29 Ara 2008

İNOVASYONLA FARKLI
SEKTÖRDE RAKİBİN OLSUN

Firmalar inovasyonu genelde sektörlerindeki rakiplerine karşı rekabet avantajı kazanmak için yaparlar. Ama bu bazen onlara farklı sektörlerden de rakipler ortaya çıkarabilir. TTnet’in AFM ile, GNC’nin Mc Donalds ile rakip olması gibi... 



Haber. Bahar Öztop, Turkishtime, Aralık 2008


Yoksul Fransız terzisi Barthelemy Thimmonier, en usta terzi dakikada 30 dikiş atarken, 200 dikiş atabilen ilk dikiş makinesini icat etti. Zincir dikiş de yapabilen bu makinelerden 80 adet üretildi ve ilk olarak ordunun kıyafetlerinin dikiminde kullanıldı. Bu icat karşısında işini kaybetme korkusu yaşayan terziler ise, ayaklanıp Thimmonier’in dükkânını basarak tüm makineleri kırdı ve dâhi terziyi linç etmek istedi. Mucit, ölümüne dek yaşamını yoksulluk içinde sürdürdü.
Bugün inovasyon için milyarlarca dolarlık bütçeler ayıran şirketleri göz önüne alınca, 1830 yılında yaşanan bu olayın hazin anlamı daha da pekişiyor. O zamanlar bir insanı öldürme isteği yaratan yeniliğe karşı çıkış, hayat kalitesini, konforu ve verimi artıracak, maliyeti düşürecek, bilgi ve teknolojiyle yer değiştirdi. Yani inovasyonla... Terziler, ellerinden işleri alınacağı için dikiş makinesini kırmak ve Thimmonier’i hırpalamakta o günün koşullarında haklılar mıydı tartışılır, ama bugün her ne olursa olsun yeniliğin karşısında duracak bir güç yokmuş gibi görünüyor. Ancak, yapılan her inovasyon, geliştirilen her yeni fikir insanlığa yararlı hizmetler sunup sektör içinde rekabeti güçlendirirken, bu inovasyon Thimmonier örneğinde olduğu gibi sadece kendi sektöründen rakiplerini rahatsız etmiyor. Bazen de farklı sektörlerdeki oyuncuları rahatsız edebiliyor. Hatta bir yenilik, başka bir sektörden rakibin üretimini durma noktasına bile getirebiliyor.
Artık Swatch’un rakipleri sadece Citizen, Guess, Momentus gibi saat üreticileri değil. Hemen hemen cep telefonu icat olunduğundan bu yana cep telefonu üreticileri de saat firmalarının rakibi konumunda. Yüksek çözünürlükte fotoğraf çekip, müzik dinleyip, ses kaydı da yapılabileceğiniz Nokia 8800 fotoğraf makinesi üreticisi Kodak’ın ve mp3 çalar üreticisi Sony’nin; ya da internete girip e-postalarınızı rahatlıkla okuyabileceğiniz bir Blackberry Dell’in rakibi olmuş durumda. 1965 yılında ilk çoklu salon sistemine geçen AFM sinemaları da, ttnet’in hızıyla rekabet etmek zorunda. Aynen müzik piyasasının kalbinin attığı Unkapanı gibi... Bisküvi ve çikolata sektörünün en büyük şirketleri Ülker ve Eti belki yeni çikolota çeşitleriyle kendi aralarında rekabet edebilirler. Ama onlaırn bir de ilaç-takviye ürünler sektöründen bir rakipleri var artık. Yoğun iş temposunda çalışanlar, GNC’nin protein ve vitamin takviyeli çikolatalarını tercih ediyor. İnovasyon sayesinde GNC atıştırmalık ürün pazarının devlerine rakip oluyor.


TTnet vs AFM
İnternet 1990’ların ortalarından bu yana hayatımıza girmiş bir olgu. İnternet ilk yaygınlaşmaya başladığı yıllarda basit bir iletişim aracı olarak algılanıyordu. Ancak gerçek hayatta yapılan birçok işin sanal ortama aktarılmasıyla, artık bir iletişim aracı olarak tanımlanmasından vazgeçildi. Zira her geçen gün sanal ortamı geliştiren yazılımcılar ve servis sağlayıcıları sadece iletişim değil birçok sektörün temel hizmetlerini karşılar bir imkan sağladılar internet üzerinde.
İnternet üzerinde gerçekleştirilen inovasyonlar önce müzik endüstrisini zorlamaya başladı. Türkiye’de de Superonline, Turk.net gibi internet servis sağlayıcılarının yükselişe geçtiği zamanlarda müzik endüstrisi inişe geçmeye başlamıştı. Çünkü internetin hızının giderek müzik dosyalarının paylaşımına imkan vermesi bir anda albüm satışlarının gerilemesine neden olmuştu.
İnternet servis sağlayıcıları ile müzik şirketleri arasındaki rekabet TTnet’in ADSL’yi hizmete sokmasıyla değişik bir boyut kazandı. İnternetin önceki zamanlardan neredeyse 10 kat daha hızlı hale gelmesi ve yaygın erişilebilirliğinin sağlanması internet üzerinden dosya paylaşımında yeni bir dönemin kapılarını açtı. TTnet ADSL inovasyonu ile sadece müzik yapımcılarının değil aynı zamanda televizyon kanallarının ve sinema salonlarının da rakibi oldu. Hızlı internetin artık şarkıları değil albümleri hızlıca indirmesine imkan vermesi albüm satışlarını iyice düşürdü. Bu rekabete dayanamayan birçok büyük müzik şirketi ya ufaldı ya da kapanmak zorund kaldı.
TTnet’in bir diğer rakibi ise AFM sinemaları oldu. Hızlı internet altyapısı sayesinde en son filmler daha AFM’de vizyona girmeden internetten indirilmeye başlandı. Bu da haliyle AFM gibi sinema salonlarının işlerinde önemli bir gerilemeye yol açtı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 1997 yılında 344 olan sinema salonu sayısı 2007’de 1140’a yükselmesine rağmen, seyirci sayısında doğru orantılı bir artış gözlenmiyor. 1997’de 11 milyon olan izleyici sayısı, 2007’de sadece 20 milyona ulaşmış durumda. Bugün itibariyle internetten indirilen filmlerin ses ve görüntü kalitesi tabii ki sinemadaki gibi değil ama internet altyapılarındaki her yeni inovasyonla gitgide rakiplerinin kalitesine yaklaşıyor.


Hamburger yerine takviye ürünler




 Sektörler arası bir diğer rekabet de gıda alanında yaşanıyor. Eskiden sporcular tarafından kullanılan beslenme destek ürünleri, artık şehir merkezlerinde çalışan kesim tarafından tüketilmeye başlandı. Günlük yaşam temposunun içinde yetersiz kalan gıda ihtiyacı için üretilen ürünleri, pek çok çalışan öğle yemeğinde kebap yemek yerine protein ve mineral içeren bir çikolata ile günü geçirebiliyor. Yani McDonalds artık sadece Burger King ile değil, binlerce çeşit ürün yelpazesine sahip olan takviye gıda üreticisi GNC gibi firmalarla da  rekabet ettiğini bilerek hareket etmek durumunda. GNC de bu durumda takviye ürünleri veya ilaç üreten firmaların dışında gıda sektörüne de rakip oluyor.




New York Times’ın matbaasına ne oldu
İnovasyonla gelen teknolojik devrim kitap ve gazete okuma alışkanlıklarımızı da değiştiriyor. Artık haberler, gazete sayfaların arasında gezinerek değil, an be an internet üzerinden takip edilebiliyor. Kitaplar, e-kitap olup dijital ortama transfer oluyor. Otobüste giderken çantadan Remzi Kitabevi’nde basılmış bir kitap yerine, içinde e-book sitelerinden birinden indirilen sanal kitap İpod üzerinden okunabiliyor. Reklamverenler de artık milyonlarca kişiye ulaşabilen internete reklam mecraları arasında giderek daha fazla yer veriyor.
Bu gelişme sonucunda en afili rakibe sahip olan sektör de hiç kuşkusuz matbaalar ve basım evleri. En çarpıcı örnek de, NewYork Times gazetesi genel yayın yönetmeninin Arthur Sulzberger’in yaptığı açıklama. Sulzberger, 5 yıl içinde gazetenin baskısını internete taşıyacaklarını ve bundan sonra gazetenin fiili olarak basılmayacağını açıkladı. Yayın yönetmeninin neden olarak artan baskı maliyetleri ve internetin geleceğin medya mecrası olarak göstermesi, matbaaların yenilgisinin en büyük kanıtı... Tabii, böylece sadece matbaalar değil, gazete bayileri ve basılı materyal satan pek çok yer kapanmamak için inovasyona yine aynı şekilde yanıt vermek zorunda. Şimdi matbaa ve dağıtıcıların okurların ellerinde tutacakları kitaplar dergiler için yeni fikirler geliştirmeleri ve klasik yöntemleri bertaraf etmeleri gerekiyor.

Çelik ve betonun tahtını sallıyor



Artık hayatımızın her alanına giren polimer kompozitler de, keşfedildiği günden beri çelik ve çimento betonuna ciddi bir rakip oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü öğretim üyesi Prof. Oğuz Okay’ın ‘Polimerik Malzemelerin Bugünü ve Yarını’ araştırmasına göre, dünyada altyapı işlerinde senede 6 milyar ton beton ile yarım milyar ton çelik kullanılıyor. Yine araştırmalar, üretimde hafiflik, korozyona karşı dayanıklılık ve kolay işlenebilirlik özelliği olan polimerlerin, yaklaşık yüzde 30’u her sene inşaat mühendisliği ve yapı endüstrisinde kullanılıyor. Polimerler, 1950’lerden bu yana yaygın olarak uçak, roket, füze gövdeleri, yüksek kalitede spor malzemeleri, yapay kemik gibi alanlarda da çelik ve metallerin yerine kullanılıyor. Küçük moleküllerin birbirlerine eklenmesiyle oluşan uzun zincirli, büyük molekül ağırlıklı bileşikler olan polimerler, pek çok üstün özelliğe sahip olması nedeniyle uçak üretiminde çelikle, inşaatta ise betonla yer değiştiriyor.

BULGURDAN İNOVASYON



İsveç’te bulgur sattıkları aracı bu ürünü nasıl pazarlayacağını bilemeyince, Gaziantepli ortaklar bulgurdan 6 çeşit ürün geliştirdi. Bulgur gibi geleneksel bir gıdanın kahvaltı gevreğini yapan Bulgurium ürünlerini tanıtmak için franchise restoranlar açacak.


Haber. Bahar Öztop, Aralık 2008


Moğol İmparatoru Cengizhan’ın seferlerdeki en kıymetli erzağı, Çin imparatorunun kutsal yiyeceği, 4 bin yıllık bir geçmişe sahip bulgur, cesur Türk girişimcilerinin elinde Avrupa’yı fethetmeye hazırlanıyor. Nasıl mı? Gaziantep’te 20 yılı aşkın bir süredir bulgur üretimi ve ticareti gerçekleştiren iki girişimcinin bulgur inovasyonuyla...
Mehmet Koçak ve Ali İhsan Güzelbey, Anadolu lezzeti bulguru fast food geleneğiyle yoğurarak, dünyaya sevdirmek için 5 yıl önce çalışmalarına başladı. ‘Bulgurium’ markasını yaratan bu girişim serüveni İsveçlilerin talebi ile doğdu. Koçak ve Güzelbey’in ihracat yaptığı İsveçli bir ithalatçı, fast food tüketimine alışkın müşterilerine, bulgur satabilmek için yeniliklere ihtiyaç duyduğunu söyleyince, iki ortağın zihninde bir ışık yandı. Bulguru daha çok tüketilen katma değerli bir ürün haline dönüştürmek için kolları sıvayan girişimciler, 4 yıl boyunca bir yandan ticaretlerine devam etti. Diğer yanda da Ar-Ge çalışmaları ile yeni ürünler geliştirmeye odaklandı. Bu aşamada Gaziantep Üniversitesi öğretim görevlilerinden de projeye destek alındı.




Bulgurium’un kurucuları Mehmet Koçak ve Ali İhsan Güzelbey
Bulgurda devrim
Bulgurium’un pazarlama sorumluluğunu üstlenen Güzelbey, bu süreçte 500 bin YTL’lik yatırım yaptıklarını, sonuç olarak hazır ve pratik olarak tüketilebilecek 6 ürün geliştirdiklerini anlatıyor. Bulgur çerezi, kahvaltılık bulgur gevreği, domatesli bulgur pilavı, domatesli bulgur çorbası, hazır çiğ köfte ve bulgur helvası... Güzelbey, Anadolu’nun pirinç ve makarna ile daha geç tanıştığından bulgurun ayrı bir yeri olduğunu düşünüyor. Türkiye’de ve dünyada bir ilke imza attıklarının altını çizen girişimci, yarattıkları ürünlerin devrim olduğunu, bulgura bakış açısının bu sayede değişeceğine inanıyor. İstanbul CNR Gıda Fuarı’nda hem tüketicilerle, hem de alıcılarla buluştuklarını ve burada gördükleri tepkilerden oldukça memnun olduklarını dile getiriyor Güzelbey. En çok talep gören ürünleri ise hazır çiğ köfte… Bulgur çerezi ve helvası da diğer popüler ürünleri…


Tanıtım için restoran açtılar
İki ortak, ürünlerin pazarlama aşamasında da farklı bir yöntem geliştirmiş. Ürünler, geleneksel bulgur yemeklerinin yanı sıra, yeni çeşitlerin sunulduğu ve 6 yeni çeşit ürünün satışının da yapıldığı Gaziantep’teki Bulgurium Restaurant’ta tanıtılıyor. Güzelbey ve ortağının hedefi Bulgurium olarak yeni nesli bulgura alıştırma, kendi kültürümüzden gelen lezzetleri tüm Türkiye ve dünya ile buluşturma. Bulgurium bu yüzden ihracatı artıracak fikirlere de özel bir önem veriyor. Bulgurium Restaurant’taki yemeklere yurtdışından özellikle de Amerika’dan müşteriler çok ilgi gösteriyorlarmış. Paketli Bulgurium ürünlerini de giderken satın alıyorlarmış.





INFO: 
500 bin YTL
Bulgurium’un 6 ürünü geliştirmek için yaptığı yatırım


Avrupa ve Amerika hedef pazarlar
Bulgurium’un diğer kurucu ortağı Mehmet Koçak, en önemli tanıtım kanallarından biri olarak gördükleri restoran için franchising vereceklerini, hatta şimdiden İstanbul ve İzmit’ten buna talep olduğunu söylüyor. Bayilik ve distribütörlük için de çalışmalarını sürdüren firma yurt içinde ve dışında ürünlerine en az onlar kadar inanan iş ortakları arıyor. Hazır ürün pazarının çok gelişmiş olduğu Avrupa’da rağbet gören Bulgurium ürünleri için ilk bayilik anlaşması Fransa’da verilecek. Avrupa’dan sonraki hedef pazarlar ise Amerika ve Ortadoğu…
İki ortak bu pazarlara girebilmek ve bulguru tanıtabilmek için yoğun bir pazar araştırması yapmışlar. İlk defa geliştirilen ürünler olduğundan perakendede rahatlıkla yer bulabileceklerini düşünüyorlar ama bu yeni ürünlerin tanınması ve benimsenmesinin kolay olmadığının farkındalar.


Bulgur helvası mı dediniz?


Koçak ve Güzelbey’in uzun çalışmalar sonucu geliştirdikleri bulgur ürünleri gerçekten ilginç... Cipse rakip olmak için yola çıkan bulgur çerezi, sabah kahvaltıları için mısır yerine bulgur gevreği… 10 dakikada hazırlanabilen çiğ köfte, çalışan kadınların geleneksel lezzetlerin damak tadını korumalarına yardım edecek domatesli bulgur ve domatesli bulgur çorbası. Ürün yelpazesinin tatlısı ise, ince bulgur, toz şeker, peynir altı suyu tozu, süt tozu, çekilmiş antep fıstığından yapılan bulgur helvası. Toz karışımın içine su ya da süt ilave edilerek hazırlanıyor.  Üstelik kalori hesabı da ihmal edilmemiş. Bir porsiyon bulgur helvası sadece 185 kilokalori. Ali İhsan Güzelbey, ilk bakışta yadırganabileceğini ancak bu ürünleri deneyenlerin çok farklı bir lezzetle karşılaşacaklarını söylüyor.



SAĞLIKTA SON TRENDLER






Devletin çalışanlara sigortası kapsamında iki defa tüp bebek deneme imkanı tanıması, özel hastanelerde tüp bebek hizmetini popüler hale getirdi. Yaşlanmaya bağlı hastalıklar ve kanserde aşırı bir artış olurken, ameliyatlarda laparaskopi yaygınlaştı.

Haber: Bahar Öztop, Turkishtime, Aralık 2008

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) uygulamaları, katkı payları bakımından henüz tartışmalı olsa da özel hastanelerden beklenen hizmetleri de, hasta profilini de büyük ölçüde değiştirdi. Yakın döneme kadar ağırlıklı olarak özel sigortalılara ve banka çalışanlarına sınırlı tedavi hizmetleri verebilen pek çok özel hastane, artık Türkiye’nin her yerinden hasta kabul etmeye başladı. Tabii değişen talepler hastanelerde yeni yatırım trendlerinin ortaya çıkmasına da yol açtı. Son dönemde tüp bebek uygulamaları, laparoskopik yöntemlerle gerçekleştirilen ameliyatlar, onkoloji, kardiyoloji, göz, ağız ve diş sağlığı en çok talep gören branşlar sıralamasında başı çekiyor. Bunun yanında yeni dönemde koruyucu ve önleyici tıp uygulamalarına da ilgi büyük. Yaşlanmayı önleyici (anti-aging) tedaviler, medikal estetik, kozmetoloji, gen analizleri gibi hizmetler de artık orta sınıf vatandaşların talepleri arasında yerini aldı.
Türkiye’nin önde gelen özel hastanelerinin değerlendirmeleri sonucunda elde ettiğimiz veriler, sektörün dünya çapındaki en yeni tedavi yöntemleri ve son teknolojik uygulamaları yakından takip ettiğini gösteriyor.
Günümüzde pek çok hastalığın teşhisi ve tedavisi multidisipliner bir yaklaşımı gerektiriyor. Bu yaklaşımı karşılayacak alanların sağlanması ve kapsamlı sağlık hizmetlerinin sunulmasının gerekliliği de göz önüne alınınca özel hastanelerin yatırımlarının katlanarak artması bekleniyor. Artık, Türkiye’de kanser vakalarında, kullanılan son teknoloji tıbbi cihazlar ABD’dekiler ile eşdeğer bir tedaviyi çok daha uygun fiyatlarla mümkün kıldığı gibi, 1 saat süren klasik anjiyo yönteminin yerine, bilgisayarlı tomografiyle 10 saniyede operasyon gerektirmeden tedavi görmek mümkün.

Tüp bebek tedavisi dönüm noktası
Sağlık hizmetlerinin yaklaşık yüzde 25’i özel hastaneler tarafından veriliyor. Özel sektörün, devlet hastaneleriyle rekabet edecek düzeyde yeni tedavi trendlerini yakın takibe alması, Sağlık Bakanlığı’nın 2005 yılında başlattığı tüp bebek uygulamasıyla hayat buldu denebilir. Bugün, ağırlıklı olarak İstanbul’da olmak üzere, Türkiye’nin hemen hemen her ilinde toplam 110 tüp bebek merkezi var. Tüp bebek tedavisi, halen en çok talep gören hizmetler arasında ilk sıradaki yerini koruyor. Türkiye’de tüp bebeğe ihtiyaç duyan 150 binden fazla çiftin bulunduğu tahmin ediliyor.  Bakanlığın yayınladığı son genelge ile çocuk sahibi olmak isteyen evli çiftlerin tedavisi, özel hastanelerde iki denemeyle sınırlı olması kaydıyla, devlet tarafından karşılanıyor. Sosyal güvenlik kuruluşları bu hizmet karşılığında bin 240 YTL ödüyor. Sigortalı hasta ise, yardımcı üreme yöntemlerinin birinci denemesinde yüzde 30, ikinci denemesinde yüzde 25 oranında katılım payı ödüyor. Özel hastaneler, bu katkı payının üzerinde ücret talep edemiyor. Sigortalının, uygulama sırasında kullanılan ilaçlara ödediği katkı payı ise yüzde 20.

Bakanlığın yayınladığı son genelge ile çocuk sahibi olmak isteyen evli çiftlerin tedavisi, özel hastanelerde iki denemeyle sınırlı olması kaydıyla, devlet tarafından karşılanıyor. Sosyal güvenlik kuruluşları bu hizmet karşılığında bin 240 YTL ödüyor. Sigortalı hasta ise, yardımcı üreme yöntemlerinin birinci denemesinde yüzde 30, ikinci denemesinde yüzde 25 oranında katılım payı ödüyor. Özel hastaneler, bu katkı payının üzerinde ücret talep edemiyor. Sigortalının, uygulama sırasında kullanılan ilaçlara ödediği katkı payı ise yüzde 20.

Laparoskopik yöntem yaygınlaşıyor

Özel hastanelerin hizmetlerinde öne çıkan diğer bir yöntem de laparoskopik cerrahi. Kadıköy Şifa Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkan Vekili Buket Pilavcı, laparoskopik cerrahinin gelişimiyle, hastanede kalma ve operasyon sonrasında iyileşme süreçlerinin kısaldığını söylüyor. Bu da hastanın çok kısa zamanda ve problemsiz olarak günlük yaşamına dönmesini sağlayarak yaşam kalitesine olumlu yansıyor.
Pilavcı, multidisipliner yaklaşımın yaygınlaşması, branşlar arasında ortak tedavi süreçlerinin gelişiminin, tedavilerde değişimi ve gelişimi beraberinde getirdiğini söylüyor ve ekliyor: “Görüntüleme teknolojilerinin hızlı ve daha net sonuç veren sistemlerle donatılması, 4D (dört boyutlu ultrasonografi) kullanımı, ameliyathanelerde ileri teknolojiyle donatılmış sistemlerin kullanımı teşhis ve tedavi süreçlerine olumlu katkılar sağladı. Örneğin, reflü tedavisinde 15 dakika gibi çok kısa bir sürede sonuç veren plicator uygulaması Türkiye’de ilk kez hastanemizde gerçekleştirilmeye başlandı. Özellikle reflü ve obezite cerrahisine yoğun bir talep var.”
Laparoskopik yöntem, böbrek, böbrek üstü bezi, mesane, yumurta, prostat kanseri gibi çeşitli ürolojik kanserler başta olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde kullanılıyor. Hastanın cildine yapılan yaklaşık bir santimetrelik kesilerden yerleştirilen özel boru sistemleri ile karın içindeki organların görüntülenmesi ve bu görüntü eşliğinde ameliyat gerçekleştiriliyor. Laparoskopik yöntemle yapılan ameliyatların maliyeti, kullanılan teknik malzemelerin açık ameliyatlara nazaran yüzde 20 ila 50 oranında pahalı olması nedeniyle yüksek. Bir ameliyat için ortalama 1.250-2.000 YTL’lik teknik malzeme ücreti alınıyor.


Önümüzdeki yıllarda Türkiye’de 12 milyon kişi 65 yaş ve üstünde olacak. Yaşlı bireylerin sayısının artmasının sağlık hizmetlerindeki talepleri de değiştirdiği görülüyor.



Yaşlanmaya bağlı hastalıklar arttı

2007 itibarıyla Türkiye’de nüfusun yüzde 7,1’i 65 ve üzeri yaş grubunda bulunuyor. OECD ülkelerinde ortalama yaşam süresi 78,9 yıla çıkarken, Türkiye'de bu rakam 71,6 yıl. Medicana Hastaneler Grubu Kurumsal İletişim Direktörü Kurtuluş Okutan, tahminlerin önümüzdeki yıllarda Türkiye’de 12 milyon kişinin 65 yaş ve üstünde olacağını belirterek yaşlı bireylerin sayısının artmasının sağlık hizmetlerindeki talepleri de değiştirdiğini söylüyor. Okutan, yaşlılarda sık görülen üç temel rahatsızlık, kalp-damar hastalıkları, kanser ve beyin hastalıkları konularında Türkiye’de başarılı tedaviler gerçekleştirildiğini de sözlerine ekliyor. Bunun yanında, kronik akciğer hastalıkları, alzheimer, parkinson, duyu ve görme bozuklukları, osteoporoz gibi vücudun işlevsel tedavilerine cevap veren birimlere de ihtiyacın giderek artması dikkat çekiyor. 

Medicana Hastaneler Grubu
 Kurumsal İletişim Direktörü Kurtuluş Okutan

Okutan kendilerinin de kalp ve damar hastalıkları, onkoloji, nöroloji, ortopedi ve sağlıklı olma halini korumaya yönelik olarak diyet-beslenme ve anti ageing bölümlerinde ağırlıklı yatırımlara yöneldiklerini belirtiyor.
Okutan özel sağlık hizmetlerini talep edenlerin artık, referans alınan, insanı önemseyen, çağdaş gelişmeleri takip eden ve sağlığın gelişmesine bilimsel çalışmalarıyla katkıda bulunan kurumları araştırdığına ve tercih ettiğine işaret ediyor. Bu durumun hizmet sunumlarını, hastanelere yapılan yatırımları, hekim kadrosunu da doğrudan etkilediğini ekliyor.

Kanser artıyor ama tedavisi de yaygınlaşıyor
Acıbadem Sağlık Grubu
Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Nak
Tahminler 10 yıl sonra dünyadaki kanserli hasta sayısının 1,5 kat artacağını, Türkiye'de de aynı oranda artış görüleceğini gösteriyor. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Dairesi’nin araştırmasına göre, Türkiye’de her yıl 150 bin yeni kanser vakası ortaya çıkıyor. Tedavi görüp iyileşenler de dâhil olmak üzere yarım milyon kanser hastası var. Bilimsel araştırmalar her ne kadar ABD ve Avrupa merkezli olsa da, kanserle mücadele konusunda Türkiye son yıllarda önemli bir yol kat etti. Onkoloji uzmanı doktorların yanı sıra onkoloji hemşireleri ve radyoterapi cihazlarının sayısı artıyor. Artık, ABD ve Avrupa’daki kanser hastalarının aldığı tedavilerin hemen hemen hepsi Türkiye’de de uygulanabiliyor. Kanserde ithal ilaçlar kullanıldığından tedavi masrafları oldukça yüksek. En düşük tedavi ücreti yaklaşık 4 bin YTL’yi buluyor. Yapılan son düzenlemelerle, özel hastanelerde yapılacak organ nakli, kalp ameliyatı ve kanser tedavilerinde vatandaştan hiçbir ücret talep edilmiyor.
Acıbadem Sağlık Grubu Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Nak, dünyadaki en son teknolojiyi barındıran cihazlar ve deneyimli hekim kadrosu sayesinde, artık kanser tedavisinin Türkiye’de etkin bir şekilde uygulanabildiğini anlatıyor. Hastalar artık ABD'ye gitmeden hem nitelikli, kaliteli hem de uygun fiyatlı sağlık hizmetini alabiliyor. Nak, onkolojinin yurtdışından da önemli sayıda hasta yoğunluğu olan branşları arasında ön sıralarda yer aldığını belirtiyor.


Onkolojide gözle görülür talep artışı
Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi
Genel Müdürü Mahir Turan
 
Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Genel Müdürü Mahir Turan ise Türkiye’de, özellikle SGK’lı hastalar için yüzde 30 fark uygulaması ve bunun etrafında gelişen ani mevzuat değişikliklerinin, son 6 ayda talep dengelerini adeta ölçülemez hale getirdiğini vurguluyor. Turan, buna rağmen objektif bir gözlem olarak; radyoterapi, kemoterapi ve onkolojiyle ilgili cerrahilerde gözle görülür bir talep artışından bahsetmenin mümkün olduğunu, ancak diğer pek çok branşın olağan seyrinde ilerlediğini söylüyor.

Koruyucu önlemler revaçta
Türkiye’de özel sağlık sektöründe son birkaç yıldır yaygınlaşan gen tanı, biyolojik yaş tespiti ve anti-aging gibi koruyucu ve önleyici uygulamalar da yoğun taleple karşılaşıyor. Özel hastanelerde ya da özel kliniklerde ileriki dönemlerde hastalık eşiğini düşürecek genetik bozuklukların belirlenerek, yaşam kalitesinin dolayısıyla yaşam süresinin yükseltilebilmesi mümkün oluyor. Bir gen analizinin ücreti, içeriğine bağlı olarak 900 ila 4.500 YTL arasında değişebiliyor. 
Anti-aging’te, her ne kadar “sağlık mı, moda mı?” tartışmaları yaşanıyor olsa da, bu tedavi yöntemleri iç hastalıklarından jinekolojiye, psikiyatriden dermatolojiye kadar tıbbın hemen her dalını ilgilendiren uygulamaları içinde barındırıyor.



Teknolojik altyapı ile teşhis imkanları gelişti
Universal Hospital Kadıköy Başhekimi
Op. Dr. Tufan Şener
Tıp teknolojisi, günümüzün en hızlı gelişen teknolojilerinden… Peki, Türkiye’deki tedavi yöntemleri ve bu yöntemlerin talepleri karşılayabilme oranında nasıl bir değişim gözleniyor? Universal Hospital Kadıköy Başhekimi Op. Dr. Tufan Şener, teknolojik çözümlerin artık ameliyatların sürelerini kısalttığını ve bir veri tabanı oluşturma imkânı yarattığını anlatıyor. Örneğin, konvansiyonel denilen yaklaşık 1 saat süren klasik anjiyo yöntemiyle gerçekleştirilen işlemin benzeri, bilgisayarlı tomografi tarafından 10 saniyede operasyon gerektirmeden yapılabiliyor. Ayrıca tetkik amacıyla kullanılan dijital röntgen cihazları ve gerekli teknik altyapı oluşturulduğunda röntgen filmlerini dünyanın herhangi bir yerindeki başka bir doktorla da paylaşma imkânı yaratılabiliyor. Op. Dr. Şener, mamografi cihazının dijitalleşmesiyle, teşhise yönelik daha hassas sonuçlar alındığının da altını çiziyor. Nükleer tıp bölümünde kurulan sintigrafi cihazıyla daha az radyasyon alarak daha net teşhis imkânı sunan filmler çektirilebilmesi, yani tedavinin doğru uygulanmasına destek olan teşhis yöntemlerinde teknolojik yeniliklerin de artık Türkiye’de uygulandığını belirtiyor Başhekim Şener.

Hızlı ve ucuz tedavi pazarı büyütür
Universal Hospitals Group Alman Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Azmi Ofluoğlu, gelişen tıp teknolojisi sayesinde kolay, hızlı ve ucuz tedavilerin ortaya çıkmasıyla, sağlık hizmetlerine olan talebin daha da artacağına inanıyor. Dr. Ofluoğlu’na göre excimer lazer ile göz operasyonları, protez teknolojisinin hızla gelişmesi ve ağrısız tedavi diş sağlığı hizmetlerinde artışı sağlıyor. Dr. Ofluoğlu, görüntülemenin yanı sıra, son dönemde uygulamaya konulan özelikle introoperatif MRI gibi hem görüntüleme hem de tedavi imkanları bulunan cihazların kullanılmasının bu artışa büyük katkısı olduğunun altını çiziyor.




SAAT, OTOMAT, KAFE, ENERJİ...




Nalçacı Ailesi’nin birinci kuşağı 1968 yılında Türkiye’nin ilk saat fabrikasını kurdu. İkinci kuşak Konyalı Saat ile saat perakendesinde lider oldu. Bugün otomat ve kafe işiyle büyüyor. Üçüncü kuşağın büyümesi ise güneş enerjisi ile olacak.

Haber. Bahar Öztop, Turkishtime, Aralık 2008


Konya’da Türkiye’nin ilk saat fabrikası Şen Saat’i kuran Mustafa Nalçacı’nın, büyümenin burada yakalanamayacağını keşfedip ailesiyle İstanbul’a göç etmesiyle başlıyor her şey...
Mustafa Bey’in bu cesareti ikinci kuşağa da tesir edince, bir grup şirketi doğuyor. Konyalı Saat’in büyümesinde, elektrik mühendisi İrfan ve makine mühendisi İhsan Nalçacı’nın babalarına destek vererek, yeni sektörlere açılmalarının etkisi büyük. Şirket için mihenk taşı niteliğindeki kararların altına imza atan ve yeniliklere açık olan ikinci kuşak Nalçacılar, kendi çocuklarını da aynı anlayışla büyütüyor.

Grubun gelecek hedefi ise enerji sektöründe büyümek. Yenilenebilir enerji yatırımlarının dünya ekonomisini durgunluktan kurtaracağı tezleri düşünüldüğünde, orijini saatçilik olan bir şirketin enerjiye yönelmesi garip değil... İrfan Nalçacı, elektrik mühendisi olmasının getirdiği avantajla son bir buçuk yıldır yenilenebilir enerji yatırımları üzerine çalışıyor. Gama, Sanko, Zorlu gibi Türkiye’nin dev holdinglerinin yerlerini aldığı yenilenebilir enerji alanına Konyalı da güneş enerjisi yatırımıyla girme planları yapıyor. Sektöre giren büyük yatırımcıları güneş enerjisinden çok hidroelektrik ve rüzgâr enerjisini tercih ettiler yenilenebilir enerji yatırımlarında. Çinli şirketleri saymazsak büyük yatırımcıların Türkiye’de henüz güneş enerjisi yatırımına yönelmemiş olması da büyük bir avantaj.

Çin’de çalışma yapıyor, İspanyol modeli istiyor

Şangay’da bir şirketle ortak güneş enerjisi yatırımı üzerine araştırmalarını sürdüren Nalçacı Ailesi, model olarak İspanya’daki 10 megawattlık bir projeyi örnek alıyor. Ancak, güneş enerjisi yatırımlarında dünyadaki lider ülkelerden biri olan İspanya modelini Türkiye’de uygulamak o kadar da kolay görünmüyor.
2020’de toplam enerji gereksiniminin yüzde 20’sini yenilenebilir enerjiyle karşılamayı hedefleyen Avrupa Birliği, hem yasal düzenlemelerle hem de finansal kaynaklarla bu yatırımların önünü açıyor. Kimi ülkede ilk yatırım maliyetlerinin bir kısmını devlet karşılıyor ya da vergi indirimi gibi teşvikler sunuyor. Ancak, Türkiye’de güneş enerjisi kullanımına dair bir teşvik henüz yok. Üretilen enerjinin şebeke tarafından satın alınmasına yönelik yasal alt yapının hazır olmaması girişimlerin önündeki en büyük engellerden biri.








Nalçacı’ya göre yatırımcıların önündeki diğer büyük engel de,
 enerjiye kilowatt/saat başına ödenen ücretin düşük olması. 


Nalçacı’ya göre yatırımcıların önündeki diğer büyük engel de enerjiye kilowatt/saat başına ödenen ücretin düşük olması. Nalçacı, yapılan fizibilite çalışmalarına göre, Türkiye’de güneş paneline yatırımın henüz uygun zemini olmadığını, çünkü elektriğin kilowatt/saatine devletin ödediği 5,5 cent’in, yatırım maliyetlerini karşılamak için yeterli olmadığını söylüyor. İspanya modelinin Türkiye’deki uygulamadan en büyük farkının devlet sübvansiyonu olduğunu belirten Nalçacı, bu ülkede yatırımcıya kilowatt/saat başına yaklaşık 50 cent ödeme yapıldığını söylüyor.
Ancak son iki ayda yaşananlar Konyalı Saat Grubu’nun enerji yatırımlarını 2010’a kadar ertelemesine neden olmuş. İrfan Nalçacı bu kararda babalarının kriz dönemlerindeki ‘kârlılığı bırak, likiditeye bak’ şiarının etkili olduğunu söylüyor.

Yılda 72 bin Nacar satıyor
Nalçacı Ailesi bir taraftan yeni iş kollarında fizibiliteler yaparken diğer yandan da ana iş kolları olan saat perakendesinde pazar konumlarını sağlamlaştırıyor. Konyalı Saat İsviçre’den isim haklarını satın aldığı Nacar’ın yanı sıra Zenith, Movado, Carrera’nın Türkiye distribütörü... Sadece Nacar marka saatlerden 2007’de 72 bin adet satmışlar. Konyalı, Anadolu’nun çeşitli illerinde bulunan 9 mobil ekibi, GSM şebekesi üzerinden sipariş topluyor. Şirket bu sayede dağıtımda Türkiye’nin her yerine ulaşabilen tek firma olmuş. 583’e ulaşan bayii ile Türkiye’nin en geniş dağıtım ağına sahip Konyalı Saat’in toplam 20 mağazası var. Grup 21’nci mağazayı da Optimum AVM Kozyatağı’na açmayı planlıyor. Hedef ise, 2010’a kadar mağaza sayısının 30’a çıkarmak. Konyalı Saat’in Rusya, Türkî Cumhuriyetler ve Uzakdoğu’ya da yıllık 850 bin dolarlık bekçi kontrol saati, kule saatleri ve kol saati ihracatı var. Bu konudaki çalışmalar, Avrupa ve Ortadoğu’nun en büyük perakende mağazalar zinciri olmak için sürdürülüyor.

Moskova meydanlarında saat dikiyor
Konyalı Saat Grubu’nun şirketlerinden biri olan Erben Kontrol Sistemleri dünya markası pek çok şirketin Türkiye’deki mümessili. Şirket bekçi kontrol ve tur sistemleri, meydan ve cephe saat sistemleri, personel devam kontrol ve skorbord gibi hizmetleri ile sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da pek çok önemli projeye imza atıyor. Örneğin Filipinler, Rusya ve Irak’ta Konyalı Saat Grubu’na ait bir meydan ya da kule saati görmek mümkün... Bu sistemlerin yazılımları ve konfigürasyonu da Türkiye’de gerçekleşiyor.
Grubun saat ve otomasyon işlerini İrfan Bey yürütürken, kahve ve otomat girişimlerini ağabeyi İhsan Bey yönetiyor. Grup şirketi Erben Otomat, kahve ve otomatları konusunda, Ervendo ise 24 saat açık bakkal konseptiyle oluşturulan Bakkal 24 ile şirketlere, üniversitelere, hastanelere hizmet veriyor. Türkiye genelinde 1100 otomata grup sektördeki iki büyük oyuncudan biri.

Her krizde yeni bir sektör
Konyalı Saat Grubu’nun büyüme stratejisinin odağında kriz dönemlerinde yeni iş kollarına yönelmek var. Geçtiğimiz dönemlerde Türkiye’in yaşadığı ekonomik darlık zamanlarında Nalçacılar’ın girdikleri yeni sektörler onlara büyümeyi getirmiş. Aile 1994 krizinde otomasyona yönelmiş, 2001 krizinde ise perakendeciliğe başlamış. İrfan Nalçacı bugünkü kriz ortamına girerken ise gayet iyi bir karlılık durumunda olduklarını, karlarının ilk 9 ay itibariyle geçtiğimiz yıla göre yüzde 25 arttığını belirtiyor. 2007’de 16 milyon avro ciro yapan grup 2008’i de aynı rakamla kapatmayı hedefliyor.

Yeni rakip Starbucks
Konyalı Saat Grubu bütün bu işlerin yanına, bugün içinde bulunduğumuz krizde yeni bir iş daha ekliyor. Geçtiğimiz yıl İtalya’nın ünlü kahve markası Lavazza’nın Türkiye distribütörlüğünü alan grup, şirketi Best AŞ ile Lavazza’ya özgü kafeler açmaya başladı. Nalçacılar, Maslak’taki Vodafone binasında açılan Türkiye’deki ilk Lavazza Cafe’nin ardından, 2009’da İstanbul ve Ankara ağırlıklı olmak üzere 20 kafe shop daha açmayı hedefliyor.



INFO
Grubun Şirketleri


Konyalı Saat Grubu Şirketleri: Konyalı Saat Sanayi A.Ş (Zenith, Movado, Nacar ve Carrera Saatleri Türkiye Distribütörlüğü), Konyalı-Ersa Mağazacılık A.Ş (Konyalı Saat Perakende Saat Mağazalar Zinciri), Erben Kontrol Sistemleri A.Ş (Otopark Sistemleri, Acces kontrol, Bina 0tomasyonu, Meydan Saatleri, Spor Ölçme Sistemleri, PDKS Sistemleri), Erben Otomatik Sistemleri A.Ş (Saeco ve Bravilor Marka kahve ve otomatları İthalatı& satışı), Bakkal 24 Otomatik Satış Sistemleri Ticaret Ltd.Şti (Türkiye genelinde Otomat Satışı İşletmeciliği), Best İthalat Ltd.(Lavazza Cafe Concept & Kahve ürünleri Türkiye genel dağıtıcılığı)




INFO
Darphaneye özel seri

Genel Müdür İrfan Nalçacı, Nacar saat markasıyla Darphane Genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü ortak projeyi heyecanla anlatıyor. Bu projeyle Darphane, ilk kez hatıra kol ve cep saati bastırdı. Proje çerçevesinde Nacar markalı kol ve cep saatlerinde Türk bayrağı rozeti, Atatürk, Lidya altını hatıra madalyonları, Barbaros Hayrettin Paşa, Türkiye'nin Kuşları ve A Milli Futbol Takımı'nın dünya üçüncülüğü hatıra paraları bulunuyor. Saatler sınırlı sayıda ve sertifikayla satılıyor. Dünyada bu tip koleksiyonların hazırlandığını belirten Nalçacı, Mevlana serisinden oluşacak yeni paraların çok ilgi çekeceğini düşündüğünü söylüyor. Bu projenin en önemli özelliği ise, paraya benzer saatlerin değil, gerçek paraların olduğu saatlerin kullanılıyor olması. 





İYİ FİKRİ OLANA
YATIRIM MELEĞİ BULUNUR

E-Tohum'un kurucusu Burak Büyükdemir
Bugüne kadar internet üzerindeki belki yüzlerce iyi iş fikri, finansman bulamadığı için kaybolup gitti. Etohum projesi iyi fikri olan girişimcilere yatırım melekleri bulmayı hedefliyor.

-Bahar Öztop-Aralık, 2008


İnternetin hayatımıza girmesiyle birlikte birçok şey köklü değişime uğradı. İş yaşamında da köklü bir değişim yaratan internet aynı zamanda yeni iş fikirlerinin büyük başarılar elde etmesini de sağladı. Bugün şaşırtıcı hızda büyüyen ve milyarlarca dolarlık değere ulaşan Google, Youtube, Facebook, Amazon gibi yeni nesil iş modellerini görerek zenginleşen hafızalar artık başka türlü çalışıyor.
Üniversitelerden yeni mezun olan, yıllardır sürdürdüğü işten sıkılan ya da ofislere kapanmak istemeyen girişimciler, kendi işini web üzerinden kuruyor. Dünyada bunun örnekleri çok yaygın... Kaliforniyalı Bill ve Rebecca Goldsmith çifti geçimlerini web üzerinden yayın yapan, reklamdan rating oranında gelir kazanan Radio Paradise ile sağlıyor. Emily ise, kurduğu site elementalthreads.com aracılığıyla tek
tiplilikten sıkılan tüketicilerin kendi çanta tasarımlarını dikerek para kazanıyor. Bunlar nevi şahsına münhasır küçük fikirler aslında. Ama bir şey aradığımızda ilk baktığımız Google, arkadaş ilişkilerimizi organize eden Facebook veya dünyanın en büyük medyası Youtube da böyle başlamamış mıydı zaten?

Yatırım melekleri
“Fikri gelenlerin” en büyük sıkıntısı ise bu fikri hayata geçirebilecek finansal kaynağı bulmak oluyor. Yurtdışında, iş fikrine sahip girişimciler, kurumsal şirketlerin yanı sıra, melek yatırımcılardan (angel investors) da finansal destek sağlayabiliyor. Örneğin, Mark Zuckerberg’in öğrenim gördüğü Harvard Üniversitesi`nde arkadaşlarıyla iletişim kurmak için oluşturduğu Facebook’a ilk yatırım yapan Amerikalı Peter Theil’ın melek sermayesi şirketiydi. Peter Thiel, 500 bin dolar vererek Facebook`un yönetim kuruluna bir üyesini sokmayı başardı. Aslında yüksek risk ve yüksek büyüme potansiyeli içeren firmalara, kuruluşlarının çok erken bir döneminde yatırım yapan özel bir yatırımcı tipi olarak tanımlanan bu sistem Amerika’da çok eski bir gelenek... Graham Bell 1874 yılında Bell telefon şirketini, Henry Ford ise Ford fabrikasını melek yatırımcıların sağladığı fonlarla kurmuştu.

Yatırımcı ile buluşma
Türkiye’de ise her ne kadar internet girişimcileri daha küresel başarılara ulaşacak işlere imza atamamış olsa da yabancı yatırımcının dikkatini çeken gittigidiyor.com, yemeksepeti.com, kariyer.net, yonja.com, çember.net gibi pek çok başarılı örnek var.
Sınırsız internet dünyasında Türk girişimcilerin sayılarının bir elin parmaklarını geçmemesinde en büyük etken fikri olanların çevrelerinde bu melek yatırımcıları pek görememesi... Bu durumun farkında olan Goril AŞ’nin kurucusu işletme mühendisi Burak Büyükdemir, girişimlerin sayısını artırabilmek için yatırımcıyla girişimcileri buluşturacak “etohum” projesini başlattı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) aldığı işletme mühendisliği eğitiminin ardından, uluslararası iş modelleri üzerine master yapan Büyükdemir, dünyadaki girişimcilik eğilimlerini Türkiye’ye taşımak için yola çıkmış. Büyükdemir, İTÜ’de 2005’ten bu yana Prof. Dr. Nimet Uray ile birlikte lisans ve yüksek lisans öğrencilerine elektronik ticaret stratejileri alanında ders veriyor. Zaten etohum fikri de bu dersler esnasında doğmuş. Öğrencilerin özgün fikirleri olduğu halde yatırım aşamasında finansman ya da teknik altyapı sağlayamamaları onda bu fikri geliştirmiş.

30 girişimci seçilecek
Girişimci-yatırımcı buluşması etohum projesine, kendi internet şirketini kurmak isteyen ve girişim yeteneği olan fikir sahipleri başvurabiliyor. Büyükdemir, internet konusunda yeni iş fikri olan henüz şirketini kurmamış, iş fikrini gerçekleştirmek için şirketini kurmak üzere olan, ya da internet şirketini kurmuş ama sermaye, yönetim ve pazarlama alanlarında desteğe ihtiyacı olan herkesi etohum’a davet ediyor. Geçtiğimiz ağustos ayında başlayan projeye, ocak ayı sonuna kadar etohum.com sitesindeki başvuru formunu doldurarak katılmak mümkün. Büyükdemir, başvuru formuyla katılımcıların fikirlerini değil, girişimciliğe yatkınlığını irdeleyerek seçim yaptıklarını belirtiyor. Fikirlerin gerçek hayata geçirilmesi ve sürdürülebilir olmasının önemli olduğunu dile getiren Büyükdemir, girişimcilerin dayanıklılığını yüz yüze görüşmelerde test edeceklerini belirtiyor.
Başvuruda bulunan girişimciler 2 haftada bir düzenlenen etohum toplantıları, üniversite kulüpleriyle ortaklaşa internet girişimciliği panelleri ve başarılı yatırımcıların konuk olacağı toplantılarla bir araya geliyor. Bu toplantılarda girişimciler birbirlerini tanıma imkanının yanı sıra fikirlerini paylaşabilecekleri bir platforma da sahip oluyor. Adaylar arasından seçilecek olan fikir sahibi 30 kişi ya da ekibe “internet girişim okulu”nda internet girişimciliği eğitimi ve iş planları hazırlamada koçluk desteği verilecek. Daha da önemlisi finansal kaynak bulabilecekleri bireysel ya da kurumsal yatırımcılarla buluşmaları sağlanacak. Tam 1 hafta sürecek eğitime Türkiye’deki başarılı internet şirketi kurucularının yanı sıra, teknoloji ve diğer konularda başarılı profesyoneller de davet edilecek.


Etohum’un en iyi fikirleri seçecek ekibi Gittigidiyor, 
Yemeksepeti, Tatil.com, Yonja, UzmanTV, 
Ebebek gibi başarılı sitelerin kurucularından oluşuyor.

Dünün girişimcileri bugün melek yatırımcı
Eğitimin ardından projeye sponsorluk yapan başarılı şirketlerin kurucuları, girişimcilerin fikirlerinin şekillenme aşamasında koçluk da yapacak. Nisana kadar iş planları çıkarılarak sitelerin hazırlanmasına geçilmesi planlanıyor. Projenin sponsorları, Embrio, yemeksepeti.com, gittigidiyor.com, tatil.com, Netron Technology, e-bebek.com, Trendshow, cimri.com, uniaktivite.net, televidyon.com gibi Türk internet girişimciliğinin öncü şirketleri...
Büyükdemir, “Bizim garaj hikayelerimiz yok, ama yemeksepeti, gittigidiyor gibi şirketlerin hikayeleri yeni girişimciler için motivasyon sağlayacak nitelikte. Kurucuları çok zor günler geçirdi. Bugünlere gelmeleri kolay olmadı” diyor. Türkiye’de esas sorunun kurumsal yatırımcı bulma zorluğu olduğunu dile getiren Büyükdemir, artık başarılı internet girişimcilerinin de melek yatırımcı haline dönüştüğünü söylüyor. Yurtiçinde ve yurtdışında yatırımcı bulabilmek için ise şimdiden çalışmalara başlanmış. Microsoft ve Intel gibi devlerle de görüşmeler sürdürülüyor. Büyükdemir, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nın (TTGV) da internet yazılım firmalarına ve innovasyon geliştiren firmalara uygun kredi imkanları hatta maliyetsiz kredi sunduğunu ve yatırımlara ortak olduğunu söylüyor. Teknoloji Holding de TTGV’nin bir yatırım firması. Teknoloji Holding’in markası Embrio, I-Lab Holding ilk yatırımcılardan.

Yerli fikirler dünya pazarına
Büyükdemir, toplayacakları projeleri global melek yatırımcı platformu Lab-x ile de paylaşacaklarını, bu anlamda bakıldığında etohum projesinin girişim sermayedarları için filtreleme görevi gören ve kaliteli iş planları geliştiren bir proje olarak tanımlanabileceğini söylüyor. Her yıl tekrarlanacak etohum projesinin hedefi, program sonunda en az 10 girişimciye yatırımcılar önünde proje sundurabilmek ve aralarından bir tanesine yatırımcı bulabilmek.

İNFO:
NASIL MELEK YATIRIMCI OLUNUR?

Burak Büyükdemir, bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Sıkıntılı zamanlarda biri gelir sizi finanse eder. Bu kurumsal bir yatırımcı değildir. Bireyseldir. Sizi bürokratik olarak sıkmaz, belgelere boğmaz. Bu finansör, bir arkadaşınız, tanıdığınız olabileceği gibi, hiç tanımadığınız fakat projenize inanan biri de olabilir. Doğrusu melek yatırımcının gelip sizin işinize çok fazla karışmamasıdır. Türkiye’de bu kültür henüz tam olarak oluşmuş değil. En iyisi melek yatırımcının, Amerika’da ve Avrupa’da olduğu gibi iş bağlantılarını bulması ve danışman gibi davranmasıdır. Melek yatırımcıların yatırımlarının ortalaması bu ülkelerde 30 bin ila 50 bin dolar arasındadır. Genelde milyon dolarlık yatırımlar değildir. Google’ın örneğinde milyon dolarlık yatırımcı da geldiği olur.”

ASTIMA 219 MİLYON DOLAR

En çok satan ilk 10 ilaçtan 3’ü astım ilacı. Bu üç ilacın toplam cirosu 219 milyon dolar. Uzmanlar astım ilacı satışındaki artışı “Hijyen Teorisi” ile açıklıyor. Daha açık ifadeyle kent yaşamı, gıdalardaki katkı maddeleri ve endüstrileşmenin bedeli diyebiliriz.


Araştırma: Bahar Öztop, Turkishtime, Aralık, 2008


Türkiye’de kişi başına sağlık harcaması miktarı OECD ortalamasının ancak beşte biri kadar... Ancak buna rağmen Türkiye ilaç üreticileri için büyük bir pazar.  Sağlık endüstrisi pazar araştırmaları şirketi IMS Health’in verilerine göre Türkiye ilaç tüketiminde Güney Kore'den sonra geliyor ve dünyanın en büyük 13’ncü pazarı… 2010’da ise ilk 10 ülke arasına gireceği tahmin ediliyor. İlaç pazarının 2008’in ikinci çeyreği itibariyle yıllık cirosu 10,4 milyar dolar. 2005 verileriyle karşılaştırdığımızda 6,8 milyar dolar olan ilaç pazarının bugün 11 milyar sınırına dayanıyor olması ilaç tüketiminin sadece 2,5 yılda yüzde 53 arttığını gösteriyor. Türkiye pazarında en çok satılan ilaçlar listesi Türk insanının hangi sağlık sorunları ile boğuştuğunun da bir göstergesi. Zira, en çok satan ilk 10 ilaçtan 3’ü, Seretide, Foradil (Foraseq) ve Symbicort astım ve akciğer hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor. Üç ilacın toplam satışına baktığımızda, Türk insanın astım hastalığının tedavisi için yılda en az 219 milyon dolar harcadığını görüyoruz. Alt sıralardaki muhtemel diğer ilaçları da eklerseniz bu rakam 300 milyon doların üzerine çıkabilecek gibi... Glaxosmithkline tarafından piyasaya sürülen Seretide 2005 yılında 55,9 milyon dolarlık ciroyla, 68,5 milyon dolarla listenin ilk sırasında olan ağrı kesici Etol’ün hemen arkasında yer alıyordu. Bugün ise 105 milyon dolarlık satışıyla, bu ciroyu ikiye katlayarak listenin ilk sırasına yerleşti. Diğer astım ilaçları Foradil 61, Symbicort ise 53 milyon dolarlık ciroları yakaladı.


Göç ve steril yaşam astımlı sayısını artırıyor
Alman Hastanesi Göğüs Hastalıkları
Uzmanı Doç. Dr. Özgür Karacan


Alman Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Özgür Karacan, astım ilaçlarının satışının katlanarak artmasında iki önemli neden olduğunu vurguluyor. Öncelikle doktorların bronşiyel astımı daha iyi tanımaları ve bu konuda teşhis koyma yöntemlerinin gelişmiş olmasına vurgu yapıyor Doç.Dr. Karacan. İkinci önemli neden ise, ‘hijyen teorisi’...
Doç. Dr. Karacan, astımın gelişmiş ülkelerin hastalığı olarak bilindiğini, özellikle Yeni Zelanda, Kanada ve İngiltere gibi ülkelerde yaygınlıkla görüldüğünü anlatıyor. Hijyen teorisine göre astım, şehir yaşamının steril ortamlarında kristalize yaşam biçimlerinden doğuyor. Bu teorinin son 10 yıldır tartışılan bir konu olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Karacan, “Belki insanlar koruyucu ve steril olmaya başladıkça alerjik hastalıklar artıyor. Türkiye için kırsal alandan şehirlere göç olması nedeniyle hasta sayısının arttığını söylemek mümkün. Ayrıca hava kirliliği, gıda katkı maddeleri, temizlik maddeleri, suni beslenme gibi nedenlerden dolayı çok fazla alerjik maddeyle karşılaşmaya başladık” diyor.


Medicana Hastaneler Grubu Göğüs
Hastalıkları Uzmanı Dr. Zeliha Arslan
Medicana Hastaneler Grubu Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Zeliha Arslan ise, endüstriyel gelişimin yarattığı hava kirliliği, daha stresli ortamlarda yaşamanın astımlı sayısını ve dolayısıyla ilaç satışını arttırdığına dikkat çekiyor.  Dr. Arslan göre, astım kronik bir hastalık ilaçlarının sürekli kullanılması gerekiyor bu da kümülatif dozu artırdığı için bu ilaçlar liste başında yer alıyor.


Sigara kullanımı listeyi değiştirdi
Listede yer alan diğer ilaçlar ise, kanser, tansiyon, mide ülseri, kolestrol ve depresyon tedavisinde kullanılan ürünler. Seretide’i, Novartis’in özellikle lösemi gibi kanser tedavisinde kullanılan ürünü Glivec takip ediyor. 2005’te 41,8 milyon dolarlık ciroyla listeye 8’inci sıradan giren Glivec’in, bugünkü cirosu 86 milyon dolar. Kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH) tedavisi için kullanılan Pfizer’in ürünü Spiriva ise, 2005 yılında 35,8 milyon dolar ciroyla 15’nci sırada yer alırken, bugün 74 milyon dolarla 3’ncü sıraya yerleşmiş durumda. Bu rakamlardan, Spiriva’nın satışının da 2 kat arttığını görmek mümkün. Türkiye'de en çok karşılaşılan üçüncü ölüm nedeni olarak öne çıkan KOAH'ın her yıl 26 bin insanın ölüme neden olduğu bildiriliyor. Uzmanlar sigara içiminin yüzde 52 oranında KOAH oluşumunu tetiklediğini, biyokütle yakıtların yaygın olarak kullanılmasının da büyük etkisi olduğunu söylüyor. Araştırmalar Türkiye’de yaklaşık 5 milyon KOAH hastası olduğunu gösteriyor.


EN ÇOK SATAN İLAÇLAR* (milyon dolar)
           İlaç Adı  2007    2008    Değişim (%)
Seretide    35         105         18
Glivec       32           86         15
Spiriva      39           74         21
Co-Diovan 24         70           7
Lansor      39          69          21
Taxotere   46          66          27
Lipitor      53          64          34
Risperdal  19          63            4
Foraseq    55          61          35
Symbicort 25          53            9
Diğer        28            9.726    11
Toplam    28    10.437    11
*İkinci çeyrek itibariyle
Kaynak: IMS Health


Depresyon sekizinci sırada
Novartis’in ürünü tansiyon düzenleyici Co-Diovan 70 milyon dolar, Sanovel’in özellikle mide ülserinde kullanılan ilacı Lansor 69 milyon dolar ciroyla en çok satılan ilk beş ilaç arasında.  Bunları Aventis’in meme kanseri tedavisinde kullanılan ürünü Taxotere 66 milyon dolar, Pfizer’in kolestrolü düzenleyen Lipitor ürünü ise 64 milyon dolarlık ciroyla takip ediyor.
Johnson&Johnson’ın antidepresan olarak piyasaya sunduğu Risperdal ilacının 63 milyon dolarlık bir ciroya ulaşması da dikkat çekici bir ayrıntı. Uzmanlar, yaşanan ekonomik krizlerin kişilerin psikolojisi üzerinde, iş yerinde rekabet gibi nedenlerle ciddi bir baskı oluşturabileceğini ve depresyona yol açabileceğini belirtiyor.


İlaç pazarının lideri 794 milyon dolarlık satışla Novartis. 
İkinci sırada 642 milyon dolarla bir yerli firma Abdi İbrahim var. 
Üçüncü sıra ise 613 milyon dolarlık satışıyla Sanofi-Aventis’in.


Pazarın lideri Novartis, Abdi İbrahim ikinci
50 yılı aşkın süredir sağlık ve ilaç sektöründe araştırmalarını sürdüren IMS Health UK’den aldığımız bir diğer veri ise, Türkiye’de faaliyet gösteren ilaç üreticilerinin ciroları. Buna göre, yerli ve yabancı ilaç şirketlerinin 1 yıllık toplam satış rakamı 2008 yılı ikinci çeyreği itibarıyla 10 milyar 437 milyon dolar… Listenin ilk sırasında 794 milyon dolarlık satışla Novartis yer alıyor. İkinci sırada 642 milyon dolarla Abdi İbrahim ve üçüncü sırada 613 milyon dolarla Sanofi-Aventis var. Listenin diğer sıralarında ise Pfizer, Bilim, Bayer, GlaxoSmithKline, Roche, AstraZeneca ve Sanovel yer alıyor. Bütün bu şirketlerin ortak noktaları, aslında dünyada olduğu kadar, Türk pazarında da Ar-Ge için önemli miktarda kaynak ayırmaları. Aslında bu noktada yerli ilaç üreticilerinin de son yıllarda yatırımlarının arttığını söylemek gerekiyor. Geliştirilmiş eşdeğer ilaç üretmeyi hedefleyen ilaç firmaları, bu sayede Türkiye’nin uluslararası alanda rekabet gücünü artıracak projelere imza atıyor.


İlaçta büyüme Ar-Ge yatırımında
Avrupa’nın ikinci büyük ilaç üreticisi İsviçreli Novartis, 1993 yılından bu yana 215 merkezde hayata geçirdiği 52 klinik araştırma projesi ile bu konuda yapılan toplam yatırımın üçte birini tek başına gerçekleştiriyor. Dünyanın "en büyük" 100 ilaç firması arasına giren "ilk" Türk ilaç şirketi ünvanını alan Abdi İbrahim de, krize rağmen planlarından vazgeçmeyerek, 37 milyon dolarlık bir yatırımla sektörün en büyük Ar-Ge merkezini geçtiğimiz ay faaliyete geçirdi. Şirketin 2009 yılı Ar-Ge bütçesi ise 20 milyon dolar. Türkiye pazarında 4’ncü sırasında yer alan Pfizer ise, yıllık 14 milyon dolarlık ar-ge yatırımıyla dikkat çekiyor.


Türkiye’de 3 bin 100 çeşit ilaç üretiliyor
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) verilerine göre, Türkiye’de 14’ü yabancı sermayeli, toplam 43 üretim tesisi faaliyetini sürdürüyor. 2007 yılında, reçeteli ilaç pazarı pazara giren yeni ilaçların etkisi ve sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılmasıyla birlikte 1,3 milyar kutuluk satışa ulaştı. Türkiye, günümüzde ağrı kesici, antibiyotik, mide kalp ve damar hastalıklarında kullanılan etkin maddeler ile kodein, morfin gibi afyondan üretilen maddelerden oluşan toplam 48 çeşit ilaç etkin maddesini üretebiliyor. Türkiye’de üretilen ilaç çeşidi sayısı ise 3 bin 100. Çeşit sayısı dozaj ve farmasotik niteliklere göre ayrıldığında ise bu rakam 7 bin 200 civarını buluyor.


Ar-Ge’ye 70 milyar dolar
Uluslararası İlaç Üreticileri ve Birlikleri Federasyonu (IFPMA) tahminlerine göre, 2008 yılı sonuna kadar yaşam kalitesini yükseltecek, mevcut hastalıklara tedavi sağlayacak yeni ilaçların keşfi için küresel çapta 70 milyar dolarlık ar-ge yatırımı yapılacak. Yapılan hesaplamalara göre, 2010 yılında bu rakamın ikiye katlanması bekleniyor.  Dünyada bu yıl sonuna kadar, kanser için deneme aşamasında olan 600 ilaç da dâhil olmak üzere, yaklaşık 6 bin yeni ürün çalışmasının tamamlanması planlanıyor. Ar-ge için ayrılan kaynağa, yeni üretim merkezleri, ekipman ve yenileme için yapılacak kalemler de eklenince bu rakamın 100 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor. Ancak Türkiye bu yatırımlardan ciddi bir pay alamıyor. Türkiye’ye ar-ge yatırımı olarak her yıl gelen miktar ortalama olarak 30 milyon dolarda kalıyor.


12 ila 15 yıl alıyor
İlaç endüstrisini en çok zorlayan koşullardan biri, Ar-Ge süresinin uzun soluklu, yüksek maliyetli ve zahmetli olması. Bir ilacın üretimi için yola çıkıldığında, ürünün raflara ulaşabilmesi için 12 ila 15 yıl arasında bir araştırma süreci gerekebiliyor.  Avrupa İlaç Endüstrileri ve Birlikleri Federasyonu’nun (EFPIA) araştırmasına göre, bir ilacın molekülden ilaca dönüşünceye kadar maliyeti yaklaşık olarak 900 milyon avroyu buluyor. Bu nedenle ulusal ekonomilerde ilaç yatırımlarına devlet desteği artıyor ve teşvik politikaları düzenleniyor.  Bu teşvik politikalarını uygulayan ülkelerde ilaç sektörü yatırımlarının arttığı gözleniyor.


 İNFO:
Jenerik ilaç üretiyoruz
Dünyada ilaç üretimi gerçekleştiren 36 ülke var. İlaç pazarının toplam büyüklüğü ise 700 milyar doları aşıyor. Araştırmalara göre, 2020 yılında pazarın yaklaşık iki kat büyüyeceği ve 1,3 trilyon dolara ulaşacağı tahmin ediliyor… İlaç üretiminde yüzde 47’lik payla Avrupa birinci sırada. Avrupa’yı yüzde 30 ile ABD ve yüzde 11 ile Japonya takip ediyor. 2007’de yeni ilaçlara yönelik küresel yatırımların ancak yüzde birini çekebilen Türkiye, klinik araştırmalara yönlendirilen fonların ise sadece 27 milyon dolarını alabildi. Buna rağmen Türkiye, dünya ilaç üretiminde kendine yetecek güçte olan az sayıdaki ülkelerden biri… Ancak her ne kadar üretim standartları ve teknolojisi bakımından dünya standartları yakalansa da, Türkiye yeni ürün geliştirmek yerine jenerik ilaç üretimine yönelmiş durumda.


İLAÇ PAZARININ İLK 10 FİRMASI* (milyon dolar)
Firma             2007       2008      Değişim (%)
Novartis           23          794            7
Abdi İbrahim    31          642          14
Sanofi-Aventis 17           613            2
Pfizer               32           485          15
Bilim                29           458          12
Bayer              29           444          12
GlaxoSmithKline 25       437             8
Roche              24          424             8
AstraZeneca    34          395           16
Sanovel Turkey    30    323    13
Diğer    30    5.421    13
Toplam    28    10.437    11
*İkinci çeyrek itibariyle
Kaynak: IMS Health

Global 500 Türk - İkinci Araştırma

Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...