret eden Ağaoğlu, bugün yaratılan durumda insanlara ‘durun, bekleyin, alışveriş yapmayın’ demenin en büyük tehlike olacağını savunuyor ve ekliyor: “Ekonominin canlı tarafını keserseniz, insanları paniğe ve endişeye sevk ederseniz işte esas kriz o zaman başlar. Biz bu ortamda bile yeni bir projeyi satışa sunduk. My World projesinin satışa çıkacak son etabı olan Southside’ın kampanyasını kamuoyuna tanıttıktan sonraki ilk 1 haftada 80 daire sattık. Patlama oldu dediğimiz geçen üç yıldaki hızına çıkmasını da kriz olmasa da kimse beklemesin”.
Ağaoğlu’na göre kriz dönemlerini atlatmanın en kolay yolu, üretimi engellememek ve durup beklememek. Ağaoğlu, “Özellikle üretime bağlı olmayan (türev) piyasalarda oluşmuş bir kriz, üretimi engellerse, satışı ve toplumdaki güveni engellerse işte o zaman kriz derinleşir, zararlar katlanır. Bunun kimseye bir faydası olmaz.Dikkat edilmesi gereken unsur, ekonomiye can veren sektörlerin durmamasını sağlamaktır. Üretimi kesmeden, azaltmadan, alışverişe devam etmek gerekir. İnsanlar, şirketler moralini bozmadan çalışmaya ve kriz yokmuş gibi doğru işler, doğru projeler üretmeye devam etmelidir” diyor.


Dönüm noktası oldu
Yatırımlarını genişleterek krizi atlatmayı başaran bir diğer firma da Koton. 2001 krizi öncesinde başta İstanbul olmak üzere dört büyük şehirde 16 mağaza ve yurtdışına kendi koleksiyonunu pazarlayan bir noktada olan Koton’un, Anadolu’da  mağazası yoktu ve bilinirliği çok azdı.
Yurtdışında henüz, perakendeci olarak tanınmıyordu. Mağazalardaki  ürün, bu günle karşılaştırıldığında çok sınırlıydı. Fakat gelişmekte olan krizi önceden fark edip, yeni stratejilerin geliştirildi ve önemli kararlar alınıp uygulandı. Koton bugün,  22 ülkede Koton Mağazalarında, organize  perakendecilik operasyonu yürütüyor. Koton stratejik planlama müdürü Cihat Büyük, 2001 krizinin Koton için önemli bir dönüm noktası oluşturduğunu ifade ediyor. Bu sayede stratejik kararlar çok daha hızlı biçimde uygulanmaya başlamış. Büyük, stratejilerini şöyle açıklıyor: “Sektörümüzde genel olarak bekleme ve küçülme eğiliminin aksine, “Büyük Koton Mağaza konseptleri”ni oluşturarak ve Anadolu’da Koton mağazalarının yaygınlaştırılmasıyla bir önceki döneme göre yatırımlara daha fazla hız verdik. “Her gün mağazalarda 30 yeni ürün” stratejimizi hayata geçirerek ve markamızın içindeki koleksiyonları daha da kimliklendirdik. Kriz sonunda artık Koton Türkiye’de bilinen bir marka, kendi segmentinde birinci ve yurtdışından ilk franchise başvurusunu alan bir marka olmuştu” diyor.
Bugün dünyayı sarsan ekonomik bunalımda, bir Koton alışkanlığı olan ve düzenli olarak yapılan “strateji arama” toplantıları sonucunda, krizin yaratabileceği sonuçları analiz ettiklerini dile getiren Cihat Büyük, bu gibi dönemlerin bir kırılma noktası oluşturduğu bilinciyle, gelişmekte olan krizin etkilerine karşılık, ne gibi fırsatlar yaratacağını  tespit  ettiklerini anlatıyor. Büyük, oluşturulan “Müşteri Merkezli” projelerle mağazalarda hayata geçirmeye “Her gün mağazalarda 30 yeni ürün” sloganı yerine, “Her gün 50 yeni ürün” slonganını hayata geçireceklerini dile getiriyor. Büyük’ün diğer şirketler için kriz tavsiyeleri ise şöyle: “Ekonomik krizlerin yaratacağı negatif etkilere karşı temel önlemleri almakla birlikle, “değişen durumda büyüme fırsatı yaratabilecek projelerimiz var mı ?” sorusuna cevap verebilmek için en önemli zamanları yaşamaktayız. Dogmalarımız bize ayak bağı olmamalıdır.”


Sıfırdan fırsat yarattı
Her şeye rağmen krizlere direnmeyi ve ürettiği iyi fikir sayesinde küllerinden doğmayı başaran şirketlerden biri de Sandalyeci. İzmir’de endüstriyel mutfak işi yapan, fakat 1999 depremi, 2000 ve 2001 krizlerinde sıfır noktasını gören Denizlili Hasan ve Kerim Başterzi kardeşlerin babaları Nevzat Başterzi ile kalan son dükkânlarını fırsata dönüştürecek bir çözüm bulur. Dükkanının konumunu değerlendirerek sandalye satışına başlayan Başterzi’lerin dönüm noktası ‘Sandalyeci’ ismini bulmaları olur. 2002 yılında Sandalyeci AŞ kurulur. Sandalyeci yılda 200 bin sandalye satan ve artık kendi üretimini de yapan bir şirket…

Sektör küçüldü, Tariş büyüdü



2001 yılında gıda sektöründe yaşanan yüzde 35'lik küçülmeye rağmen, pazar payını yüzde 14'ten yüzde 29'a çıkarma başarısı gösteren kuruluşlardan biri de Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği. Bugün dış piyasada da 25 ülkeye ihracat yapıyor. 2001’de 33 kooperatif ve 28 bin üreticinin sermayesi ile kurulan Tariş, Türkiye’de anlaşmalı olduğu bayiler ve zincir mağazalar dışında yerli tüketicilere; Toronto, Montreal, Chicago ve Düsseldorf’taki mağazalarında da tüketiciyle buluşuyor. Tariş’in bu başarısındaki en önemli sır, kaliteli ve dünya standartlarına uygun üretim yapması ve satış stratejisinde yurt dışına da açılmaya odaklanması. Tariş Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Çetin, “Zeytinyağını tanımayan Japonlara bile zeytinyağını sevdirdik. Dünyanın en prestijli mağazası olan Horrods mağazalarına bile girdik" diyor.


Rusya krizinden fırsat doğdu
Tamamı tescilli olan Polaris, Kinetix, Flogart, Proshot Torex, Halley ve Rootless markalarıyla ayakkabı dünyasında hatırı sayılır imzası olan Ziylan da, krizlerdeki cesaretli yatırımlarıyla büyüyen bir grup. Bugün bin 400’den fazla kişiye istihdam yaratan, yılda 2,5 milyon çiftten fazla ayakkabı üreten Ziylan Grubu’nun farklı bir kriz öyküsü var. 1998 yılında yaşanan krizin ardından Rusya'da bir ayakkabı sanayisi doğduğunu keşfedilip, üreticinin hammadde ihtiyacını karşılamak için ihracata başlanması Ziylan için bir dönüm noktası. Bu dönemde ihracatla ve yurtdışı pazarlarıyla ilgili tecrübeler edinen Ziylan Grubu’nda 2001 krizi neredeyse hissedilmemiş bile. Ziylan Grubu bugün ayakkabı ve ayakkabıyla ilgili yan sanayi ve ticaretini yürüten 13 şirketten oluşuyor.  33 ülkeye ihracat gerçekleştiriliyor.


Yatırım kararından dönmediler
Hacettepe Üniversitesi’ne ucuz mobilya almak isteyip, aradığını bulamayan Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın kurduğu Tepe Mobilya’nın, 2001 krizinde yaptığı 11 milyon dolarlık yatırım şirketin büyümesindeki anahtar karar. Bugün mobilya sektörünün en iyi markaları arasında yer alan Tepe Grubu’nun stratejisi, kriz korkusuna kapılmamak. Bu nedenle, tam krizin patlak verdiği ve geleceğin bulanıklaştığı günlerde, daha önce verdiği yatırım kararından vazgeçmeyerek, yeni üretim hattını hizmete açması ve yeni istihdam yaratması Tepe Mobilya’nın sektördeki büyük oyunculardan biri olmasının yolunu açmış. Bugün grup sadece mobilya üretim alanında değil, gerçekleştirdiği dekorasyon projeleriyle de göz önünde. Tepe, oteller ve turizm kompleksleri, eğitim yapıları, iş merkezleri, konferans salonları, sağlık yapıları, mağazalar, havaalanları gibi özellik ve uzmanlık gerektiren büyük kapsamlı projelerin komple dekorasyon ve tefriş işlerini yapıyor.




*** Krizde büyüyen şirketler ***
Boyner
Doğan Holding
Pronto Turizm
İpekyol
Ağaoğlu
Koton
Garanti Bankası
Gima
Kiğılı
Tepe Mobilya
Winsa
Oyak Çimento
Vaillant
Tariş
Sanko
Simit Sarayı
Sandalyeci



INFO:
BUGÜNKÜ KRİZİN ATAKLARI


Kriz döneminde şirketlerin aldığı ilk önlem reklam harcamalarında kısıtlamaya gitmek oluyor. Ancak, bugünlerde üç sektör verdiği ilanlarla dikkat çekiyor: otomotiv, inşaat ve bilişim. Gazetelerin sayfalarında, internette ve televizyonda dikkati çeken yeni tasarım otomobiller, özellikle lüks konutlar ve son model teknoloji ürünleri uygun kredi imkânları ve taksitlerle tüketicinin beğenisine sunuluyor.
Krize rağmen yatırımda atak davranan iki şirket göze çarpıyor: Boyner ve THY. Bugünlerde en çok reklamını gördüğümüz ürünlerden biri de, 2001 krizini soğukkanlı kararlarla atlatan Boyner’in Akbank işbirliği ile piyasaya çıkardığı, Türkiye’de ve dünyada bir ilk olan Fish Kart. Bu kartın en önemli özelliği, yapılan her 10 YTL’lik alışveriş için müşteriye bir çekiliş numarasının verilmesi ve arabadan seyahate kadar pek çok hediyenin bu çekilişle sunulması. Boyner, kriz döneminde yarattığı bu yeni ürün ile krizden karlı çıkıp çıkamayacağını önümüzdeki günlerce göreceğiz.
Pek çok şirketin çalışanlarını tasviye ettiği bu dönemde büyüme kararları alan bir diğer şirket de Türk Hava Yolları. Halen 100 uçağı bulunan THY, krizi fırsat olarak görüyor ve 105 yeni uçak alımıyla dünya devleri arasına katılmayı hedefliyor. Toplam 6 milyar dolara mal olacak bu yatırımda genel müdür Temel Kotil pazarlık şanslarının çok yüksek olduğunu vurguluyor. THY’nin bu yatırımına güvence veren unsur ise ABD ve Avrupa’daki büyüme fırsatları.



 

REKLAM İHRACATI

Robert Bosch’lu, Bosch reklamının Türkiye’de yapılıp Çin’de yayınlandığını biliyor muydunuz? Ya, Mehmet Günsur’lu Head&Shoulders reklamının Romanya’da çok tuttuğunu… Türk ajanslarının hazırladığı reklamlar dünya televizyonlarında dönüyor, reklam sektörü ihracatta parlıyor.
HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EKİM 2008
İyi bir televizyon izleyicisi misiniz? Reklamlarla aranız nasıl? Dev global markaların yurtdışında hazırlanan dev reklam kampanyaları ekranlarınızı süslüyor öyle değil mi? Peki, Türk reklam ajanslarının da artık sınırları aştığını ve pek çok ülkede dev markalara hazırladıkları reklamların izlendiğini biliyor musunuz?
Türkiye’de son yıllarda global markaların, giderek artan yerel reklam talebine karşılık öğrendiklerini hızla uygulayan ve aynı markalar için değişik pazarlarda çarpıcı reklamlar üreten reklam ajanslarının sayısı giderek artıyor.
Türkiye’deki reklam ajansları da iyi fikirleri sayesinde, yerli ya da yabancı markalar için hazırladıkları reklamlarla yurtdışına açılıyor. Türk pazarı için Türkiye’deki ajanslar tarafından hazırlanan tanıtım filmlerini çok beğenen global markalar, ufak tefek değişikliklerle reklamı  istedikleri pazarlara taşıyor. Reklamlarda  “Made in Turkey” damgasını Ortadoğu’dan Balkanlara ve hatta Avrupa’ya kadar pek çok ülkede gösterilen reklamlarda görmek mümkün.
Örneğin GS-Saatchi’nin P&G için hazırladığı Mehmet Günsur’lu Head&Shoulders reklamı, Türk izleyicisiyle aynı anda Romanya, Bulgaristan ve Azerbaycan izleyicisi tarafından da izlendi.
Medina Turgul DDB’nin hazırladığı VW Jetta “Elbise” ve “Vale” filmleri, Meksika’dan Rusya’ya, Romanya’dan , Hindistan’a oradan da Avustralya’ya kadar gitti. Ve çok geniş bir izleyici ile buluşmayı başardı.  Ayrıca, Vestel örneğinde olduğu gibi, dünyaya açılmak isteyen yerel şirketler de, tanıtım filmlerini Türkiye’deki hazırlatmayı tercih ediyor. Vestel, Alametifarika’nın ‘happy Vestel to you’ sloganlı reklam kampanyasıyla, Kazakistan’dan Fas’a, Azerbaycan’dan Makedonya’ya kadar 19 ülkede farklı kültürlerden izleyicilerin beğenisine sunuldu ve başarılı oldu. 

‘Proje lideri bile olabiliyoruz’
Reklamcılar Derneği Başkanı Cem Topçuoğlu, global firmaların Türkiye’de yaptırdıkları filmlerinin, başka ülkelerde de gösterime girmesinin giderek yükselen bir trend olduğunu dile getiriyor.  Topçuoğlu’na göre bunda birkaç farklı unsur etken oluyor. Türkiye’nin oldukça gelişmiş bir prodüksiyon altyapısı olduğunu dile getiren Topçuoğlu, stüdyosundan, çekim ekipmanına, set çalışanlarına kadar hemen her alanda kaliteli hizmet verilebildiğine dikkat çekiyor. Buna network ajanslarının global ölçekte çalışan reklamverenle ilişkisileri de eklenince Türk reklamcıların başarılı olabilmeleri için gerekli altyapı hazırlanmış oluyor. 
Bu unsurları bir araya getirmeyi başarmış olan reklam ajanslarının ise ulaştığı nokta ise proje liderliği… Aynı zamanda TBWA reklam ajansının kurucusu olan Topçuoğlu,  “Eskiden burada çekilen bir filmin yurtdışında da yayını söz konusuyken, şimdi Türkiye’deki ajanslar ‘0’ noktasında, yani brief aşamasında projenin liderliğini üstleniyor. Hatta bazı markalar için bölge lideri konumuna geliyor. Global fikri üreten ajans,  doğal olarak daha rahat çalışabildiği yerli yapım şirketini tercih ediyor. Gerekirse yabancı bir yönetmen ekibe dahil olabiliyor. Son olarak Türkiye’de gerçekleştirilen filmlerin/kampanyaların başarısından söz edebiliriz. Başarılı yaratıcı çalışma, prodüksiyon, performans, ajansa ve dolayısıyla ülkeye yönelik güveni artırıyor” diyor.

Model Arjantin ve Güney Afrika
Topçuoğlu’na, bu çalışmaların Türk ekonomisine güç verecek yeni bir ihracat kalemi olup olamayacağını soruyoruz. “Bunu söyleyebilmek için henüz erken’ diye yanıtlıyor. Ona göre, yabancı yönetmenlerin ülkeye yönelik ilgisi de bunun göstergesi. Nitelikli yaratıcı fikrin önünü açan global reklamverenlerin Türkiye’deki mevcudiyeti arttıkça, Türk reklamcılarının dünyadaki etkisinin de artacağına inandığını belirten Topçuoğlu, iki önemli noktanın altını çiziyor: Bunlardan ilki tanıtım diğeri ise pazarlama … Bunun örneği ise Arjantin, Güney Afrika gibi ülkelerin prodüksiyon alanındaki çalışmalarını ve olanaklarını anlatan tanıtımlarla, ülkelerine reklamveren çekme taktikleri. Topçuoğlu bu fikirden hareketle, Türkiye’nin reklam yatırımlarının benzer ekonomilerin bir hayli gerisinde kaldığınının ve reklam ihracatçısı konumuna gelebilmek için Türkiye’nin de pazarlama aklıyla hareket etmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Atıf Bir, Türkiye’deki reklam ajanslarının 10 yıldır yurtdışına iş yaptığını söylüyor. Bir, reklamda ihracata başlamamızı dünyanın küreselleşme eğilimini, dünya markalarının gelişmesi ve Türkiye’nin bu yapıya çok iyi entegre olmasına bağlıyor. Çokuluslu şirketlerle çalışabilecek çok zeki ve yaratıcı Türk ajanslarının olduğunun altını çizen Bir’e göre esas sorun reklam veren tarafında. Bir, “Reklam ajanslarını doğru çalıştırırsanız, onları iş ortağı olarak görürseniz, çok iyi iş yaptıklarını da kanıtlarsınız. Bence Türkiye’deki reklamverenler,  neden böyle işleri biz yaptıramıyoruz diye kendileri düşünsünler” diyor.

‘Dizi izleyicisine reklam yaparak olmaz’
Türkiye’de, reklam ajanslarının ihracat düzeyine gelebilmek için global markalarla çalışmasının bir gereklilik olduğuna da vurgu yapan Prof. Bir, şunları söylüyor: “Reklamcılıkta kültür çok etkilidir. Türkiye’de hazırlanan reklamı çoğunlukla bir Amerikalı’nın ya da İngiliz’in anlaması mümkün değil. Bu yüzden reklam ajanslarımız Cannes’da ödül alamıyor. Çünkü Türk reklamları, ortalama seviyede insana göre yapılıyor. Bizim seyrettiğimiz dizilere, filmlere, yarışma programlarına bakın. Bunları seyreden kişilerin de beğeneceği ve anlayacağı reklam, daha ağır aksak, daha kaba mizah oluyor açıkçası. Bu nedenle, reklam ajanslarımız reklam ihraç edebilmek için daha çok global markalarla çalışmalı. Türkiye’de yapılan işlerin ihracatı çok mümkün görünmüyor şu aşamada. Genellikle baktığınızda reklamı daha soyutlamak ve her toplumda işler hale getirmek önemli” diyor.

3 ay İngiltere’de 2 ay Meksika’da
Ali Atıf Bir, Türkiye’deki reklam ajanslarının, reklam ihracatına başlamayabilmesinin yolunun global pazarı iyi anlamalarının ve özellikle kreatif seviyede ve de farklı kültürlerde çalışmayı öğrenen insan yetiştirmelerinden geçtiğine değiniyor. Ajansta yaratıcı olarak çalışanların, dünyayı iyi analiz etmeleri gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Bir, “Reklamcılar, gidip 3 ay İngiltere’de, 2 ay Meksika’da çalışmalı mesela. Dünyayı iyi tanımaları gerek. Pazarlamacılar bunu yapıyor ama artık reklamcılar da yapacak sanırım” diyor.
Ali Atıf Bir, Türkiye’deki ajansların yurtdışında da yakaladığı başarıyı şöyle açıklıyor: “Global şirketler, hazır olan reklamların yakaladığı başarıya göre, farklı ülkelere göre reklamı adapte ederek yayınlayabiliyorlar. Türkiye’yi ucuz diye tercih ediyorlar diyemeyiz, çünkü prodüksiyon ülkemizde hiç de ucuz değil. Aksine daha pahalı... Hatta, Türkiye’deki birçok firma bu maliyet nedeniyle yurtdışını tercih ediyor. Türkiye’deki ajansın işlerinin kullanılıyor olmasının esas nedeni, genel pazarlama planı içerisinde daha ucuza gelmesi.”
10 yıldır hem uluslararası hem yerel markalara hizmet veren Medina Turgul DDB, bugün Türkiye’nin en büyük 10 ajansından biri. Medina Turgul DDB, reklam ihracatında da ön sıralarda. Daha çok global markaların Türkiye’de hazırlanan reklamlarını ülkelere adapte ediyorlar. Örneğin, Türkiye’de gösterilen Knorr, Volkswagen, Philips Satinelle ve Lipton reklamları, küçük birkaç adaptasyonla yurtdışında da çok geniş bir izleyici kitlesine ulaşıyor. Knorr Bulyon “Canlanan Tencereler” reklam filmi, 2006’da İsrail, Mısır ve Fas’a ihraç edilmiş. Knorr Doğallık Kampanyası, 2007’de Portekiz ve Yunanistan’ın yanı sıra Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde gösterime girdi.  “Doğal kurutma” fikri Latin Amerika’da yerel reklam uyarlamalarına ilham vermiş.  Philips Satinelle “Mahkumlar” kampanyası global bir kampanya olarak hazırlanarak telifler alındı ve Brezilya ve Orta Avrupa ülkelerinde kullanıldı. Lipton Lipton marka filmi, Nijerya’dan Kafkas ülkelerine, Arabistan’dan Mısır’a ihraç edildi.

Evrensel fikir her yerde tutar


Medina Turgul DDB Grup Başkan Yardımcısı Lawrence Du Pre, “Deneyimlerimiz gösteriyor ki; bir reklam sadece Türkiye için hazırlansa bile, evrensel olarak geçerli, güçlü bir fikre ve özenli bir prodüksiyona sahipse, başka pazarlar bu reklamı sonradan mutlaka değerlendiriyor” diyor. Kültür ve dil farklarına karşın reklamın yurtdışında başarı yakalaması için en sağlam yolun, yaratıcı, basit ve güçlü bir reklam fikri bulmaktan geçtiğinin de altını çiziyor. Fikri bulduktan sonraki aşama ise,  reklamın yayınlanacağı ülkelerde nasıl karşılandığını, müşteri sunumu ve araştırmalarla öğrenmek olduğunu belirten Du Pre, “Ülkelerden aldığımız geri dönüşe göre reklamın vuruculuğunu azaltmayan bazı değişiklikleri yapıyor, esneklik sağlıyoruz. Prodüksiyonda kültürel uyum ve yüksek kalite önemli. Nasıl ki biz ‘uyarlama kokan’ yabancı reklamları benimsemekte zorlanıyorsak, bizim yaptığımız reklamın farklı ülkelerde kabul görmesi için oyuncu ve mekan seçiminden ürüne kadar uzanan tüm süreçlerde ayrıntıya ilişkin  ev ödevimizi iyi yapıyoruz. Farklı kanuni düzenlemelere dikkat ediyoruz” diyor.

Kalite de Avrupa seviyesindeyiz 
Türkiye’nin tercih edilmesinde yaratıcı fikir kadar önemli olan birkaç olguyu daha vurguluyor Lawrence Du Pre ve şunları söylüyor: “Batı Avrupa seviyesinde prodüksiyon kalitesini Türkiye’de daha hesaplı sunuyoruz. Bölgemizdeki Orta Avrupa ve Ortadoğu ülkelerine kıyasla hem hedef kitlemiz hem de fiyatımız daha yüksek. Bölgesel ya da global telif hakları için baştan pazarlık yapmak, kampanya ihracatını kolaylaştırıyor. Dünya çapında bir organizasyonda, yaptığınız reklamın fark edilmesini sağlamak tanıtımla mümkün. Reklam ajansının yerel müşterisiyle el ele verip global yönetime mümkünse bizzat sunması, ilginç ve etkileyici yollardan kampanyayı duyurması başka ülkelerden talep gelmesini de  sağlıyor.”

Global duruş şart
Son yıllarda en çarpıcı reklamlara imza atan ajanslarından Alametifarika da, reklam ihracatı  yapan firmalar listesinde yer alıyor. ‘Happy Vestel to you’ kampanyası ile 19 ülkede Vestel’in tanıtımını üstlenen Alametifarika, ve Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın yurtdışı tanıtımına imza atıyor. Alametifarika Başkan Yardımcısı Yasemin Sümer, son zamanlarda yürüttükleri bu kampanyaların yurtdışında da global bir başarıya imza atma konusunda iyi bir sınama fırsatı olduğunu dile getiriyor.  Vestel markası için Türkiye dışındaki ülkelerde yayınlanmak üzere hazırlayan Alametifarika,  Kazakistan’dan Fas’a, Azerbeycan’dan Makedonya’ya uzanan çok geniş ve ilginç bir coğrafyada büyük bir operasyona başlattı.

Sümer, hedefi Vestel’in bu ülkelerin çoğunda pazar lideri olan global rakipleri karşısında global bir duruşla hızla ünlenmesini sağlamak olan kampanyanın yürütüldüğü 19 ülkenin hemen hemen hepsinde farklı dil konuşulduğuna dikkat çekerek, farklı kültürler üzerinde aynı güçte etki yaratacak tek bir reklam kampanyası hazırlama fikriyle yola çıktıklarını anlatıyor.
İşi kültür farklılıkları ötesinde zorlaştıran diğer faktör de bazı ülkelerde yasaklarla dolu olan reklam kuralları oluyor.
İran’da reklamda kadın oyuncu kullanılmaması, Gürcistan’da mutlaka Gürcüce ve Gürcü alfabesi kullanımının zorunlu olması, evrensel bir kavramla çözüm yarattırmış: bir doğum günü kutlaması. Vestel’in o ülkeye gelişi “Happy Vestel to you” kutlama cümlesiyle sembolleştirilerek aşılmış.

ÇİN'DEN HONDURAS'A REKLAM İHRACATI
Alametifarika: Vestel (Türki Cumhuriyetler ve Ortadoğu), Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (Uluslararası medya)
Altıncıduyu: Bosch (Romanya, İspanya)
Art Grup: Arçelik Blomberg (Yunanistan, Litvanya, Hırvatistan, İran, Rusya, Azerbaycan, İsrail), THY (Uluslararası medya), Eagle Mobile (Arnavutluk), Alb Telecom (Arnavutluk)
ATCW: Filli Boya Tex (Romanya), Fındık Tanıtım Grubu (Çin, Japonya, ABD, Avrupa)
Çocuklar: Teka (Portekiz)
Draftfcb: Cipso ve Patos (Rusya, Ukrayna, Baltık Ülkeleri)
GS-Saatchi &Saatchi: Head&Shoulders (Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu, Romanya)
Manajans\JWT: Vodafone (Almanya, Ortadoğu), Elidor (Ortadoğu, Latin Amerika)
Medina Turgul  DDB: Knorr (Doğu, Orta Avrupa, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Güney Amerika), Lipton Ice Tea (Güney Afrika), Philips Satinelle Ice (Estonya, Letonya, Sırbistan, Romanya, Litvanya), Volkswagen Jetta (Rusya, Finlandiya, Avusturalya, Honduras, Hindistan), Volkswagen Beetle (Macaristan)
OCW: Samsung E200/Samsung J700 (Ortadoğu, Pakistan)
Publicisyorum: THY (Uluslararası medya), Nestle Nestum (Avrupa)
Sportsnet: Gillette Mach3 (Romanya)
TBWA-İstanbul: Beko (Balkanlar, Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu), Fiat (İspanya, Romanya)

AH BİR ZENGİN OLSAM...

Hollandalı fuar şirketi GMG Türkiye’de 48 bin adet dolar milyoneri var dedi ve Milyoner Fuarı’nı Türkiye’ye getirdi. Fuarın Türkiye’den ortağı CNR, 500 milyon dolarlık iş hacmi bekliyor. Rakamlar çok iyimser gelebilir ama bu ilgi zengin sayımızın artmasına bir gösterge.

HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EKİM 2008

Ne dünya piyasalarındaki dalgalanma, ne de ekonomik krizler onların tercihlerini değiştirebiliyor. Onlar ekonomi nereye giderse gitsin her zaman harcayacak çok parası olanlar…


Moskova sokaklarındaki altın kaplama Porsche’un, 1 milyon avroluk Bugatti Veyron marka parfümün, 2 milyon 300 bin dolarlık Aston Martin otomobilin, 700 bin avroluk mücevherli bir saatin, 6 milyon 200 bin dolara 101 karatlık elmasın, tercihe göre içine jakuzi bile yerleştirilebilen dünyanın en pahalı arabası Mercedes Maybach’ın sahiplerinden bahsediyoruz. 139 milyon dolarlık dünyanın en lüks evlerinde yaşıyor, 24 ayar altın kaplama çikolatalardan yiyorlar…
Barclays'in yaptığı global milyoner araştırmasının sonuçlarında göre, açlık sınırında yaşayan insan sayısı da dünyadaki zengin sayısı da her geçen artıyor. Araştırmaya göre 2007’de 34,5 milyon kişi dolar milyoneri iken önümüzdeki 10 yıl içinde bu rakamın 61 milyona ulaşması bekleniyor. Yine aynı araştırmaya göre 5 milyon dolardan fazla servete sahip olanların sayısının 2 milyondan 5,2 milyona çıkması, dolar milyoneri olanların sayısının 1 milyon kişiden fazla olduğu ülke sayısının 7’den 12’ye çıkması öngörülüyor. En çok milyoneri olan ülkeler sıralamasında ABD başı çekerken, Japonya, Çin, İngiltere ve Almanya da listede ilk beş arasında yer alıyor.

Milyoner liginde hızlı tırmanış
Barclays'e göre, Türkiye en çok milyoneri olan ülkeler sıralamasında 10 yıl içinde 6 sıra birden atlayacak. Türkiye’nin 6 ülkeyi geride bırakarak, 2017'de 32. sıradan 26. sıraya kadar yükseleceği tahmin ediliyor.
Merrill Lynch ve Capgemini tarafından geçtiğimiz haziran ayından yayınlanan 12. Dünya Varlık Raporu da servet sahipleri üzerine dikkat çekici veriler sunuyor.

 Raporda, yüksek varlıklı bireyler ve ultra yüksek varlıklı bireyler artan fiyatlara rağmen, harcamalarını hız kesmeden sürdürüyor. Buna göre, yükselen ekonomilerde, yüksek varlıklıların varlık toplamı, 2007 yılında yüzde 9,4’lük bir artış göstererek, 40,7 trilyon dolara ulaşmış durumda. Sayıları ise, 2007 yılında yüzde 6’lık bir artışla 10,1 milyona ulaşmış... Yüksek varlıklıların sayısı, en çok yüzde 15,6 ile Ortadoğu ülkelerinde, yüzde 14,3 ile Doğu Avrupa ve yüzde 12,2 ile Latin Amerika’da artış gösteriyor.
Gelelim 40,7 trilyon dolarlık bu servetin tüketilmesi meselesine...‘Tutku yatırımları’ olarak adlandırılan lüks tüketimin, pek çok kategorisi bulunuyor. Son model otomobiller, özel jetler, özel yatlar, diğer lüks koleksiyon parçaları tüketimde yüzde 16,2 ile ilk sırada yer alıyor. Bunu yüzde 15,9 ile sanat eserleri izliyor. Mücevher yüzde 13,8 ile üçüncü, lüks/yaşam seyahatleri yüzde 13,5 ile dördüncü sırada yer alıyor.

Servet, gösteriş, göz kamaştırıcılık...


Bu tüketimlerin artmasında, son yıllarda trend haline gelen bir ticari argümanın da etkisi büyük. Globalleşen satış yöntemlerinin en eskilerinden olan fuarlar, artık lüks tüketim tutkunu milyonerlere de özel olarak düzenleniyor. Hollandalı Gijrath Media Group (GMG) tarafından, 2002’de ‘moda yaratıcı yaşam tarzı etkinliği’ sloganı ile Amsterdam’da açılan “Millionaire Fair” yani Milyoner Fuarı bu alanda bir ilki başardı. Basın tarafından ‘Zenginler için peri masalı, üstünlerin bayramı’ olarak lanse edilen fuarın Hollanda’da büyük yankı uyandırması, uluslararası arenaya da taşınmasını sağladı. Üç yıl sonra bu kez Moskova’da ilk uluslararası Milyoner Fuarı gerçekleştirildi. Ardından Münih, Dubai, Şangay ve Kortrijk fuarları geldi. 
Bu yıl ise, GMG’den franchising alan CNR Ekspo Fuarcılık Türkiye’de bir ilke imza tarak Milyoner Fuarı düzenleyecek. Dünyanın zenginlerini ve lüks tutkunlarını bir araya getirmesi planlanan fuar 30 Ekim - 2 Kasım tarihleri arasında yapılacak.
Sergi alanının her santimetrekaresini lüks alışveriş cennetine çevirmeyi amaçlayan organizatörler,  yaratmayı planladıkları servet, gösteriş ve şatafat atmosferi ile ziyaretçilerin kendilerini dünyanın en ayrıcalıklı insanları olduklarını hissettirmeye çalışacak.
 
Fuarın organizatörü CNR Ekspo Fuarcılık’ın Genel Müdürü Rüştü Barkay, dünyada 220 milyar dolar büyüklüğe ulaşan lüks tüketim pazarının, yeni ticari alanlar da yarattığını belirterek, Milyoner Fuarı’nın yalnızca bir fuar değil, görsel bir şov olduğunu söylüyor. CNR Ekspo’nun bu fuarı Türkiye’de düzenlemek için GMG’den franchise haklarını alan ilk şirket olduğuna da dikkat çeken Barkay, “Yaptığımız araştırmalarda çevre ülkelerdeki 1 milyon dolar ve üzerinde serveti olan yaklaşık 200 bin kişinin olduğunu gördük. Dolayısıyla bu fuarın ziyaretçi ağırlama ve ürün sunma konusunda büyük bir potansiyel yaratacağını biliyoruz” diyor.

450-500 milyon dolarlık iş hacmi
Organizatörlerin fuardan beklentileri yüksek. Genel Müdür Barkay, fuardan beklentilerini şu şekilde dile getiriyor. “Toplam 100 katılımcı ve bunların temsil ettiği 200-250 marka fuarda yer alacak. İş hacminin en az 450- 500 milyon dolar olacağını düşünüyoruz. Çünkü, ziyaretçileri ve katılımcıları bir laboratuar çalışması gibi bir araya getirmiş oluyoruz. Lüksü tüketicinin ayağına getiriyoruz. Doğru ziyaretçiler de geldiği anda, katılımcılar birçok farklı ülkedeki olası alıcıları aynı ülkede görmüş olacak. Davetlilerin aynı anda hem ultra lüks bir tekneyi, hem kiralayabileceği özel jeti, hem de mücevherli özel tasarım bir saati aynı yerde görmesi mümkün olacak” diye ifade ediyor.
Milyoner Fuarı’nın Türkiye’nin tanınmasında da etkin rol oynayacağını dile getiren Genel Müdür Barkay, Moskova, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Suriye, İran ve hatta Antalya’da özel tanıtımlar yaptıklarını söylüyor. Yine tanıtım çalışmaları kapsamında çevre ülkelerden de ziyaretçi çekebilmek için aralarında Rusya ve Ukrayna’nın da bulunduğu Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi 17 ülkede özel bir çalışma yapıldığı gibi VIP seyahat firmaları ile de özel anlaşmalar yapıldı. Hatta acentelerin portföyünde yer alan potansiyel müşterilere özel davetiyeler gönderildi.
CNR Ekspo yetkililerine haber ileten Dubai, Kazakistan ve Moskova’dan üç ayrı grup, Türkiye’deki en lüks otellerde yerlerini ayırtmış bile. Özel uçaklarıyla Türkiye’ye gelecek olan grupların önemli isteği ise, karşılama ve ağırlamanın özel olması.

‘Türkiye’de 48 bin dolar milyoneri var’

GMG ile birlikte yürüttükleri araştırma sonucunda, Türkiye’de 48 bin dolar milyoneri olduğunu belirlediklerini kaydeden Barkay, Türkiye’deki ziyaretçi hedeflerine kişiye özel davetiye gönderdikleri bilgisini de veriyor. Davetiye gönderilen isimler Türkiye’nin en eski aileleri, iş adamları, yatırımcılar, emlak ve gayrimenkul zenginleri...
Türkiye’de ilk kez orijinal Milyoner Fuarı’nın yapılıyor olmasının çok önemli olduğuna değinen Barkay, fuara bin 500 ila 2 bin arasında yabancı davetlinin yanı sıra Türkiye’den 20 bin civarında ziyaretçi geleceğini tahmin ettiklerini belirtiyor. Barkay’a göre önemli olan sergilenecek markaları, Türk tüketicisinin de alabileceğinin düşünülmesi. Bu yıl fuar 20 bin metrekarelik bir alana kurulacak. İkinci fuarda ise hedef 60-70 bin metrekare alana ulaşmak.

EXTRA...
Schumacher, Paris Hilton, Elizabeth Hurley
Milyoner Fuarı’na katılacak firmalar, yoğun talebe de bağlı olarak çok detaylı incelemeden geçiriliyor. Katılımcıları belirlemek için GMG ve CNR Holding temsilcilerinin yanında, Türk iş dünyasının önemli isimlerinden de oluşan bir fuar icra kurulu kurulmuş. Öncelikle sektörler ve kriterler belirlenerek, ürünün fuarda sergilenmeye uygun olup olmadığı araştırılıyor ve uygunsa davet mektubu gidiyor.
  
Fuarın sürpriz isimlerinden biri de dünyaca ünlü F1 pilotu Michael Schumacher. Dubai’de bir gayrimenkul şirketi sahibi olan Schumaher’in de, kendi ürünlerini tanıtmak için fuarda standı bulunacak. Paris Hilton ve Elizabeth Hurley de açılışa katılması muhtemel ünlüler arasında...

Fuarda Türk markaları da yer alacak. Özel üretim halıları Beyaz Saray’da da kullanılan Has Halı, Türkiye’nin önde gelen yat üreticileri Ada, Noble, Brotek; Geylan Saat Aksesuvar, Stonex Madencilik... Ayrıca Aston Martin ve Saab da otomotiv standlarında boy gösterecek.

Has Halı’nın sunacağı Kainat Halısı’nın dünya üzerinde üç örneği bulunuyor ve henüz paha biçilememiş. Halının 1991’de üretilen ilk örneği, Japonya 'da bir otele 1 milyon dolara satılmış. 1996'da üretilen ikinci örneği ise Türkiye 'de adı gizli bir koleksiyonerin elinde olduğu söyleniyor.

İNOVASYON İÇİN BİRAZ MELANKOLİ

Fütürist Anne Skare Nielsen, inovasyon fikrinin, rekabetçilik ve zenginlik anlamında algılanıyor olmasına çok şaşırıyor. Ona göre, hayatın anlamı gurur duyulabilecek bir değer yaratmak ve inovasyon da bunun için bir araç. Nielsen, inovasyon için Türk şirketlerinin biraz melankoliye ihtiyacı olduğunu düşünüyor.  

HABER: BAHAR ÖZTOP 
TURKISHTIME-EKİM 2008 

Dünyanın artık ‘daha çok insan, daha çok kaynak, daha çok doğa’ biçiminden, ‘en iyi insan, en iyi kaynak ve en iyi doğa’ biçimine evrildiğini dile getiren Danimarkalı fütürist Anne Skare Nielsen, yeni duruma ayak uydurmak için çözümün de çok basit olduğunu ileri sürüyor. Nielsen’e göre, soru sormayı öğrenmemiz, şaşırmamız, bize en iyi performansı sağlayacak düşünme sistemini geliştirmemiz ve hatta mükemmelleştirmemiz gerekiyor. Ve bu yeniliği yaratabilmek için de gergin olmamak, işyerinde eğlenebiliyor olmak önemli. Nielsen’in bu konuda ilginç bir tezi de var: “Tembellik inovasyon için itici bir güç olabilir.”

Pek çok liderin aslında tembel olduğunu da söyleyen Nielsen, doğadan bir örnek vererek durumu açıklıyor: “Doğaya baktığınızda birçok hayvanın tembel olduğunu görürsünüz. Mesela aslan krallar hiçbir şey yapmaz ama yemek yer ve üremeyi sağlar. Dişileri bütün görevi yerine getirir. Kendinize sorun: Bu işi-görevi ‘en akıllıca ve en kolay yoldan nasıl çözebilirim?’ diye. En kolay yol hangisi olur? Birçok Nobel Barış Ödülü adayı, yataklarına kafalarında bir problemle gittiklerini, çünkü çözümle uyandıklarını söyler.”

‘Kârlılık oksijen gibidir’
Bir şirket için stabil bir çevrede olmak ve problemleri ortaya çıkmadan önce görüp çözebilmenin oldukça önemli olduğunu dile getiren Nielsen, şirketlerin sistemlerinde odaklanılması gereken esas noktayı şöyle tarif ediyor: “Kârlılık iyidir, ama aynen oksijen gibidir. Kârlılığa sahip olmak zorundasınız ama bu hayatın anlamı değil. Hayatın anlamı, gurur duyabileceğiniz bir değer yaratmaktır. İnnovasyon da bunun için bir araçtır. Burada gerçekten ilginç olan bir şey var ki, o da bizim innovasyonu rekabetçilik ve zenginlik-çok para kazanma- anlamında algılıyor oluşumuz. Fakat, inovasyon bunun çok daha ötesinde bir şey. İnnovasyon, kişiye özel gelişme programına sahip olabilmek için mükemmel bir mazerettir. Doğru şeyleri, doğru yollarla yapmak içindir. Bu da şu demek oluyor: Gelecek hedefi, dışarıda bir yerlerde değil. Gelecek hedefi sizsiniz, bu yüzden gidin ve en iyisini yapın. Gelecek buradadır. Ve bu kez kişiseldir” diyor. Geleceğin tamamen ‘insan’ odaklı olacağını ileri süren Nielsen, insanlardan en iyisini alabilmek için öncelikle onlara yatırım yapılması gerektiğini ifade ederek Future Navigator’daki çalışma sisteminden örnek veriyor: “Benim şirketimde herkes dilediği takdirde gidip başka bir şirketle de çalışma özgürlüğüne sahip. Ama ben onların Future Navigator’ı seçmelerini isterim. Çünkü bizim şirketimizde olanlar için daha fazla eğlence, gelişme ve anlam var. Bu nedenle çekicilik, şirketler için iyi bir motor güçtür diye düşünüyorum.”  

Türk şirketlerin ihtiyacı melankoli 

Daha önce de seminer vermek için Türkiye’ye gelen Nielsen’e, Avrupa Birliği üyelik sürecindeki Türkiye’de, şirketlerin Avrupa’ya entegre olabilmek ve uluslararası arenaya açılabilmek için nasıl bir yöntem izlemeleri gerektiğini soruyoruz. Nielsen, Türk şirketleri konusunda uzman olmadığını belirtiyor ancak yorum yapmadan duramıyor : “Avrupa’daki şirketlerin geleceğin iyi rol modelleri olabileceğini düşünmüyorum. Bunun yerine, geleceğin her liderinin kendi başarısının tanıtımını yine kendisinin yapması gerektiğini düşünüyorum. Gerçeklik, kültür, farklılık, ruh, varlık, dürüstlük, görkem, zanaatkârlık ve iş yaşamı dengesi gelecekte başarı için anahtar kelimeler olacak. Benim iyi düşüncem-ki bu sadece bir tahmin- Türk şirketlerinin zayıf tarafı tarihten dolayı çok fazla mental bariyerlerin olması. Sizin bulunduğunuz bölgenin kaçınılmaz bir melankoli ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Melankoli ve nostalji bazen sizi geri tutabilir ve kendi iç yaşamınıza dönmenize neden olabilir. Bu da gelecekte başarı için iyi bir davranış biçimi değildir. Ama aynı zamanda sizi diğerleri için takip edecekleri güçlü, çekici ve mükemmel bir rol model de yapabilir. Pozitif bir tarafı seçmeliyiz, gelecek iyimser girişimci insanlara ihtiyaç duyuyor. Ben bunun Türkiye’de bol miktarda bulunabileceğine ikna olmuş durumdayım.”

‘İnovasyon her zaman iyi değil’
İnovasyon gurusu Nielsen’e onu en çok etkileyen inovasyonu soruyoruz. Ve hiç beklemediğimiz bir yanıt geliyor: “Şunu söylemem gerekir ki, son zamanlarda beni en çok etkileyen inovasyon cep telefonu. Bu aletin neden bu kadar sorun yaratması gerektiğini anlayamıyorum.
Telefon şirketimi aradım ve şunu söyledim: ‘Bakın, sizin ürününüzü kullanmak isterim ve size para ödemeyi de, ama neden bu cihazı benim için çok zor hale getiriyorsunuz?’ En sonunda, bana uyan bir telefon bulabildim, ama bu tamamen eski ve basit bir modeldi. Yani, inovasyon her zaman iyi bir şey değil. Teknolojik bir safraya- yüke dönüşürse, gerçekten büyük bir ıstıraba neden olabilir. 
Ama mesela, MacBook Professional’ımı çok seviyorum. Park ücretini telefonum aracılığıyla ödeyebildiğim otomatik park özelliğini de çok seviyorum. Ayrıca, büyüyen bir trend olan boyutların küçültmesinden de büyük keyif alıyorum. Mesela kitaplar, yemek, seyahat gibi şeyler minik paketlerde, ama iki kat eğlenceli...”  

IKEA'nın başarısının sırrı

Nielsen, keyifle çalıştığı şirketlerden birinin de IKEA olduğunu ifade ediyor.. IKEA’yı kendisi için özel kılan şey ise, çalışan her bireyin kendisini her zaman organizasyonun en önemli değeri olarak görme ayrıcalığına sahip olması. Nielsen, IKEA çalışanlarının kendilerini başarıdaki payın merkezinde gördüklerini ve bu nedenle yaptıkları her işte sorumluluk almaktan kaçınmadıklarını belirtiyor. Nielsen, IKEA’yı başarıya götüren bir diğer nedeni de şöyle açıklıyor: “Yalın strateji. Yani bu strateji öyle basit olmalı ki, 6 yaşındaki bir çocuğa açıklanabilir nitelikler taşımalı.” IKEA çalışanlarının ‘Evinizin Her şeyi’ gibi basit bir sloganla yola çıktığını, ve bunun da kafalardaki düşünceleri filtre edebildiğini söylüyor Nielsen. Tabii bunun yanında IKEA’nın sadece mobilyadan ibaret olmadığını, lojistik, marka ve iyi fiyat desteklerini sunduğunun da altını çiziyor.  

BİLGİ NOTU: 
Anne Skare Nielsen kimdir?
37 yaşındaki fütürist Nielsen, bugüne kadar kariyerinde pek çok önemli global şirkette görevde bulunmuş. IKEA, P&G, Unisys, Novo Nordisk gibi sektörlerine yön veren dev isimler Nielsen’in çalıştığı şirketler arasında. Saatchi & Saatchi'ye ait olan fikir üreten şirket Fahrenheit 212'nin kurulumuna da yardımcı olan Anne, Etik Komitesi, Danimarka Bilim Bakanlığı, Teknoloji ve İnnovasyonun Bilişim Forumu (ICT - Forum), Danimarka Tasarım Merkezi "Designmatter"ın Danışma Kurulu, Küresel Gelecek Forumu gibi pek çok kuruluşta inovasyon hakimiyeti misyonunda elçi olarak hizmet veriyor. Lisans eğitimini Kopenhag Üniversitesi’nde biyoloji alanında tamamlayan Nielsen, yüksek lisansını aynı üniversitede siyasal bilimler alanında gerçekleştirdi. 2003’te üç ortağıyla beraber Future Navigator danışmanlık merkezini kurdu. Nielsen, 7 -12 Ekim’de düzenlenecek olan Cebit Bilişim Zirvesi için Türkiye’ye geliyor.

TÜRK 'BILL GATES’LER

Üniversite öğrenimini tamamlayan genç yazılım mühendisleri, kendi işlerini sıfırdan kuruyor ve genç yaşta yabancıların da iştahını kabartan milyon dolarlık şirketlere sahip oluyorlar. Onlar, hedefleri uluslararası arenada da boy gösterebilmek olan Türk Bill Gates’leri.

HABER: BAHAR ÖZTOP 
TURKISHTIME-EKİM 2008

Yazılım geliştirme yeteneğine iş zekasını da ekleyerek, bugün dünyanın en zengin kişisi olan Microsoft’un kurucusu 40 milyar dolarlık Bill Gates’in başarı öyküsünü bilmeyen yoktur. İlk bilişim dersini henüz 12 yaşında alan, okul arkadaşı Paul Allen ile birlikte boş zamanlarını çoğunlukla bilgisayar programları üzerinde çalışarak geçiren Gates, o zaman bir gün dünyanın en zengin kişisi olacağını tahmin ediyor muydu dersiniz? Bill Gates’in yaşam öyküsünü yakından izleyen analistlere göre bu sorunun yanıtı ‘evet’...Des Dearlove, ‘Bill Gates Yöntemi’ adlı kitabında ‘o kişisel hesaplamanın tarihini değiştirebileceğini biliyordu ve şanslı olma ihtimalini en yüksek zirvesi¬ne çıkarabilmek için, altı aydan daha fazla bir süre boyunca hiç yorulmadan çalıştı” diyor.
İlk şirketini 12 yaşında kuran ve trafik sayım ve kontrol sistemi için programlar üreterek hemen 20 bin dolarlık satış yapan Bill Gates’in başarı öyküsüne dönüşen yaşamında, belki de tek bir tesadüf var. IBM’in PC’ler için yazılması gereken işletim sistemi teklifinin Gary Kildall tarafından reddedilmesi. Zira bu reddin ardından Gates, IBM için çalışmaya ve yavaş yavaş yöneticilik zekasını da ortaya koymaya ve sonrasında Microsoft’u devleştirmeye başlıyor.
Bu sayımızda biz de acaba Türkiye’den de böyle bir hikaye çıkabilir mi diye araştırdık.  Interpromedya’nın Bilişim 500 listesinin ışığında Türkiye’nin genç bilişimcilerinin peşine düştük. Ve her biri genç yaşta kendi işlerini kurmuş ve milyon dolarlık şirket sahibi olma başarısını göstermiş genç bilişim girişimcileriyle karşılaştık.
2007 yılında 25 milyar 792 bin 449 bine ulaşan Türk bilişim pazarında, sadece akıl sermayesi ile büyük başarılara ulaşan pek çok Türk şirket var. Bilişim 500 listesinde, henüz üst sıralarda yer alamasalar da, sessiz ama emin adımlarla, yenilikçi fikirleriyle sektördeki yabancı rakiplerine fark atma arzusunda olan pek çok genç girişimci var. Biz de o listeden, akıl sermayesi ile kurulan 4 şirketi seçtik ve Bill Gates’in iş zekasını kullanan girişimcilerle gelişim stratejilerini konuştuk:

Ahmet Özsüzer (28)
Era Bilişim Hizmetleri


Microsoft peşini bırakmıyor
Bir bilgisayar satın alabilmek için yaz tatilini elektrikçide çalışarak geçiren 13 yaşındaki çocuk, bugün 28 yaşında 2,5 milyon dolarlık bir şirketin sahibi. Bilişim 500 listesinde 423’ncü sırada yer alan Era Bilgi İşlem Hizmetleri ve Elektronik Sanayi’nin Genel Müdür Ahmet Özsüzer, bilgisayar tutkusuyla büyümüş. Bu nedenle de İstanbul Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği okumuş. Üniversite öğrencisiyken, bir yandan da yazılım programlarına ek çözümler geliştirerek geçimini sağlayabilmiş.
Mezun olur olmaz, Microsoft’tan Özsüzer’e teklif gelmiş, ancak o kendi işini yapmak istediğinden bu teklifi reddetmiş. Bir süre yazılım firmalarında danışmanlık hizmeti ve iktisat eğitimi veren Özsüzer, 750 lira sermaye ile bir bilgisayar dükkanı açmış. Burada bir yandan bilgisayar satışına, diğer yandan da yazılım geliştirmeye odaklanmış. Özsüzer, ilk başarısızlığını bu sayede yaşadığını anlatıyor: “İlk şirketi açtığımda 23 yaşımda, yaptığım yazılımlarla ve ek çözümlerle para kazandım. Bazen, iki gün üst üste hiç uyumadığımı çok biliyorum. Bu dönemde sektörlere bağımlı değil, genel bir muhasebe programı olması içinbir firmayla ortak olarak 8 ay çalıştık. Ancak, 8 ay sonunda netice alamadık. Bundan sonra Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok dedik. Mevcut yatırımlar üzerine ek çözümler yapıyoruz. Böylece daha faydalı olacağını düşündük” diyor.
18 kişilik bir ekipten oluşan Era’nın verdiği hizmetler arasında şirketlere sistem kuruluşları, ağ çözümleri, eğitim ve danışmanlık yer alıyor. “Bilişimin insan hayatına, kurumsal şirketlere ne faydası olabilir diye birinin insanları bilinçlendirmesi gerekiyor. Patronlar, firma sahipleri, yöneticiler bilişim alt yapısı, veya bilişim departmanlarına fazla önem vermedikleri için bunun nimetlerinden faydalanamıyorlar. Faydalanılamayan bilişimden her zaman insan faktörüne kayıyorlar . insanlara ne kadar bağımlı olunursa, her sektör büyümesinde o kadar sorun yaşıyor” diyor Özsüzer. Era’nın sistem kurduğu şirketlerde, 22 kişilik bir ekip, 8 kişiye kadar düşebiliyormuş. Özsüzer, şirketlerin 22 kişiden alamadıkları verimi, kurulan sistem sayesinde 8 kişiden aldıklarını söylüyor.
30 yaşında Microsoft’ta...
 Türkiye’ de muhasebe sistemi ve ticari hayatın henüz bilişim sektörüne geçmediğini, geçen şirketler de çok büyük eksikler olduğunu anlatan Özsüzer, “Biz sadece bir boşluğu görüp eksikliği doldurduk” diyor.  Özsüzer, Era Teknoloji’yi devredip, sadece yazılım geliştirme ve danışmanlık üzerine odaklanmak istediklerini söylüyor. Ve Era’nın bugünkü konumunu ekip başarısı olarak tanımlıyor. Microsoft’tan ikinci kez çalışma teklifi aldığını da söyleyen Ahmet Özsüzer, ilkinde reddettiği kabul edeceğini ve 30 yaşında Microsoft’ta işe başlayacağını söylüyor

Bülent Dal (38)
Obase Genel Müdürü 
Hobisi matematik ve yazılım
Bilişim 500 listesinin 272’nci sırasında yer alan Obase, 1995 yılında  İTÜ’lü 3 ortak tarafından kurulmuş. Bugün şirketin genel müdürlük görevini üstlenen Bülent Dal, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Matematik Mühendisliği’ni bitirdikten sonra, yüksek öğrenimini ‘sistem analizi’, doktorasını ise ‘veri tabanı’ üzerine yapmış. 1995 yılına kadar Havaş’ta yazılım mühendisi ve proje geliştirici olarak çalışan Dal, sektördeki boşlukları takip ederek, üniversite arkadaşlarıyla beraber kendi şirketine sahip olmaya karar vermek istemesi, Obase’i yaratmış. İlk yıllarda 3 kişinin ortaklığıyla başlayan Obase, zaman içinde 1 İTÜ’lü ortak daha almış. Böylece uzmanlık alanına göre bir iş bölümü yapılarak şirketin gelişimi de hızlandırılmış. Bülent Dal, eğitimi sırasında kazandığı bilgi birikiminin tamamını şirkete sermaye olarak yatırmış. Bu birikim, diğer ortakların farklı yetenekleriyle de birleşince Obase,  mağazacılık ve perakende sektörüne iş zekası, karar destek sistemleri ve veri ambarı uygulamalarını Türkiye’de ilk olarak uygulama başarısı gösteren bir şirket haline gelmiş. Bugün 39 yaşında olan Dal, şirketin ilk kuruluş günlerinde ellerinde emek sermayesinden başka bir şeyin olmadığını söyleyerek, “Bu nedenle, ilk olarak mağaza içindeki operasyonları yürüten bir yazılımla işe başladık. Daha sonra genel merkez üretimi, depo üretimi ya da müşteri tedarikçi ilişkileri yönetimine kadar, mağazacılıktaki bütün iş döngüsünü çevirebilen bir sistem geliştirdik. Bu sistem sayesinde, bugün mağazalar karlılık oranlarını ve mal akışını tamamen görebiliyor” diyor. Şirketin bugün sahip olduğu gelir ise yaklaşık 7 milyon dolar...
‘İlklere imza attık’
Bülent Dal, çok kısa zamanda çalışan sayısını artırdıklarını ve şu anda 80 kişilik bir ekibe ulaştıklarını söylüyor. Dal, Türkiye’deki ilk iş zekası ve veri ambarı projelerini Obase’in uyguladığını belirterek “Bunlardan bir tanesi Migros’tu. Diğeri de o zamanki ismiyle Çarşı, şimdiki ismiyle Boyner’di. Daha sonra 2001 yılında Migros’taki veri ambarı projesini, iş zekası platformunu Migros’un iş ortaklarına açtık. Bu hem Türkiye açısından, hem de dünyada ilkti. Bir perakendecinin iş ortaklığına açılıyor olması ve o iş ortaklığının, o bankacının verilerini onunla aynı zamanda sorgulayarak veri ambarı üzerinden ürünlerin satış trendlerini ve stok durumlarını görebilmesi gibi pek çok ayrıntı içeriyordu” diyor. 

Yabancı ortaklardan talepler yoğun
Obase’in referansları arasında Migros, Turkcell, THY, Finansbank, Pepsi, Marks& Spencer, İş Bankası gibi önemli şirketler bulunuyor. Jandarma Genel Komutanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Merkezi Kayıt Kuruluşu, Avea, Vodafone’da veri ambarı üzerine projeler gerçekleştiriliyor. 13 yılda şirketin geldiği konumun tatminkâr olduğunu vurgulayan Dal, “Türkiye’de hep ilkleri yaptığımız için bu konularda daha çok yabancı firmalarla rekabet eder olduk. Orta ve üstü firmalara hizmet veriyorduk. Bugün baktığınızda, stratejimiz klasik yazılımlardan ziyade daha fazla optimizasyona yönelik olan yazılımlar çerçevesinde çalışıyoruz” şeklinde konuşuyor. Obase, Rusya, Romanya, Kırgızistan, Kıbrıs, Kazakistan, Azerbaycan gibi 11 ülkede hizmet veriyor.
Hatta, şirketin deneyimlerinden istifade etmek üzere ortaklık teklif eden yabancı firmalar  olduğuna da değiniyor Dal. Şirketin hedefini ise, “iş zekâsı, veri ambarı, veri kalitesi, veri madenciliği gibi uzmanlık konularında odaklanmayı kaybetmeden, daha farklı çözümler de sunabilmek, uluslararası bir marka haline gelebilmek” olarak açıklıyor Dal...

Savaş Komban (32)
Elsys Danışmanlık

En önemli sermayesi entelektüel birikimi

ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nden 1998 mezun olan Savaş Komban, 2 yıl çeşitli şirketlerde danışman ve sistem geliştirme gibi konularda çalışmış. 2000 yılında ise Komban, 4 ortak ile bir araya gelerek Elsys’i kurmuş. Elsys, alanında uzman danışmanlık, yazılım, web teknolojileri ve OT/VT mobil uygulamalarda kurumsal hizmetler veriyor. Ekonomik kriz dönemlerine gelen bu girişim, sektördeki orta vadeli taleplerin erken keşfedilmesiyle büyüme eğilimi yakalamış. Elsys’in 32 yaşındaki Genel Müdürü Komban, “Gerçekten çeşitli sektörlerdeki müşterilerin karşısında bir sistem bütünleştirici ve çözüm sağlayacak, pek çok alandaki çözümleri bir araya getirip bunlardan müşteriye değer yaratan bir çözümü sentezleyecek bir kurum-şirket açığı olduğunu görüyorduk. Klasik anlamda donanım tedarikçileri ve bazı yazılım şirketleri o zaman sektörde faaliyet gösteriyordu. Bu dönemde SAP ile iş ortaklığı kurma kararı aldık” diyor. SAP ortaklığının ardından, şirket her geçen yıl yeni sektörlere yeni çözümler sunma vizyonunu daha da geliştirmiş.
“Bizim sektörümüzde en önemli sermaye entelektüel birikim” diyen Komban, bilgi teknolojileri sektöründe ilk adımları atarken bunun dışında çok fazla sermayeye ihtiyaç duyulmadığını anlatıyor: “Dolayısıyla bu açıdan baktığınızda yeni açılımlar yeni referanslarla beraber geliyor. Bir anlamda başarılı iler yapıyorsanız orta vadede kendi kendinizi finanse edebilecek bir duruma geliyorsunuz.”
Kriz dönemi nasıl aşıldı?
Kriz döneminde, sektördeki mevcut oyuncuların hepsinin bir şekilde vites düşürdüğünü de söyleyen Komban, “Bir bir büyüklüğe ulaşmış şirketler vites azaltırken, biz sıfırdan başlayan bir şirket olarak ivmelenmeye başladık. Belli şirketlerle başa baş konuma geldik. Bu ivmelenmeyi kendi referanslarımızla bir sarmal haline getirip devam ettirebildiğimiz için belli bir noktada mevcut şirketlerle başa baş noktaya geldik. Bundan sonrasında o ivmelenme noktasına odaklandığımız için referans projelerimizle beraber sektörde iyi bir konuma gelebilmemiz kolay oldu” diyor.
Elsys’in bugün sektörde başarı yakalamasının en büyük nedenini ise, başarılı olmasının altındaki en büyük neden ise, ‘geleceği düşünmeyi bir gün bile ihmal etmemek’ diye açıklıyor Komban ve ekliyor: “Elsys’te proje yapmış olmak için yapmıyoruz. Bizim sektörümüz her an yeni şeyler sunulabilecek bir sektör çünkü. Ortaya farklı bir uygulama gerçekleştirmek bizim için ticari kaygıdan çok daha önce geldi. Özellikle yapılmamış uygulamalarda ve çok fazla ekpertizi olmayan alanlarda uzmanlaşmayı seçtik. Böylece sektördeki diğer oyunculardan farklılaştık.”
Elsys’in otomotiv, otomotiv yan sanayi, tekstil, konfeksiyon, mağazacılık, metal sanayi, ilaç ve gıda sektörü gibi sektörlerde yaklaşık 100’e aşkın müşterisi bulunuyor. Bilişimin ilk 500 şirketi arasında 180’nci sırada bulunan Elsys, danışmanlık hizmeti veren şirketler listesinde ise 9 milyonluk gelirle 4’ncü sırada yer alıyor. Şirkette 160 kişi çalıştığını ve Elsys’te kendi kadrolarını yetiştirmek için sınav açtıklarını anlatan Komban, genç girşimcilere bir tavsiyede bulunuyor: “ Fırsatlar her zaman vardır. Ancak, ne yapılacağını en baştan çok iyi tanımlanmış şekilde adım atmalılar ve çok iyi planlama yapmalılar.”

26 Eki 2008

ALİ TARAN'A HİNTLİ RAKİP

Videofon, Blackberry, notebook... Buna biraz da yetenek, kültür donanımı, yaratıcılık ve ucuz maliyet de ekleyelim. Amerikan firmalarının verilerini Hindistan’da sakladıkları gibi Türk şirketleri de reklam kampanyalarını yürütebilmek için yurtdışını tercih edebilir mi? Peki, Hintli reklam ajansları Ali Taran’a rakip olabilir mi?


HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EKİM 2008


“Türkiye’nin en büyük bankalarından biri, konut kredisi uygulamalarını müşterilerine en iyi şekilde aktarabilecek etkili reklam kampanyaları için dünya çapında bir konkur açtı. Hazırladığı örnek kampanya Türk kültürü ile benzerliklere sahip Hintli reklam ajansı işi kaptı ve Türk bankasının tanıtım kampanyalarını yürütmek için 3 yıllığına anlaşma imzalandı. Çalışmalarında son teknoloji donanımları kullanmayı tercih eden Hintli ajans, dünyadaki birçok global markanın reklam kampanyalarını yüzlerce mil uzaklıktan başarıyla yönetiyor. Hintli ajans, uluslararası arenada düşük maliyetli outsourcing reklam hizmetleriyle      tanınıyor. Ali Taran’ın kurucusu olduğu, homeoffice reklam ajansçılığının en etkin uygulamalarına başarılı şekilde imza atan ATCW’nin bu konkurda başarı elde edememesi, sektörde şaşkınlık yarattı.”

Türkiye’deki reklam ajanslarının tamamının homeoffice sistemiyle çalışmaya başladığını düşünün. Sizce yukarıdaki gibi bir haberi gazetelerde okumak mümkün olabilir mi? Teknolojinin çılgınlaştığı, bilgiye ulaşmanın parmaklarınızın ucunda olduğu bir çağda biraz da yaratıcılığı, kültür donanımı ve ön görüsü olan herhangi bir yabancı reklam ajansı, ister Philedelphia’da, isterse Yeni Delhi’de olsun, Türk şirketler için etkin reklam kampanyaları hazırlayamaz mı?

Böylece uzaktan yönetilebilen, çok düşük maliyetli, sadece Türk pazarına değil dünyaya hitap edebilecek küresel reklamcılık anlayışının gelişebilmesi imkânı doğabilir mi? Hem belki de, videofon, blackberry, notebook gibi teknolojik iletişimin en etkili donanımlarına sahip yaratıcı her reklam ajansının, outsourcing reklamcılık hizmetlerini geniş pazarlarda değerlendirebilmesi de mümkün olabilir.

Hindistan’daki dev bilişim endrüstrisinin yaratıcıları işgücü maliyetini düşük tutmak isteyen büyük Amerikan şirketleriydi. Bu şirketler, Hindistan’a yaptıkları outsourcing yatırımlarıyla Amerikan ekonomisinde ciddi istihdam kayıplarına yol açmasına rağmen, halen bu sistemi tercih ediyor. Outsourcing hizmetini reklam alanında da alabileceğimizi hayal edersek, Hindistan gibi ülkelerden başlayarak outsourcing reklamcılık anlayışı gelişir mi dersiniz?


‘Paşa gönüllerinin dilediği yerde’

Bu fikir aklımıza nereden mi geldi? Ofisini kapattığını ve artık homeoffice sistemiyle çalışmaya başlayacağını açıklayan reklam dünyasının renkli ismi, ATCW’nin kurucusu Ali Taran’ın eylül ayında yazdığı ‘Veda’ mektubundan... Taran, mektubunda, “ajansta bulunmalara, evden ajansa gelmelere, ajanstan eve gitmelere, ajansta tuvalet sırası beklemelere, ajans toplantılarına, karşılıklı konuşmalara, ne giysem acabalara, trafikte sıkışmalara, yollarda ömür tüketmelere, kocaman bir nokta koyuyorum’ diyor...

Homeoffice sistemine başlayalı 6 ay olmuş ve başarı da elde etmişler. Taran, aslında bugün dünyanın pek çok ülkesinde birçok global şirket tarafından kullanılan, ama Türkiye’nin pek de alışkın olmadığı bir sistemi uygulamaya geçti. Taran’ın çalışanları, “mesai saatleri içinde, canlarının çektiği, paşa gönüllerinin dilediği yerde bulunabilir. Bir videofon, bir BlackBerry, ya da laptop, olmadı bir desktop, ya da scanner, hangisi gerekiyorsa, yanlarında.”


Bildiğiniz gibi artık homeoffice sistemiyle çalışmaya karar verdiğini açıklayan Ali Taran’ın mektubuna müteakiben, pek çok yorum yapıldı. Kimileri ‘fikirleri tükendi’ dedi, kimileri ise ‘mali açıdan kötü durumda olduğu için’ ofisini kapattığını ima etti. Kimileri de ‘dünya artık homeoffice sistemine geçiyor, hele reklamcılıktaki yaratıcılık gereksinimini de düşünürsek, elbette doğru bir karar’ diyerek bir gün bu sistemde çalışabilme fikrini aklının pırıltılı bir köşesine yerleştirdi.


Ya Ali Taran başarılı olursa?

Ancak burada atlanan detay şu: Eğer Ali Taran bu işte başarılı olursa, Türkiye’de yerleşik bütün büyük reklam ajanslarının da aynı işe soyunabilme ihtimali... İşte bu noktada Türk reklamverenler için de gün doğar. Madem ki, Ali Taran reklamcılık dünyasının geleneksel çalışma yöntemlerinin tam tersine, konuşmasız ama bol yazışmalı bir çalışma biçimi sunuyor çalışanlarına ve müşterilerine, o halde ileride Hintli ya da Çinli bir reklam ajansı gelip, aynı hizmeti uzaktan sunmak istemez mi? Hatta produksiyon ve işçilik maliyetleri de düşük olursa, reklamverenler işlerini yurt dışından bu ajanslara kaydırmaz mı?


60 milyon çalışan Homeoffice’lerde

 Türkiye’de henüz çok yeni ama araştırmalara göre Avrupa’da 60 milyon kişi homeoffice sistemiyle çalışıyor. Bu rakamın 2010 yılında 100 milyonu bulması bekleniyor. Ev hanımları, gazeteciler, tercümanlar, tasarımcılar için bu sisteme adapte olmak çok daha kolay. Reklam sektöründe ise bu kadar büyük çapta bir ajans, ilk kez homeoffice sistemine geçiyor. Gerçi Ali Taran, kasım ayında Flatofis’te 500 metrekarelik bir toplantı salonunu da hizmete geçireceğini açıklıyor. ATCW ShowOffice’i olarak adlandırdığı bu mekan, müşteriyle temas sağlanması gerektiğinde kullanıma hazır olacak. Böylelikle homeoffice sistemine yüzde 100 geçilmiş olacak. Bu sistemde reklam sunumları ise ilginç... “Kampanya, senaryo, taslak, strateji, konu neyse ne, tartışma, fikirleşme ve de müşteriyle görüşme hatta sunum bile internet üzerinden e-sunum olarak yapılıyor. E-sunum yüz yüze sunumun süslü püslü olmayan hali. ‘Fikir’ varsa süsünü püsünü kimse aramıyor zaten” diyor Ali Taran. Filmin storyboard’u yerine ise, filmin ‘story’si yani öyküsü-canlandırmalı hikâyesi yazılacak Ali Taran’ın sisteminde.

Bir Homeoffice nasıl kurulur?

Blackberry şart: Cihazın en önemli özelliği, kendi alanında rakip tanımayan push e-mail özelliği. Bu özellik ile kullanıcılar, herhangi bir işlem yapmaksızın maillerini direk BlackBerry cihazlarında görebiliyor. Buna ilaveten BlackBerry'i vazgeçilmezler arasında kılan özelliklerden en önemlisi kriptolama tekniği kullanılan güvenlik mekanizması. Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde FBI dahil, meclis üyeleri, senatörler, ve birçok resmi kurum çalışanı için BlackBerry vazgeçilmez bir cihaz…



Notebook her şeyiniz: Diğer bir olmazsa olmazınız ise reklam işinde görselliğin önemli yer tutmasından dolayı görüntü kalitesi yüksek bir notebook. Gerektiğinde müşterileriniz ve iş ortaklarınızla video konferans gerçekleştirebilmeniz için evinizdeki internet bağlantısının da çok sağlam olması lazım. Bu, taviz veremeyeceğiniz en önemli altyapı. Çıktı almanız gereken durumlar pek tabii olacak.


Videofon ile müşteriyle canlı bağlantı: Türk Telekom tarafından sunulan Videofon servisi sayesinde, evde iş yaparken, müşterilerle görüntülü konuşma yapabilmek artık Türkiye’de de mümkün. Videofon ile kendi görüntünüzü ve görüştüğünüz kişiyi aynı anda ekranda görebiliyorsunuz. Videofon cihazları ile internette dolaşabiliyor, hatta görüşme sırasında karşı tarafın fotoğrafını bile çekebiliyorsunuz. SIM kart okuyucu özelliği ile cep telefonunuza kayıtlı ev/iş numaralarını cihaza kopyalayabilmek de mümkün oluyor.

Global 500 Türk - İkinci Araştırma

Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...