30 Ağu 2008

Kişisel değil, topyekûn gelişelim


Kişisel gelişim duayeni Prof. Dr. Üstün Dökmen, ‘Kişisel değil, topyekûn gelişelim’ diyor. Ona göre, Türk insanı ister üst düzey yönetici, ister çaycı olsun kaz adımlarıyla ilerleyip büyümek istiyor. Yapılması gereken ise, Japon mucizesini yaratan kai-zen’e odaklanmak…


HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-AĞUSTOS 2008

ON PARMAĞINDA on marifet olan bir psikolog. Her şeyden önce bir eş ve iki kız babası. Sonrası mı? Saymakla bitmez. Akademisyen, kişisel gelişim seminerleri veriyor, milli takıma psikolojik danışmanlık yapıyor, TV programı hazırlıyor ve sunuyor, bilimsel kitaplar ve makalelerin yanı sıra, tiyatro oyunları ve şiir yazıyor. Şimdi de Anadolu’nun çeşitli illerinde şubeler açarak geliştirdiği Küçük Şeyler Akademisi Anaokulu projesiyle bir girişimci… Prof. Dr. Üstün Dökmen, yazımızın başlığına yakışan bir isim, kişisel değil, topyekun gelişimci adeta.
Aslında o kişisel gelişim uzmanı ve psikolojik danışman deyince Türkiye’de ilk akla gelen isim. Ona, bu konuda popülerlik kazandıran en temel nokta ise, yaptığı her işin altına attığı ‘güvenilirlik’ imzası. Bu durumun pek çok kanıtı var. TRT’de 2002 yılından beri hazırladığı ve sunduğu ‘Küçük Şeyler’ programı pazar günleri ailecek izleniyor. Prof. Dr. Üstün Dökmen’in bir nevi sosyal sorumluluk projesi olarak gördüğü bu TV programı, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da genç yaşlı kadın erkek her kesimden insanın vazgeçemediği bir bilgi alma aracı konumunda.
Bugüne kadar,  yazdığı 12 kitabının toplam baskı adedi yaklaşık 1 milyon civarında. 13’üncü Kitabı Küçük Şeyler 3 de yoğun ilgi görüyor. Türk Hava Yolları’ndan Türkiye İş Bankası’na, üniversitelere kadar hem özel sektör, hem de kamu alanında 180 önemli kuruluşa kurumsal eğitimler vermiş. Geçtiğimiz Mart ayında Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim’in kendisini arayıp, tüm milli takımlar için bir psikoloji bölümü oluşturmak için destek istemesi de Dökmen’in, deneyimine, birikimine ve kendisine duyulan güvene dair önemli bir işaret. 
Konuğumuz Prof. Dr. Üstün Dökmen olunca, ekonomiden milli takıma, kişisel gelişim dünyasından Türk eğitim sistemine kadar konuşacak o kadar çok konu vardı ki, aldığımız yanıtların bu sayfalara sığması mümkün değil. Prof. Dr. Üstün Dökmen, Turkishtime okuyucuları için anlattı…

     
“İşimize duygularımızı yeteri kadar katalım”
Psikologların sanılanın aksine doğruyu yanlışı öğreten insan olmadığını, davranışlarını değiştirmek ve geliştirmek isteyen insanlara hizmet verdiklerini vurguluyor Prof. Dr. Dökmen öncelikle. Bu açıdan olaylara yaklaşırken, bir psikologdan mucizeler beklenmemesi gerektiğini de hemen ardından vurguluyor. Ancak, büyük kurumların insan kaynakları departmanlarında ve bütün spor takımlarında psikolog ve psikolojik danışman olması gerektiğini ısrarla savunuyor. Yılda bir ya da iki kez alınan şirket eğitimlerinin yetersiz olduğunu, şirket içinde gruplar kurarak motivasyonu artırıcı etkinlikler yapacak, daha iyi ekip olmaya yol açacak etkinlikler yapacak psikolojik danışmanların olmasında fayda olduğunu söylüyor. Günlük yaşamdaki klasik iletişim tarzının kurumlara zarar verdiğini de ifade eden Dökmen, “Aklı ve duyguyu iyi senkronize edemiyoruz. İş yerlerinde, ‘aklı duyguyla karıştırmayın’ diyorlar. Ama işin içinde duygu olmadan nasıl yaşanabilir ki? Sevmeden bir işe heyecan katmanız mümkün mü? İşimize duygularımızı katmayalım yanlış ifade, şablon. Bunun doğrusu işimize duygularımızı yeteri kadar katalım. Müşteri borcunu ödemeyince ağlamaya başlama, ama gözünü seveyim iş yerine severek gel, heyecanın olsun” diyor.
IQ ve EQ’yu iyi kullanan yönetici başarılı olacağını da vurgulayan Dökmen, bu konuda heyecanı ile çalışan bir yönetici örneği veriyor: “Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Cem Kozlu, ekibini büyük bir heyecanla, kabına sığmayan bir motivasyonla yönetiyordu. Onun enerjisi, aynı şekilde personeline geçerdi. Çünkü nezle grip de, karamsarlık da, neşe de karşıdakine geçer. Genel müdür gerginse, motive olmuşsa, iyimserse bütün bunlar elemanına geçer.”
Klasik yöntemlerden vazgeçmenin, liderliğin öğrenebilecek bir şey olduğunun anlaşılmasıyla daha da kolay olacağını belirten Dökmen, “Bir insanda bütün potansiyeller vardır, ama hangisinde eğitim alırsanız o yönünüzü geliştirebilirsiniz” diyerek bu tabunun yıkılması gerektiğini vurguluyor.
     
“50 yaşında daldan dala atlatıyoruz”
Türk iş dünyasında bugün yaşanan sıkıntıların aslında, temel eğitim sistemindeki hatalardan kaynaklandığını belirten Dökmen, kendi kuşağının, ilkokulda resim, müzik beden eğitimi yerine hep matematik dersi yaptığını, halbuki bunun yanlış olduğunu söylüyor. “Avrupalı ilkokulda dil öğretiyor, resim, müzik, beden eğitimi yapıyor. Beden eğitiminde, takım olmayı, müzik dersinde ortak ritm tutmayı, resim dersinde de kompozisyonu çerçeve içine sığdırmayı öğretiyor. Bu üç beceri iş dünyasında işe yarıyor mu? Yarıyor... Ekip olmayı, ortak ritm tutmayı, senkronize olmayı ve kompoze etmeyi öğreniyorlar. Biz bunları ilkokulda yapmak yerine, 50 yaşından sonra yaptırıyoruz. Koskoca adamlara, yönetim kuruluna tulumları giydiriyoruz, onları daldan dala geçirmeye çalışıyoruz. İki tepe arasında suni bir köprü kurup, yönetim kurulu başkanları, bellerinde ip, tek sıra, önde bu tepeden öbür tepeye geçti mi şirket kurtuldu. Bu biraz komik geliyor.”
‘Okullarda, matematik, fizik hocasının kapısında veli sırası olur, beden müzikte kimse yoktur’  diyen Dökmen, sanat ve spor alanında sürekli olarak dünya çapında başarılarımızın olmayışını da bu duruma bağlıyor. “Benim ülkemde ne zaman resim, müzik, beden eğitimi hocalarının kapılarında da kuyruk olacak, işte o zaman sanatta ve sporda dünya çapında sürekli başarı gösterebileceğiz. O alanlara iltifat edilecek. Çünkü marifet, iltifata tabidir.”

“Herkes patlama bekliyor”
Peki, bir psikolog gözüyle Türk ekonomisini ve iş dünyasını nasıl değerlendiriyor ünlü uzman. Ekonominin sosyolojik kurallara dayandığını, artı olarak psikolojik faktörler barındırdığını belirtiyor Dökmen. Son 20-30 yıla nazaran iş dünyasında gelişme, ilişkiler ve yönetim biçiminde değişikliklerin olduğunu, kurumsallaşmanın gereğini pek çok şirket anladığını da vurguluyor. Bu noktada, ‘Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir’ sözüyle, Türklerin heyecanla işe başladığını, ama sebat edip sonunu getirmediğine dair eleştiriyi de yapmadan edemiyor. Dökmen’in yeni akımları bir moda halinde tüketmek ve kaz adımlarına heves etmek yerine bir çözümü var: “İş dünyasına kai-zen gerekiyor. Kai-zen nedir? Japon mucizesinin özeti... Küçük adımlarla istikrarı ve gelişmeyi sağlamak… Bizde kai-zen yok, kaz adımları var. Yani, iki adım atıyoruz ve ani bir patlama bekliyoruz. Ekonomide patlama bekliyoruz, ihracatta patlama bekliyoruz. Hiçbir yetkili şunu demez, ‘bu yıl turizmde yüzde 3 gelişme bekliyoruz’. Herkes ‘patlama bekliyoruz’ der. Ama bu yıl 3, seneye de 3, 10 yılda grafik yükselecek. Ama biz bunun için sabırlı değiliz. Yüzde 800’lük, yüzde 1.500’lük gelişme bekliyoruz. Bu iyi bir yaklaşım değil.”
Dökmen, ekonomide makro düzeyde kaz adımı merakı olduğu için bireyde de kaz adımı eğilimi olduğuna dikkat çekiyor. Bu yüzden, köyden kente göç eden birinin kazandığı parayı çok kısa zamanda katlayarak büyütme hayalinin olduğunu da belirtiyor.


"Koskoca adamlara, yönetim kuruluna tulumları giydiriyoruz. İki tepe arasında suni bir köprü kurup, yönetim kurulu başkanları, bellerinde ip, tek sıra, önde bu tepeden öbür tepeye geçti mi, şirket kurtuldu. 
Bu biraz komik geliyor."
   
Neden topyekün değil?
Gelelim kişisel gelişim alanınına. “Kişisel gelişim alanı dürüst ve hakkıyla yapılırsa, iş dünyasının ihtiyacı olan bir şey. Ekonomi güçlenirse, bu alan da güçleniyor. Şarlatanların olmaması gerekiyor. ‘Ne iş olsa yaparım abi!’ modeli bize özgüdür” diye özetliyor sorumuzu Dökmen. 
Vergisini verebilmek için Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyeliğini kısmi statülü hale dönüştüren Prof. Dr. Dökmen, arkadaşlarıyla birlikte 2005 yılında kurduğu Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi’nde de kişisel gelişim seminerleri veriyor. Dökmen, “Kişisel gelişim lafını da pek sevmiyorum. Neden topyekûn gelişmiyoruz? Ailecek, ülke olarak gelişmiyoruz? Topyekûn gelişmek istiyorsak, kişisel gelişim alanında çalışanların da buna destek vermesi ve ücretsiz eğitimler vermeleri gerekiyor” çağrısını yapıyor.
     
Devlet kurumlarına ücretsiz eğitim
Dökmen, devlet kurumlarına, devlet üniversitelerine, yurtdışındaki Türklere ücretsiz eğitim veriyor, yol parası da almıyor. Televizyon programı Küçük Şeyler için yılda 13-14 bölüm hazırladığını, bunun dört ayını aldığının bilgisini de veren Dökmen, “Televizyon programı halka hizmet içindir. Bu dört ayın karşılığı aldığım ücret çok az. Üç buçuk ay ücretsiz çalışıp, 15 günlük ücret alıyorum. Dışarıda daha fazla kazanabilirim, ama bunu bir sosyal sorumluluk projesi olarak görüyorum. Kişisel gelişim alanında çalışan birisi, ücretli olduğu kadar, ücretsiz de hizmet vermeli. Dişçiyseniz de, elbette parayla bakım yapacaksınız ama bir hafta sonu arabanıza binip alet çantalarını alıp köyleri dolaşabilir ve ücretsiz muayene yapabilirsiniz. Bütün meslekler için bu geçerlidir” diyor.
     

“TERİM’İN AGRESİFLİĞİNİ ÖLÇTÜK MÜ Kİ?..

Fatih Terim agresif, peki biz milletçe çok mu sakiniz?  Fatih Terim’in agresif olup olmadığını tartışmadan önce 70 milyonun günlük hayatta verdiği tepkileri incelemek gerekir. O futbolcular 70 milyonun içinden çıkıyor. Fatih Terim de Türkiye’de yetişti, futbolcumuz da.


FATİH Terim’in girişimiyle geçtiğimiz Mart ayından bu yana futbol milli takımının psikolojik danışmanlığı Prof. Dr. Üstün Dökmen’in işi. Dökmen, tüm milli takımlar için başında kendisinin bulunduğu bir psikolojik danışmanlık bölümü oluşturmaya yönelik çalışmalarını sürdürüyor. Ekipte, Dökmen dışında psikolojik danışmanlar, psikologlar ve spor danışmanları yer alacak. Dökmen, daha önce başka takımlarda psikolojik danışmanlık yaptığını, ama esas olarak psikolojik danışma departmanının olması gerektiğinin altını çiziyor. Kendisi de hem psikolog, hem de psikolojik danışman olan ve göreve geldiğinde ayağının tozuyla kendini Euro 2008 Avrupa Futbol Şampiyona’sının içinde bulan Prof. Dr. Dökmen’e, çok tartışılan ve mucize olarak görülen başarıyı soruyoruz.
Euro 2008 için Antalya kampında teknik kadro, futbolcular ve eşleri, hatta güvenlik görevlilerine de seminerler veren Dökmen, takım olma ruhuyla ilgili futbol oynamaya yardımcı olacak zihinsel düzenlemeler konusunda çalışmalar yaptıklarını anlatıyor. Bu çalışmalar sırasında, agresif tanımlaması yapılarak eleştirilere maruz kalan Fatih Terim’i bir psikolog gözüyle nasıl gördüğünü soruyoruz. “Onun agresifliğini ölçtük mü? Fatih Terim agresif, peki biz milletçe çok mu sakiniz” yanıtını veriyor.  Fatih Terim’in agresif olup olmadığını tartışmadan önce 70 milyonun günlük hayatta verdiği tepkileri incelemek gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Dökmen, “O futbolcular 70 milyonun içinden çıkıyor. Fatih Terim de Türkiye’de yetişti, futbolcumuz da... 70 milyon sakin değil bence. Apartmanların yarısına yakını Türkiye’de huzur apartmanı adını taşır. Niye? Çünkü huzur verir. Bir de apartmanda oturanlara sakin denir. Apartman sakinlerinin hiçbiri de sakin değildir. ‘Sayın Huzur Apartmanı sakinleri, lütfen sakin olunuz.’ Hepsi de hemen kavga etmeye hazırdır. Türkiye’de, apartman toplantılarının yüzde 50’sinden fazlası kavgalıdır. Komşusunu mahkemeye veren çoktur” diyerek 70 milyonun tablosunu çiziyor.

Sakinlik gerçekçi olmaz
Bu konuda pek çok çarpıcı örnek veren ve televizyonda, trafikte, askerlikte, eğitimde, genel gerçeğin ‘öfke’yi barındırdığını savunan Dökmen, “Şimdi böyle bir durum içerisinde 23 futbolcu, bir antrenör çıkmış, sakin olsalar melek gibi olsalar şaşardım. Tuhaf olurdu. Bu Türkiye’yi yansıtıyor. Adanalı biri. Türkiye yetiştirmiş. Gökten düşmedi, ithal edilmedi, burada yetişti. Ama genelde gerginiz, o da gergin. Efendim milli takım sakin olsun, antrenör hepsi sakin olsun. Bu gerçekçi değil” diyor.
Prof. Dr. Dökmen, ÖSS sınavına giren bir çocuğa, ebeveynlerinin kızgın olsa da bunun tepkisini sınav sonrasına sakladığı örneğini veriyor ve ekliyor: “Şimdi milletçe ana baba rolüne girelim. Milli takım çok önemli bir sınava hazırlanıyor. Futbolcu da gergin, antrenör de gergin. Sınava giden bir genç gibi agresif davranışta bulunabilir antrenör. Milletçe hemen bunun cevabını vermeli mi? Basın hemen bunu bastırmalı mı? Daha üste çıkıp daha agresif laflar söylemeli mi? Yoksa yutmalı, sessizce oturmalı mı? Hangisi gerekir? Eğer şampiyonluk ilgilendirmiyorsa, milli takım ilgilendirmiyorsa, o zaman kız. Ama hepimiz iyi bir sonuç istiyoruz. O zaman sınava götürdüğü çocuğa kızmayan, sınava giden gencin sabah kahvaltısında çemkirmesini yutkunan anne baba gibi millet de buna yutkunacak.  Biz de 70 milyonluk bir aile gibi davranıp, böyle durumlarda hoşgörülü olalım.”

Aklını ve duygularını senkronize kullanıyor
Prof. Dr. Dökmen’e, Fatih Terim’i bir yönetici olarak nasıl değerlendirdiğini soruyoruz. “Bu konuda hiçbir yorum yapamam. Hangi konuların bana geldiğini de söyleyemem. Psikolojide ‘söz namustur’ kavramı vardır. Bizim için sır saklamak namustur. Ben bunu, eşim meslektaşım olduğu halde, onunla bile konuşmam. Aynı şekilde bireysel görüşmeleri de antrenöre anlatmam” diyor. Bununla birlikte özel eğlence maçları ve yemeklerde gördüğü Fatih Terim’i aktarmadan edemiyor. Dışarıdan halkın gördüğü agresif, sinirli Fatih Terim ile gerçek Fatih Terim’in farklı olduğunun altını çiziyor. “Çok ciddi bir antrenör, antremanı iyi yaptırıyor. Ama antreman dışında inanılmaz şakalar yapıyor çocuklara. Çocuklar da ona yapıyor. Bazen üç antrenörle üç futbolcu aralarında maç yapıyorlar. Fatih terim onlara kızıyor, futbolcular da ona kızıyor bu maçlarda. Görseniz şaşarsınız. Arkadaş gibi. Kamuoyuna yansıyan doğru değil.”
Devamlı kızan, devamlı öfkelenen, bağıran, sürekli futbolcuları geren birinin takımı yetiştiremeyeceğine de vurgu yapıyor Dökmen, ‘Fatih Bey renkli bir insan, ama dışarıdan bakan bu rengin bir tanesini görüyor. Basın eleştiriyor olabilir, ama kendisi de farkında olmadan aklını ve duygularını oldukça iyi-senkronize kullanan bir yönetici’ diyor.
     
Arda ve Nihat’ın başarısının sırrı

Futbolcularla birebir görüşmeler yapan Dökmen’e, Çek Cumhuriyeti maçında 75’nci dakikaya kadar 2-0 yenik olan milli takımın, Arda ve Nihat’ın golleriyle çeyrek finale taşınmasındaki sırrı da sorduk. Birçok spor yazarının ‘biz bu durumun açıklamasını yapamıyoruz’ dediği, bu başarının sırrının ‘yılmazlık’ ve ‘öğrenilmiş iyimserlik’ kavramlarında olduğunu belirtiyor Dökmen ve şöyle açıklıyor:
“Mesela çok kötü şartlarda, gecekonduda yaşayan bir çocuk vardır. Her şeye rağmen çalışır çabalar okur. Bunun gibi. Yılmazlık denen kavram çok kötü durumlarda pes etmeyip havlu atmamak anlamına geliyor. Kurtuluş Savaşı’nda yılmazlık kavramıyla başardık. İkincisi de, psikolojideki diğer önemli kavram olan öğrenilmiş iyimserlik. Biz seminerlerimizde, iyimserliği ve yılmazlığı vermeye çalışıyoruz. ”

1 MİLYON KİTABI SATILDI
Sistem Yayıncılık’tan alınan bilgiye göre Prof. Dr. Üstün Dökmen’in 12 kitabı toplam 1 milyon baskı adedini yakalamış durumda. Son kitabı Küçük Şeyler 3 ise Remzi Kitabevi tarafından yayınlanıyor. Dökmen’in kitapları şunlar:
1. İletişim Çatışmaları ve Empati
2. Varolmak Gelişmek Uzlaşmak
3. Küçük Şeyler
4. Küçük Şeyler-2
5. Sosyometri ve Psikodrama
6. Ladesçi
7. Komşu Köyün Delisi
8. Nokta Nokta Hanımın Hayatı
9. Oyunlar-Tiyatro
10. Bir Yumurtanın Tarihçesi
11. Selam
12. Yağmurda Yangın
13. Küçük Şeyler3- Yaşama Yerleşmek




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Global 500 Türk - İkinci Araştırma

Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...