29 Eyl 2008

İnşaata niş Finlandiyalı Türk’ten


Dedeleri 100 yıl önce Finlandiyaya göçmüş bir Türk, TeliaSonera ile Türkiye’ye gelir. Turkcell’de çalıştığı dönemde boyunca Türkiye’yi yakından tanımaya önem verir. Ardından kendi şirketini kurup inşaat sektörüne girer. Elde ettiği başarılarla yetinmeyen Röstem Hairedin’in hedefi gayrimenkulde bölgesel oyuncu olmak.


RÖPORTAJ: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EYLÜL 2008

34 yaşında bir CEO’nun girişim öyküsü bu... 2001 yılında Turkcell’in yabancı ortağı TeliaSonera’nın Türkiye ve bölge iş geliştirme direktörü iken yaptığı gezilerde, inşaat sektöründe bir boşluk fark eder Röstem Hairedin. Türkiye’nin ardından Rusya ve İngiltere’de telekomünikasyon sektöründe çalışır ve oralarda da inşaat alanındaki gözlemlerini sürdürür. Özellikle sahil şeridinde yaşama dönük evlerin sayısının hayli az oluşu, yatırım alanında bir ışık yakar zihninde. Ve 2005 yılında, 1 milyon avro sermayeyle İstanbul merkezli Novron İnşaat’ı kurmaya karar verir. Yatırımları büyütebilmek için şirketin yüzde 20 hissesini Avrupa’nın en büyük hedge fonlarından 12 milyon dolarlık mal varlığına sahip İngiliz Chenyne New Europe Capital’e devreder.
Böylelikle Finlandiya ve İngiliz ortaklık yapısına sahip uluslararası bir inşaat şirketi olarak, ilk projeler Bodrum Yalıkavak ve Antalya Belek’te hayat bulur. Projelerin ortak özelliğinin tasarımda, kalitede ve konumlarında yarattıkları fark olduğunu söyleyen Novron İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Röstem Hairedin, biten inşaatların yüzde 90’ını Avrupalı üst düzey yöneticiler ve jet sosyetesinin satın aldığını söylüyor. Hatta, Hewlett and Packard’ın kuzey Avrupa CEO’su emekliye ayrıldıktan sonra Bodrum’daki Novron evlerinden birini satın alıp, artık Türkiye’de yaşamaya başlamış.
Novron’un sıradaki projesi ise, Bodrum Yalıkavak’ta “Residence+” konseptiyle, inşa ettiği Ardesco Evleri. Novron  ile Röstem Hairedin, gelen talep doğrultusunda özellikle Türkiye’deki A+ müşteriler için tasarladıkları proje ile Türkiye’de bir ilke imza atıyor. Hairedin, toplam 24 adet tasarlanan Ardesco evlerinin niş bir ürün olduğunu söylüyor. Neden mi? Eğer fiyatları 379 bin avrodan, konfor düzeyine kadar 985 bin avroya kadar çıkabilen bir Novron evi satın alırsanız, bir telefonla, kaptanı ve mürettebatıyla anında emrinize amade bir yat, köpek bakıcısı, bahçıvan, hizmetçiler, dünyanın tüm lezzetleriyle sofranızı donatabilecek aşçılar, masör, makyöz ve özel şoför yanı başınızda yer alıyor. Bunun gibi pek çok özellik daha var sayılabilecek.
Röstem Hairedin, inşaat dışında telekomünikasyon sektöründe de yatırımlarına devam ediyor. Yurtiçi ve yurtdışında birkaç şirkette ortaklıkları bulunuyor. Ataları, 1800’lü yılların sonunda Orta Asya’dan Finlandiya’ya göç eden Hairedin, dördüncü kuşak Finlandiya Türkleri’nden. İşletme eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde almış.Novron Yönetim Kurulu Başkanı Röstem Hairedin’e hem telekomünikasyondan inşaat sektörüne geçişinin öyküsünü, hem de Novron yatırımının detaylarını, gelecek planlarını ve Türk inşaat sektörünün Avrupa’dan görünüşünü sorduk:

Novron, tamamen A+ segmente hitap eden ve pek çok ilki barındıran bir proje. Böyle bir projeyi hayata geçirme fikri nasıl doğdu?
Ben esasen telekomünikasyon sektöründen geliyorum. Türkiye’de iş hayatına 1997 yılında başladım. Turkcell yabancı ortağı TeliaSonera’nın Türkiye ve bu bölgenin iş geliştirme direktörüydüm. Turkcell’in uluslararası icra kurulunda ve yönetimde de görev alıyordum. Bu görevi aktif olarak 5 yıl yaptım. Bu sayede Türkiye ve Türkî Cumhuriyetlerle, Rusya ve bütün bu bölgeyle tanışmış oldum. Avrasya bölgesinde iş yaptığım için şunu fark ettim. Avrupa ile bu bölgeyi kıyasladığınızda, insanların yaşamında ciddi farklar var. İnşaat sektörüne baktığımda ise dizayn ve inşaat kalitesi anlamında bir standardizasyon yoktu. Herkes farklı şeyler yapıyordu. Sonra Türkiye’nin sahillerini de dolaştığımda hepsi kutu gibi evler vardı. Ne izolasyonları, ne de havuzları var. Böyle olunca da ‘Burada farklı bir şey yapmak lazım’ dedim ve niş bir alan aradım.

Aslında Türkiye’deki yatırım ortamını da çok iyi gözlemlemiştiniz bu süreçte değil mi?
Evet. Çünkü bir ülkede dışarıdan gelip de sıfırdan iş yapmak hiç kolay değil. Gelişmekte olan ülkeler her zaman farklı, her şey o kadar kabuğunda değil. Ben bu anlamda bir avantaj elde ettim. Eğitim seviyesinde de fark var. Kaliteli insan bulmak hakikatten çok zor... Bunlar hep zaman alan şeyler.

2005 yılında yatırıma hazır olduğunuzu hissettiniz ve Novron’u kurdunuz. Ardından İngiliz bir ortak aldınız.
Ben Novron’un ana kurucusu ve ana ortağıyım. Yaklaşık 1 milyon avro sermayeyle işe başladık. O dönem büyümeyi gerçekleştirmek için ciddi bir finansmana ihtiyaç vardı. Ben girişimlerimde genelde şirketi kuruyorum. Bir yere getirip finansal ortak alıyorum. O yüzden Novron İnşaat için de Avrupa’nın en büyük hedge fonlarından biri olan Cheyne New  Europe Capital’i yüzde 20 hisse ile ortak aldım. Geri kalan hissenin tamamı bana ait.

 Novron Bodrum Ardesco Villaları

Neyi hedefliyorsunuz bu yatırımla?

Novron’un hedefleri İskandinav dizaynda, Avrupa’nın kaliteli inşaat standartlarında projelerle, yaşama dönük evler yapmak. Ticari değil, fakat rezidans evler yapıp, bölgesel bir oyuncu olmak. Ancak, bölgesel oyuncu olmak büyük oyuncu olmak değil. Büyük şirket olmak istemiyoruz ve milyarca dolar ciro yapmak değil hedefimiz. 2-3 yıl içinde orta ölçekli, karlı ve bölgesel bir oyuncu olmak istiyoruz.

Neden bölgesel bir oyuncu olmaktan yana tercihiniz?

Şirketimizin bölgesel olmasını istememizin nedeni krizler. Mesela bir şirket var. Sadece Gürcistan’a yatırım yaptı ve bugün Gürcistan’ın hali de malum. Bu şirketin bütün yatırımları durdu sonuçta. Bölgesel oyuncu olduğunuzda bir ülkede iyiye gidip, diğerinde daha yavaş ilerleyebilirsiniz. Ortak manzaraya baktığınızda daha istikrarlı olma şansınız var. O yüzden de Novron’da stratejik olarak Türkiye’nin sahillerinde büyümek istiyoruz. Kıyı şeritlerinin dışında İstanbul, Ankara’da da yerler arıyoruz.

Türkiye’nin dışında bölgede hangi ülkelere odaklanacaksınız?

Rusya, Türkî cumhuriyetler ve bazı doğu Avrupa ülkeleri, özellikle girmek istediğimiz pazarlar. Bu yıl içinde Rusya’ya girmiş oluyoruz. Benim zaten önceden de bazı yatırımlarım var orada. O yüzden de oraya girmek çok zor değil. Novron Rusya’yı kurma aşamasındayız. Rusya’da yatırım için seçtiğimiz bölge Orta Rusya... Moskova, St. Petersburg değil. Rusya’nın petrol bölgeleri var. Bizim de hedefimiz bu bölgede, yani Orta Rusya’da 1 milyon nüfusun üstündeki şehirlerde kaliteli konut projeleri yapmak. Bakir bir pazar olduğunu düşünüyoruz. Rusya’nın yanı sıra Kazakistan’a da bakıyoruz. Orada bir kriz vardı. Bu krizin geçmesini bekliyoruz ve doğru zamanı arıyoruz. Hırvatistan’da şirketin ortağının yatırımları var. Novron inşaat olarak onlardan faydalanmayı düşünüyoruz.

Çalışma stratejinizden de bahsedebilir misiniz?

Finlandiya’dan geldiğim için, bizim orada felsefe şu anlamda farklı. Türkiye’de genellikle şirketler büyük oluyorlar. Yüzlerce hatta binlerce kişiyi istihdam ediyorlar. Bizim Novron’da yaklaşımımız şudur: Şirketin esnek olmasını istiyoruz. Az ve öz ama kaliteli insan kaynaklarıyla çalıştırmak istiyoruz. Mesela proje yönetimi bizim için çok önemli. Bu nedenle işi uzmanına bırakıyoruz. Planlama, üretim ve kontrolü elimizde iyi tutabiliyorsak, gerisini zaten taşeronlarla halledebiliyoruz. Bu zaten Avrupa’da herkes tarafından kullanılan bir metottur. Bunun yanında, satış ve pazarlama alanı önemli. Bu alanda pazarın ihtiyaçlarına yönelik bir geribildirim yapması gerekiyor.

Müşteri portföyünüzde ağırlıklı olarak Türkler mi yabancılar mı var?

İşe ilk başladığımızda uluslararası satış ağı kurduk. Moskova, Finlandiya, İngiltere ve Benalux’ta satış ofislerimiz var. İlk projeleri bu kanallarla sattık. Bu yüzden satın alanların yüzde 90’ı yabancı. Alıcılarımız arasında Avrupa’daki üst düzey yöneticiler ağırlıkta. Mesela, Hewlett and Packard’ın kuzey Avrupa CEO’su emekli oldu ve satın alarak Bodrum’a taşındı. Bununla birlikte, Bodrum’da yerel talebin de çok yüksek olduğunu gördüğümüz için Ardesco evleri projesine başladık. Bu evleri Türkiye’deki A+ kesime tasarladık. Ardesco projesinin satışlarına ise yeni başlıyoruz.

Bu projeyle aslında Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyorsunuz değil mi? Projenin içeriğinden biraz bahsedebilir miyiz?
Türkiye’de bilinçli ve eğitimli bir kitle oluşmuş. A+ kesim farklı yaşam alanları, büyük teraslar, büyük camlar istiyor. Sonuçta İstanbul’un yoğun temposundan dışarı çıktığınızda ferahlık istiyorsunuz. Biz yoğun tempoda çalışan insanlara sorunsuz bir yaşam imkânı vermek istiyoruz. Kalite ve dizaynla ilgili rahatlığı hissettirmek istiyoruz. Yirmi dört saat boyunca en üst standartta konforlu bir yaşam için gereken tüm hizmetlerin villa sahiplerinin ayağına gelmesini sağlıyoruz.

Bodrum Yalıkavak ve Belek’teki projelerde satışların ağırlıklı olarak yabancılara yapıldığını söylediniz. Türkiye’de yabancıya mülk satışı konusunda yaşanan tartışmalara nasıl bakıyorsunuz? Siz mevcut sistemde, yabancıya mülk satışında zorlanıyor musunuz?
Türkiye’nin inşaat sektöründe en büyük sorunlarından biri yabancılara mülk satışı konusudur. Burada şunu sormak gerekiyor. Dubai bugün çok önemli bir yatırım çekim merkezi. Çünkü Dubai’de yabancı olarak bir günde ev alabiliyorsunuz. Ama Türkiye’de bir yabancı olarak alamıyorsunuz. Askeri izin süreci var. Çok uzun sürüyor. 3-6 ay hatta da daha da uzun sürebilir. Belli değil. Bu tabii ki çok büyük bir handikap ve Türkiye’yi uluslararası emlak piyasasında çok dezavantajlı duruma getiriyor.

Novron'un Belek'teki projesi

Avrupa’da bu konuda yabancıya bakış nasıl peki?
Bugün bakarsanız hemen hemen bütün ülkeler, yabancı yatırımcı olsun, bireysel olsun, ev almayı teşvik ediyor. Mesela Finlandiya küçük bir ülke... Çırpınıyor yabancılar gelip ev ya da yazlık alsın diye. Ve özellikle de ucuz yazlık değil, daha orta üst, daha lüks seviyede oturanlar istiyorlar çünkü orada oturan yabancılar daha çok para harcıyor. Ülkeye ekonomik katkıda bulunuyor. Bakarsanız İspanya sadece büyük ölçüde bununla ayağa kalktı. Türkiye’de bazen ülke satılıyor deniliyor. Ancak şöyle bir gerçek var. Olağanüstü bir durumda devletin her türlü mala mülke el koyma yetkisi var. O yüzden bu konuda bence bizim de Türkiye’de bu sürecin işlemesini belki de tekrar gözden geçirmemiz lazım.

Ataları, 1800’lü yılların sonunda Orta Asya’dan Finlandiya’ya göç eden Hairedin, dördüncü kuşak Finlandiya Türkleri’nden. Hairedin, Finlandiya’da bin kişilik bir Türk toplumu olduğunu ve orada hala kendi örf ve adetlerini koruduklarını anlatıyor.

Her alanda bu görüşü savunuyor musunuz?
Tabii bu açılım her şey için geçerli değildir bence. Bazı sektörler var ki, kesinlikle elde tutulmalıdır. Devletin elinde tutması gereken bazı stratejik sektörler var. Mesela elektrik. Elektrik sektörü Finlandiya’da da özelleştirildi. Sonra birden fiyatlar artmaya ve tekelleşmeye başladı. Rusya’ya bakıyorsunuz bugün, petrol işletmelerini tekrar devlet yönetimine alıyor. Çünkü stratejik bir konum. Bu serbestleşme bazı sektörlerde çok önemli. Telekom sektörüne bakıyorsunuz, henüz serbestleştirilmedi. Tamam, yabancı ortak alındı ama Türk Telekom’da başka bir oyuncu yok, bu yüzden Avrupa’nın en pahalı internetini ödüyoruz biz.

Önümüzdeki beş yıl için yatırım hedeflerinizi nasıl şekillendirdiniz? Toplamda ne kadarlık bir yatırım öngörüyorsunuz, Türkiye için?

Şu anda Türkiye’deki öngörümüz,12 ay içinde 55 milyon avro civarında bir yatırım yapmak.  İlk hedefimiz 65 milyon avro idi. 10 milyonunu zaten yatırdık. Ekonomik anlamda fırsat kolluyoruz. Geçen 6-7 ay içinde ciddi anlamda arsa araştırmalarımız var ama şirket olarak en ekonomik şekilde almak istiyoruz arsaları. Türkiye’de arsalar ucuz değil. Çok büyük bir pay alıyor toplam maliyetinden de arsa payı. Kıyı şeridi olsun şehirler olsun, ucuz değil.  Karlı olmayan projelere isim yapmak için girmek istemiyoruz.

Peki, şirketi büyüttükten sonra satma ya da yeni bir ortak alma gibi bir planlamanız var mı?
Ben inanıyorum ki önümüzdeki 3-4 yıl içinde her sektörde ciddi konsolidasyonlar olacak. Telekom sektöründe konsolidasyonlar oldu. Küçük küçük şirketler birleşiyor, daha büyük şirketlere dönüşüyor. Bu medya sektöründe de oldu. Bizim açımızdan da aynı durum yaşanabilir. Bugün Dubai’ye bakarsanız 5-10 tane çok büyük şirket var. Önümüzdeki 2-3 yıl içinde Dubai’de büyüme yavaşlayacaktır ve bu şirketlerin çoğu halka arza gidecektir. Halka arza gitmeleri için de, bu şirketlere bir büyüme hikâyesi olması lazım. Halka açılmak isteyen şirketler büyüme hikâyesini Dubai’den alamazlar artık. Novron bölgesel bir oyuncu olmayı başardığında değerimize bu anlamda da artı katmayı düşünüyoruz. Biz de 100-200 milyon kişilik bölgesel bir değere sahip olabiliyorsak, bunun da mutlaka artı bir değeri olacaktır.

Yani Dubaili bir şirkete mi satmayı düşünüyorsunuz Novron’u?
Dubai örneğinde olduğu gibi dünyanın her yerinde halka açılma olan büyük şirketlerin, Novron’u bünyelerine katması olası görünebilir. Şirketleri 10 milyarsa, farklı bir hikayeyi içine alırsa, halka arzında değerini 15 milyara çıkarabilirler. Kendimizi konumlandırmak açısından, hedefimiz bu yönde. Bu halka arz şirketleri Dubaili olabilir, Amerikan ya da başka bir ülkeden olabilir. Ama sonuçta konsolidasyonlar olacak. Türkiye’de de ben inanıyorum ki her şey değişecek. Türkiye’de de inşaat şirketleri konsolidasyona gidecek.

Otomat patronları


Avrupa’da, büyüklü küçüklü 10 bin operatör firmanın işlettiği toplam 3,7 milyon otomat var. Toplam cirolarının 26 milyar avro olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’de ise otomatlar yeni yaygınlaşıyor. Avrupa’da her yüz kişiye bir otomat düşerken bu oran Türkiye’de 5 bin kişiye bir.


HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EYLÜL 20008

METRO istasyonlarında, iş ve eğlence yerlerinde, üniversite kafelerinin köşe başlarında artan yiyecek ve içecek dolaplarının sayısı dikkatinizi çekiyor mu? Özellikle Amerika, Avrupa ve Japonya’da yaygın olarak kullanılan yiyecek ve içecek otomatlarının sayısı, artık ülkemizde de giderek artıyor. Acaba otomatlar,  yavaş yavaş çaycıların yerini alacak gizli rakipleri mi?


Türkiye her ne kadar otomatları kullanmaya başlamakta biraz geç kaldıysa da, aslında teknolojinin bu yeni kahramanlarının geçmişi ta Mısır’a dek uzanıyor. Hatta milattan önce 215 yılına kadar… Vending fikri, Yunan matematikçi ve mucit Hero’nun, Mısır tapınaklarındaki kutsal suyu halka dağıtabilmek için geliştirdiği bir sistem sayesinde hayata geçmiş. İçine atılan 4 drahma sikkesinin ağırlığı kadar kutsal su veren bir makine icat eden dahi mucit Hero, bile bu keşfin yeni teknolojilerin de yardımıyla hayatın her alanına gireceğini ve birçok çılgın fikre ilham kaynağı olacağını  tahmin edebilir miydi acaba?
7’nci yüzyılda Avrupalıların kahve ile tanışması otomatlar için de önemli bir rol oynamış.  Girdiği her ülkede sevilen kahve, 11’nci yüzyılda Çin’e ulaştığında Çinliler jetonla çalışan kahve otomatı üretmiş.  Ardından İngilizler, kahvenin sigarasız içilmeyeceğini düşünmüş olmalılar ki, buna sigara otomatlarını ilave etmişler. Otomat makinesinin ilk patentlerinin alınması ise 17’nci yüzyıla kadar sürmüş. İlk kez İngilizler ve Amerikalılar pul ve sakız otomatlarını tescil ettirmiş.
1937 yılında Coca Cola, ilk kez şişe otomatını piyasaya sürmüş. 1940’larda kahve otomatları, 60’larda teneke kutuda meşrubat otomatları, 70’lerde önü camlı otomatlar derken; 80’lerde elektronik jeton okuyucuları ve 90’larda kablosuz veri transferi ile uzaktan takip edilebilen otomatlar…

Otomat’tan canlı ıstakoz
Bugün ise dünyada kullanılan otomatların hizmet alanı sadece çay, kahve, soğuk içecek ve atıştırmalık gibi masum ürünlerle sınırlı değil. Otomatlar artık her türlü çılgın ürünün satılabildiği teknoloji harikaları… Günümüzde bütün teknoloji harikası ürünlerin olduğu gibi otomatların fikir babası da Japonya...
Japonlar, iç çamaşırı, seks oyuncakları, ipod, şemsiye satılan otomatlardan tutun da, bir demet kokulu çiçek, canlı ıstakoz, canlı ahtapot, taze yumurta bile satın alabileceğiniz ilginç makineler geliştirmiş. Amerikalıların da Japonlardan geri kalır yanı yok hani. Bir jeton karşılığı sıcak yemek mi satın almak istersiniz, yoksa tıbbi olarak kullanılan Hint keneviri- yani marihuana mı? Peki ürün çeşitliliği bu kadar fazlayken, otomatların sayısı ve kullanımları konusundaki sayısal veriler nasıl? Avrupa Otomat Birliği verilerine göre, Japonya’da her 20 kişiye, Amerika’da her 40 kişiye bir otomat düşüyor.  Avrupa’da her 100 kişiden biri  otomat kullanıyor. Avrupa’da, büyüklü küçüklü 10 bin operatör firmanın işlettiği toplam yaklaşık 3.7 milyon otomat var. Bunların toplam cirolarının yaklaşık 26 milyar avro olduğu tahmin ediliyor.

Türkiye için ise bu rakamlar şimdilik oldukça düşük, 5 bin kişiye bir otomat. Yani toplamda 14 bin kadar otomat işletiliyor. Dünyada son derece gelişmiş bir tüketim aracı olan otomatlar ve otomat işletmeciliği, 90’ların başından itibaren Türk girişimcilerin dikkatini çekmeye başlamış. Türkiye Otomat ve İşletmecileri Derneği (OİD) Başkanı Ali Orhan Karagülle, dünyada olduğu gibi Türkiye’de otomat kullanımının ve dolayısıyla yeni sektör oluşumunun,  Coca Cola ve Pepsi’nin marka çalışması amacıyla başladığını söylüyor. Ardından Nestle ve Jacobs’un sıcak içecek konusunda, Ülker’in ise atıştırmalıklarla sektöre katkılarıyla Türkiye’nin, bugün vending-otomat sektörünün Yunanistan ile beraber gelişen ülkelerinden biri haline geldiğini belirtiyor Karagülle. OİD’nin büyüklü küçüklü firmalardan oluşan yaklaşık 20 üyesi bulunuyor. Karagülle, sektörün üç ana kolu olduğunu belirtiyor: otomat ithalatçıları, otomat işletmecileri yani operatörleri ve otomatlara ürün sağlayan tedarikçiler. Karagülle’ye sektörün bugünkü durumunu, sunduğu fırsatları ve Türkiye’de otomat geleneği olup olamayacağını sorduk.
Karagülle, değişen yaşam koşullarının, insanların yiyecek ve içecekte ihtiyaçlarını karşılama biçimlerini de değiştirdiğini belirtiyor. Vending sektörünün bugün dünyada alternatif bir perakende dağıtım kanalı olarak kullanıldığını söyleyen Karagülle, “Türkiye, bu sektörde henüz emekleme noktasında. Sektör çok yeni olduğu için, elimizde net veriler yok ama, otomat operatörü olarak Türkiye’de çalışan büyüklü küçüklü yaklaşık 50 firma olduğunu tahmin ediyorum. Şu anda ülkemizde yıllık 30 milyon avroluk bir operatörlük maliyeti olduğu hesaplanabilir” diyor.

Kolay bir iş değil
Şu andaki sayının çok yetersiz olduğunu, ancak 5 yıl sonra Türkiye’de 100 bin otomatın işletileceğini öngören Karagülle, otomat yatırımının maliyetine de dikkat çekiyor ve şunları söylüyor:
“Bugün büyük içecek makineleri 4 bin avro, küçük makineler ise 2 bin avro civarında.Yani, bu yatırımın bedeli zannedildiği kadar ucuz değil. Ortalama bir makineyi 3500 avrodan hesaplasak ve girişimcilerin en az 10 makine ile işe başladıklarını düşünsek, sadece makineler için 35 bin avroluk bir yatırım gerekiyor.  Yapılan işin karşılığı hemen alınamıyor. Bu konuda kar etmeye başlamak için en az 2 yılın geçmesi gerekiyor. Bu öyle karşıdan göründüğü gibi kolay bir iş değil aslında. Depo alanı oluşturmak, tedarikçi sağlamak, personel yetiştirmek, hepsi ayrı bir maliyet ve uzun bir süreç gerektiriyor. İşe yeni başlamak isteyenlerin pazara iyi bakmaları ve mevcut potansiyeli iyi görmeleri lazım.”
Şu anda otomat yerleşimlerinin İstanbul başta olmak üzere, Ankara ve İzmir’de yoğunlaştığına da değinen Karagülle, Anadolu’ya açılabilmek için çok ciddi bir lojistik desteğe ve geniş bir hizmet ağına sahip olmak gerektiğini vurguluyor. Bunu sağlayamadan yola çıkan firmaların ise yolda kaldığını…
OİD olarak,geçtiğimiz yıl ilk kez Türkiye’de bir otomat fuarı düzenlenmesini sağladıklarını belirten Karagülle, bu yıl Ekim ayında Paris’te bir fuara katılacaklarını, Aralık ayında da Türkiye’de ikinci otomat fuarını düzenleyecekleri bilgisini veriyor.


Büyük plazalara hizmet
Aynı zamanda sektörün büyük oyuncularından biri olan Karman-Vendcafe İçecek ve Yiyecek Otomatları AŞ’nin de sahibi olan Ali Orhan Karagülle, yurtdışında, günlük hayatın hemen her alanında otomatların olduğunu fark etmiş.  Karagülle, işe 1994 yılında otomat makinesi ithalatıyla işe başlamış. İlk otomatlar Sabah gazetesinin Güneşli’deki binasına ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na yerleştirilmiş. Karagülle, daha sonra “Neden bu otomatları kendimiz işletmeyelim?” diyerek otomat operatörlüğüne soyunmuş.  Şu anda şirket bünyesinde otomat ithalatı yapan Karimpeks ve Karman Vendcafe olarak iki çalışma alanı bulunuyor. Çalışma alanlarını şöyle anlatıyor Karagülle: “Şu anda büyük plazalara, kulelere, beyaz ve mavi yakalı çalışanların bulunduğu iş yerlerine hem cihaz, hem de otomat servisi veriyoruz. Karman’da operatör hizmetleri alanında 100 kişi çalışıyor. Yaklaşık 250 firmaya operatörlük hizmeti veriyoruz. 2007 yılından beri 350-400 bin euroluk bir yatırım yaptık. Ağırlıklı satışımız çay ve kahveden oluşuyor. Vendcafe’nin iş ortakları, Coca Cola ve Nestle.”

Şampiyonluktan otomat işletmeciliğine
Sektördeki diğer bir önemli oyuncu da Ray Vending. Türkiye’ye bu otomatları ilk olarak kendisinin getirdiğini söyleyen Ray Vending’in sahibi Cengiz Kavaklıoğlu’nun bu işe girmesinin öyküsü ise hayli ilginç. Kavaklıoğlu, sadece bir girişimci değil, aynı zamanda 100 metrede Balkan şampiyonluğu, 50- 60 ve 100 metrede Türkiye rekorlarına sahip eski bir milli atlet.  Zaten otomatlarla tanışması da yarışlar için gittiği ülkelerde alışveriş yapacak yer ararken olmuş. Kanada’da stadyumda ve kaldığı konaklama yerinde yiyecek içecek almak için büfe yerine otomatlarla karşılaşınca, Kavaklıoğlu’nun girişimci ruhu alevlenmiş.  Kavaklıoğlu, “Ben bunu Türkiye’ye  ilk getiren kişiyim. Büyük otomobil fabrikalarında şahsi girişimlerle küçük çaplı olarak otomatlar vardı.  Ama şirket anlamında, kurumsal anlamda bir vizyonla bu işe biz başladık. Çeşitli yerlerde merkezden kontrollü, teknik servis ağıyla ve bir network ile bunun dağılımını ilk kez biz yaptık” diyor.
‘Geleceği olan bir yeniliği fark etmek bir girişimci güzel bir şey’ diyen Kavaklıoğlu, ilk otomatı 1993 yılında Türkiye’ye getirmiş. İlk otomatın yeri İstanbul’da deniz otobüslerinin iskeleleri olmuş. Ancak başlangıçta, Türkiye’de bol sıfırlı hanelerin yaşandığı dönem olduğu için, bozuk paraların da ağır ve büyük olması Kavaklıoğlu’nun işini epey zorlaştırmış.
‘2004 yılından önce vending işi bizim için ofislere kahve makinesi koymaktan ibaretti. Şirket personeline belli bir tüketim miktarı veriyordu. Biz de bu tüketimi sayıp faturalandırıyorduk. Artık bozuk paraların da işlevsel olmasıyla birlikte açık alanlara, hastanelere, askeriyeye, kamu alanlarına da otomatlar koyuyoruz. Kendisini kurtaracak bir ciro yapabiliyor.’

Çay ocaklarının yerini alacak
2002 yılında Nestle ile anlaşma yapan Ray Vending’in kurucusu Kavaklıoğlu, şu iddiada bulunuyor: “Şu anda 500’ün üstünde büyük otomatımız var. 200 civarında da ofis kahve makinemiz. İstanbul’da 15’e yakın kamyonetimiz var. Her personelimiz günde 40’a yakın otomata bakıyor. Artık A grubu işletmeler otomatların farkına vardı. Plazalar inşa edilirken çay ocakları yerine otomat köşeleri yapılıyor. İddia ediyorum, 2015 yılına kadar Türkiye’deki işlemelerde çay ocaklarının yerini otomatlar alacak.”

Otomat işletmeciliği için gazetelerde her gün çarşaf çarşaf ilanların verildiğine de değinen Kavaklıoğlu, bunun çok maliyetli bir iş olduğunu belirtiyor. “Bugün bir yazılım yaptırıyoruz mesela. Yaklaşık 100 bin avroluk bir yazılım. Bu yazılımla tüm otomatları tek noktadan kontrol edebileceğiz. İş sadece otomatı almakla bitmiyor. Bunun okuyucuları, dedektörler, akıllı kart sistemleri, para üstü veren özel yazılımlar gibi pek çok ayrı maliyeti var. Geniş kapsamlı ve kontrolü güç, yatırımı yüksek bir iştir.”

Türkiye Otomat ve İşletmecileri Derneği (OİD) Üyeleri Firmalar

Karman/Vendcafe, Bravo Otomat, Vendoline, Rayvendingx, Karimpeks, Gustomat, Otomat Çözümleri, Üçel Elektronik, Selecta, ÖDAB , Domino, Zıngır Gıda, Kavrak Dış Ticaret, Ses Gıda, Mavi Nokta.
Otomat Üretici ve Mümessilleri
Karimpeks, Vendoline, Üçel Elektronik, Karman.

İkinci büyüme dalgası 2009 sonunda


En büyük AVM yatırımcısı Multi Turkmall’un CEO’su Eyüboğlu’na göre, 2009 sonlarına doğru herkes yaşanan sıkıntıları unutacak ve yeniden büyümek için gaza basacak. Eyüboğlu’nun bu dönem için perakendecilere tavsiyeleri var.


HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EYLÜL 2008

Turkishtime’ın şubatta yayınladığı “Yatırım 500” araştırmasında 1 milyar 800 milyon YTL’lik yatırımla listeye ilk sıradan giren Multi Turkmall, “Perakende 250” araştırmasında da sektörün önemli aktörlerinden biri olduğunu bir kez daha gösterdi. Hollanda merkezli Multi Corporation’ın Türkiye iştiraki Multi Turkmall, ‘Forum’ isimli alışveriş merkezleriyle Türkiye gayrimenkul sektöründe de lider. Bununla da kalmıyor, yenilikçi yaklaşımları ile perakende sektörüne farklı dinamikler kazandırmayı başarabiliyor.
2006’da İzmir’de,  geçen yıl Mersin’de ve  bu yıl Denizli ve Trabzon’da açılan Forum Alışveriş ve Yaşam Merkezleri’nin yanı sıra Ankara, Aydın, İstanbul, Antalya, Kayseri, Diyarbakır, Nevşehir, Gaziantep, Çanakkale, Çorum gibi Türkiye’nin çeşitli illerinde 4’ü açılmış, 21’i inşa ve geliştirme aşamasında bulunan toplam 25 projesi var. Projelerden 2’si bu yıl, 3’ü de gelecek yıl açılacak. 9 tanesi de inşaat halinde, 10 geliştirilme aşamasında. Projelerin 5 yıl içinde 25 şehre yayılarak, 250 milyon kişinin uğrak yeri olması bekleniyor.
Multi Turkmall CEO’su Levent Eyüboğlu, 2004’ten itibaren perakende sektörünün kazandığı ivme ile birlikte yatırımlarının da sektörle beraber yoğunlaşıp bir anda öne çıktığını belirtiyor.  Gelecek 10 yıl içinde çok amaçlı projeler de dâhil olmak üzere, proje sayısını yaklaşık 40-50’ye çıkarmaya planladıklarını anlatan Eyüboğlu, “Büyük projeler yapmak artık zorlaşıyor. Bu nedenle senelik yatırım miktarı biraz azalacak. Şu ana kadar yaptığımız projelerle birlikte, 10 yıl içinde yapacağımız yatırımların miktarı 10 milyar doları bulur” diyor.
20’den fazla Avrupa ülkesinde faaliyet gösteren Multi Corporation ile yapılan ortaklık sonrasında şirketin Morgan Stanley ile yaptığı geniş çaplı ortalık, Multi Turkmall’ın önünü açmış. Eyüboğlu Multi Corporation’ın şu anda en fazla yatırım yaptığı en fazla büyüyen ülkenin Türkiye olduğunu ifade ediyor: “Türkiye kadar başka büyük bir ülke çıkmazsa, gelecek 10 yılda Multi Corporation’ın en önemli ülkesi Türkiye olacak. Çünkü İtalya’da, Fransa’da kaç tane proje yapabilirsiniz ki? O ülkelerin hepsinin alacağı pay belli. Yüzde 5-7 gibi. Almanya’nın biraz daha fazla olabilir. Ancak, şu anda Türkiye gerçekten Multi Corporation için en önemli ülke ve uzun süre de öyle kalacak. Multi Corporation eğer Rus pazarına girerse o zaman bu ağırlık da  dengelenir. Ama, Rusya dışında hep birinci sırada kalacaktır Türkiye.”

Levent Eyüboğlu, alışveriş merkezi inşaatlarının önümüzdeki 10 içinde doyuma ulaşarak, yerini kent merkezlerinin yeniden yapılandırılması projelerine bırakacağını söylüyor. 

‘Perakendede bir milat yarattık’
Türkiye’ye ve perakende sektörüne getirdikleri en önemli yeniliğin  ‘yaşam merkezi’ denilen projelerin ortaya çıkabilmesi olduğunu vurgulayan Eyüboğlu, “Ortaklıkla birlikte perakendecilerin markalarını ön plana çıkaracak projelere başladık. Bu süreç perakende sektörü için adeta bir milat gibiydi” yorumunu yapıyor.
Eyüboğlu, projelerin geri dönüşünü kısa sürede alabilmek için kaba mimariye sahip, basit binalar tasarlamayı tercih etmediklerini yaklaşık yüzde 30 maliyet farkına karşın aynı zamanda birer yaşam merkezi olabilecek,  cadde mağazacılığının kendine özgü yaşam kültürünü bir çatı altında toplayabilecek bir yaşam alanı yarattıklarını belirtiyor.
Perakendecilerin, Multi Turkmall projelerinden önce hipermarketlerin güdümü altında gerçekleştirilen projelerin parçası olmak zorunda kaldıklarını belirten Eyüboğlu, kent dokusunun bir parçası olan “Forum” merkezlerinin mağazacılığın kendine özgü kültürünü alışveriş merkezlerine taşıyabilme olanağı yarattıklarını söylüyor. Eyüboğlu, “Hem perakendecilere, hem de o şehre verdiğimiz değerden ve projelerin uzun soluklu olmasını istediğimizden dolayı, projelerimiz gerçekten şimdiye kadar görülmemiş kalitede ve güzellikte oldu. Bununla birlikte perakendecilere de büyüme fırsatı tanıdık. Bu son 4 yılda perakende sektörünün büyümesi, metrekare olarak bir 10 yıla bedel” diyor.

Perakendeciliğin geleceği parlak
Türkiye’de modern perakendeciliğin geleceğinin çok parlak olduğuna inanan Multi Turkmall CEO’su Eyüboğlu “2009 sonunda bugün yaşadığımız sıkıntıların hepsini unutulacak” diyor. “Artık dünyada söz sahibi olacak güçte perakendecilerimiz var. Türk perakendecileri eğer kendilerini iyi hazırlar, doğru stratejilerle hareket ederlerse dünya haritasında çok önemli bir paya sahip olabilir. Ama rekabet devam edecek. Yabancı perakendeci gelsin, gelmesin tartışmasının bir anlamı yok. Yabancılar da gelecek, Türkler de yabancı ülkelere gidecek. Rekabet herkes için iyidir” diye konuşan Eyüboğlu, Yurtdışında Multi Corporation bünyesindeki alışveriş merkezlerinde de Türk perakendecilerin mağazalarının olduğunu belirterek “Kapılarımızı sonuna kadar açtık, AVM içinde iyi yerlerde pozisyon almalarını sağlamak için elimizden gelenin en iyisini yaptık” diyor. 
“Perakendeci bizim için olmazsa olmaz. Perakendeci olmazsa bizde olmayız zaten” diyen Eyüboğlu, sektördeki şirketler için tavsiyelerde bulunuyor:  “Sektördeki gelişim sürecinde bazı markalar birleşecek, bazıları diğerlerini satın alacak. Yeni markalar da gelecek. Ancak fizibilitesini iyi yapmayan, sermaye yapısını oluşturmayan şirketler zorlanacak. Ben hep şunu söylüyorum, bizim işimizde dokümantasyon kadar önemli bir şey yok. Bilgilerini dokümante edebilir, izlenebilir hale getiren şirketler çok rahat ortaklar bulabilecekler ve büyüyecekler. Bunu yapamayanlar çok zorlanacak ve belki de küçülecek.”

ABD’de perakende şirketi alınabilir
Multi Turkmall CEO’luk görevinin yanı sıra, 10 yıldan fazla süredir Alışveriş Merkezi ve Perakendeciler Derneği’nde yönetim kurulu üyeliğini de üstlenen Eyüboğlu’nun perakendecilere tavsiyeleri de var. Her şeyden önce pazarı çok iyi seçmek gerektiğinin altını çizen CEO’ya göre, bugün modern perakende pazarının küçüldüğü Fransa’da ya da Almanya’da büyümeye kalkmak çok doğru değil. Oralarda ancak batan veya zorda kalan şirketleri satın alma stratejisi izleyerek gelişmenin daha doğru olacağının kaydeden Eyüboğlu, “Mesela Amerika’da inanılmaz fırsatlar var. Çok çok ucuza, çok iyi perakende şirketleri alınabilir.  Amerika pazarına çok iyi fiyatlara girebilirler” diyor.
Türkiye’de gelişmek isteyen perakendecilerin lojistik ağı oluşturmayı listenin ilk sırasına yazmaları gerektiğini dile getiren Levent Eyüboğlu “Perakendeci bunu iyi organize edemediği için kar marjının yüzde 10’unu sokağa atıyor. İşini bilen perakendeci, bu dönemde bile takır takır işini artırıyor. Normal kirasının üstüne bir de ciro kirası veriyor.”
Eyüboğlu, projelerin zamana yayılması halinde Türkiye pazarının çok büyük olduğunu belirterek  “Bir anda her yerde, bu projeler yapılınca ne gayrimenkulcü ne de perakendeci kazanabiliyor. Tüketicinin de kafası karışıyor” diyor.  Alışveriş merkezlerinin fark yaratabilmek için, insanların hiç görmediği şeyler yaptığını belirten Eyüboğlu “Tüketiciyi kraldan önde yaptılar” dedi.
Doygunluk stratejisi hazır
Eyüboğlu, alışveriş merkezlerin doygunluğa ulaşması ile birlikte nasıl bir strateji izlemeyi planladıklarını soruyoruz.  Firmanın Avrupa’daki uygulamaları örnek alıp şimdiden bazı planlamalar yapmışlar. Alışveriş merkezlerinin yaşam süresi bittiğinde, re-generation projelerine başlayacaklar. Türkiye’de 10 sonra re-generation projeleri ve şehir merkezlerinin yenilenmesiyle ilgili çalışmaların öne çıkacağını düşündüklerini belirterek şunları söylüyor: “Çünkü bizim şehir merkezlerimiz de o kadar güzel değil. Bu da tamamen yaratılan rantla alakalı. Ne kadar çok değer yaratılırsa, o kadar çok yatırım yapılabilir ve şehirler güzelleştirilebilir. 5-10 yıl sonra Türkiye’nin de gayrimenkul değeri bugünden de fazla olacağına göre, değerlendirme projeleri kapsamında bazı mahalleler yıkılacak. Bu çalışmalar, şu anda Avrupa’da yaptığımız gibi yarışmalarla, belediyelerle ortak  ya da direkt davetle yürütülebilir. Örneğin Belfast’ta direkt davet edilmişti şirket. Şehrin merkezi sıfırdan yapıldı bir alışveriş sokağı şeklinde. Aslında Mersin’de yaptığımız gibiydi, ama orada binaları yıkarak yaptık. Mersinde binaları yıkmadan yaptık.”


AVM REKABETİ PERAKENDECİLERİN ÖNÜNÜ AÇTI
Son 4 yıldır Türkiye’de finansman kaynakları bulmanın kolaylaştığını, öncesinde yatırımlar için kaynak bulmakta zorlandıklarını söylüyor Multi Turkmall CEO’su Levent Eyüboğlu. Multi Turkmall, Türk bankalarının sermaye yapılarını güçlendirmeleriyle birlikte, dışarıdan kredi alması ve bu yüzden temiz bir kredi sayfa açmasından yararlanmış. Var olan sermayeyi kullanmak yerine, kredi bulmak kolaylaşınca projeler de hız kazanmış.
Eyüboğlu,  “Biz hızlandıkça rakiplerimiz de doğal olarak hızlandı. Biz belki bu kadar hızlı gitmeseydik, sektör de bizim arkamızdan böyle gitmeyecekti. Biz gaza basınca sektördeki kurumsal rakiplerimiz de gaza bastı. Bireysel yatırımcılar her zaman vardı. Böylece sektörün önü rekabetle birlikte daha da açıldı. Pastadan pay almak isteyenler metrekare sayısını artırdı. Böylelikle perakendecilerin de büyüme şansı arttı” diyor.
Kiracılarla ilgili sorunlara ilişkin sorumuza da yanıt veren Eyüboğlu, şu yorumu yapıyor: “Hiçbir alışveriş merkezi iki yıldan önce gerçek potansiyeline ulaşmaz. Bu defakto’dur, bunu da değiştirmeye çalışmak doğru değil. Bizim için müşteri girişini görmek önemli. Biz her zaman bu müşteri girişini garantileyip, ayrıca kiracılarımızın cirolarının arttığını görmek istiyoruz.  Bunu gördüğümüzde bizde rahatlayıp tamam doğru yoldayız diyoruz. Bu artışı görmezsek bir sorun var demektir. Her ay kiracılardan cirolarını alıyoruz. Forum Bornova’da görüyoruz. Şu an beklentilerin üzerinde. İki seneyi geçti ve her şey düzene oturdu. Forum Bornova’yı artık kimse tutamaz” diyor.


MULTI TURKMALL’IN PROJELERİ
Forum’lar
*Açılışı yapılan: Bornova, Mersin, Çamlık, Trabzon
*2008 yılında açılacak: Ankara, Aydın
*2009 yılında açılacak: İstanbul, Kapadokya, Gaziantep

*TEM, Antalya, Diyarbakır, Bakırköy ve Kayseri projeleri de önümüzdeki 2 yıl içinde hayat bulacak. Türkiye’deki Forum projelerinin sayısı toplam 25’e ulaşacak. Ancak bazı şehirler fizibilite aşamasında olduğu için henüz açıklanmıyor.

Diğer projeler
Multi Turkmall, 2007 yılında yüzde 100 olarak Multi Corporation grubuna katılmadan önce Turkmall adıyla pek çok projeye de imza atmıştı. (Turkmall, 2004 yılında Multi Development ile Multi Turkmall'u kurmuştu) On beş yıldır gayrimenkul sektöründe faaliyet gösteren Turkmall, bu süre boyunca 1 milyon metrekareden fazla alışveriş merkezi geliştirdi. Gaziantep M1,  Adana M1, Konya M1, Kartal M1, Maltepe M1, İstanbul MKM, Ankara Bilkent, Tepe Nautilus gibi projeler bunlardan bazıları...

Kadıköy'den devler ligine


Kadıköy Şifa Sağlık Grubu, 32 yıllık tecrübesini yeni yatırımlarla perçinleyecek. Yıl içinde 200 milyon dolarlık yatırım yapmayı hedefleyen grup, hastane sayısını ikiye katlayıp Anadolu’ya açılmaya hazırlanıyor.
 

HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EYLÜL 2008

Türk ekonomisinde 60’lı yılların sonundan itibaren etkili olan özelleştirme süreci, sağlık yatırımlarının da özel sektöre verilmesinde etkin rol oynamıştı. Buna rağmen, özel hastane yatırımları kısıtlıydı. 90’lı yılların başına kadar kamu ağırlıklı olarak sürdürülen sağlık hizmetleri, özel hastanelerin açılmasıyla beraber farklı bir soluk kazandı. Bu yatırımlardan biri de 1976’da kurulan Kadıköy Şifa Grubu’nun ilk yatırımı ve İstanbul Anadolu yakasındaki ilk özel hastanesi olan Kadıköy Şifa Hastanesi’ydi. Bu ilk yatırımın ardından, ikinci yatırımı yapabilmek için 2003’e kadar bekleyen grup, Mart 2003’te Kadıköy Şifa Polikliniği’ni ve Eylül 2005’te ise Kadıköy Şifa Tıp Merkezi’ni açtı.  Grup bugünlerde önce 20 milyon dolarlık bir yatırımla Ataşehir’de 100 yataklı bir hastane açmaya hazırlanıyor. Hedef ise 1 yıl içinde toplam 200 milyon doları bulacak yatırımla İstanbul dışında da hizmet vermeye başlamak.

Bugün Türkiye’deki özel hastanelerin sayısı 350 civarında ve bu rakam her yıl katlanarak artıyor. 2002 yılından sonra hızlı bir artış gösteren özel hastaneler halen toplam sağlık yatırımlarının yüzde 15’ini karşılıyor. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 2008’in ilk 6 ayında Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından üstlenilen sağlık harcamalarının toplamı 12 milyar 525 milyon YTL’yi buluyor. Bu harcamalardan özel hastanelerin aldığı pay ise 2 milyar 748 milyon YTL ile yüzde 10 seviyelerinde.

1 Temmuz’da uygulamaya konulan genelge ile birlikte özel hastanelere yüzde 30’luk katkı payı verilmesi nedeniyle de karmaşa yaşanıyor. Özel hastanelerin pek çoğu SGK ile olan anlaşmasını iptal etmiş durumda, diğerleri de tedirgin bir bekleme sürecinde. Sektörle ilgili bir geçiş döneminin yaşandığı  bu dönemde,  yatırım kararı alma nedenlerini ve SGK’nın özel hastaneler penceresinden nasıl göründüğünü Kadıköy Şifa Hastanesi Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve Genel Müdürü Buket Pilavcı’ ya sorduk.


Kurulduğu ilk dönemde kadın ve çocuk sağlığı üzerine odaklanan Kadıköy Şifa Hastanesi, yıllar içinde fiziksel olarak büyürken, farklı alanlarda da branşlaşarak ismini duyurdu.  Sürecin  mimarlarından olan Kadıköy Şifa Grubu’nun ikinci kuşak temsilcisi Buket Pilavcı, çok geniş bir alanda hizmet verdiklerini ve grup bünyesinde bulunan 3 hastanenin ‘geleceğin sağlık uygulamaları’ kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Cerrahide her geçen gün yeni gelişmeler yaşandığını, artık hastalara kısa sürede ve daha pratik çözümlerin sunulduğunu belirtiyor.
70’i doktor olmak üzere, 3 hastanede toplam 500 kişilik bir ekiple,  ve ‘hasta sadakati’ne dayanan bir anlayışla yola çıktıklarını belirten Pilavcı,  bu yaklaşımın yeni yatırımların da önünü açtığını dile getiriyor. Pilavcı, bir yıl içinde bitmeyi planladıkları, Ataşehir’deki mevcut cerrahi birimiyle birleşecek olan 100 yataklı bir hastane yapımı için 20 milyon doları bulacak bir yatırım yaptıklarını  belirterek “Yeni yatırımımızda hizmet alanlarımız kadın ve çocuk sağlığı, koruyucu önleyici tıp uygulamalarıyla, laporoskopik cerrahi. Aslında bütünsel olarak baktığınızda birçok alanı barındırıyor. Alt ve üst branşlarıyla devreye aldığınızda  transplantasyon ve kalp cerrahisi dışındaki bütün branşlarda varız” diyor.

Hastane sayısı 6 olacak


Kadıköy Şifa Grubu’nda 10 yıldır hizmet veren, son 6 yıldır yöneticilik görevini üstlenen ve yatırımlara hız kazandıran Genel Müdür Pilavcı’nın dikkat çektiği bir diğer yatırım ise, Kadıköy Şifa Grubu’nun adını sadece İstanbul’da değil, Anadolu’da da duyuracak olan bir proje.
32 yıllık tecrübeyle yapı olarak yeni bir yatırıma çok müsait olduklarına değinen Genel Müdür Pilavcı, “Satın alma ve hazır olan yapılardan yararlanma şeklinde bir yatırım yapmayı planlıyoruz. Ataşehir’deki hastane inşaatı da dahil olmak üzere toplamda 200 milyon dolarlık bir bütçesi olacak bu yatırımla, biri İstanbul’da ve ikisi Anadolu’da olmak üzere 3 hastane daha açacağız. Ataşehir’de süren yatırımımızla birlikte hastane sayımızı altıya çıkaracağız. Şimdi Anadolu bir fırsat olarak görünüyor, ama bizim diğer gruplardan biraz daha farklı hareket ettiğimizi söylemeliyim. Biz bugüne kadar nasıl büyümüşsek, aynı anlayış ve yaklaşımla iş yapmaya devam edeceğiz. Doktor sadakati, hasta sadakati, çalışan sadakatiyle… Yatırım alanı olarak da, bu yönetim modelini de uygulayabileceğimiz en iyi yerleri seçmeye çalışıyoruz” diyor.
Bu yatırımların gerçekleşmesiyle radikal anlamda hızlı bir büyümeyi hedeflediklerini ifade eden Pilavcı, bu yüzden 2 yıl gibi kısa bir zamanda bu projeyi hayata geçireceklerine vurgu yapıyor.
Yatırım alanını belirlerken kendi bölgesinde etkinliği olacak iller arasından seçeceklerini de dile getiren Pilavcı, “Anadolu’da da insanlar iyi hizmeti istiyor ve hak ediyorlar, ama iyi hizmeti hep daha iyisi İstanbul’da diyerek gelmemeliler. Sadece belli konular için gelmeliler. Onun dışında kaliteliyi de kendi şehirlerinde bulmalılar” diyor.


“SGK ile anlaşmak için acele etmeyeceğiz”


Bilindiği gibi 1 Temmuz’da yürürlüğe giren yeni yönetmelik ile birlikte hastaneler faturanın en fazla yüzde 30’u kadar katkı payı talep edebileceği uygulamaya geçildi. Ancak,  özellikle büyük özel hastaneler ‘maliyetleri karşılayamayız’ gerekçesiyle SGK ile olan anlaşmalarını feshetti. Hastanelerin en önemli taleplerinden biri, her kurumun kalitesinin farklı olduğu ve buna göre bir sınıflandırma yapılması ve katkı payının bu doğrultuda düzenlenmesi oldu. 
Grubun hızlı büyüme sürecine girdiği bu dönemde, SGK’daki düzenlemeden nasıl etkilendiğini ve özel hastaneler açısından durumu nasıl algıladıklarını soruyoruz Pilavcı’ya.
“Bizim bakışımızda bu durum bazı fırsatlar yaratıyor. Bakanlığın aldığı karar ve uyguladığı yönetmelikler bazı kısıtlamalar getiriyor. Ama resme büyük açıdan bakmak gerekiyor. Bizim ilk başta anlaşma yapmayışımızın nedeni de buydu. Biz hasta sadakatiyle çalışan bir kurumuz ve kalite-fiyat dengesini koruduğumuzu düşünüyoruz. Büyük hastanelerin önce branş olarak girdikleri, sonrasında da bütünsel olarak imza atmak zorunda kaldıkları SGK anlaşmasında şu risk yaşandı. Ya kalitenizden ve kazancınızdan ödün vereceksiniz ya da hastadan çok para alacaksınız. Bu da hastayı mağdur etti.”
Kadıköy Şifa Grubu’nun hastalarının yıllardır kendilerinden hizmet alan kişilerden oluştuğunu vurgulayan Pilavcı, bunu yitirmemenin tek yolunun hizmet kalitesini ve bağımlılığı yıkmayacak kararlar almak olduğunu ve bu nedenle de SGK ile anlaşma yapma konusunda aceleci davranmayacaklarının altını çiziyor.

Büyük balıklar gibi hareket etmek gerekiyor 


Pilavcı, hastaların özel hastanelere verdikleri bedel karşılığında, ilgi görmek,  sağlık uygulamalarından titizlikle yararlanmak, memnun kalmak istediklerini belirterek, “Belki de bakanlığın biraz gecikmiş olarak yapmaya çalıştığı bu. Çünkü önce kapılar açıldı, kurallar sonradan konmaya çalışıldı ve bu yıpratıcı bir süreç oluşturdu. Benim gördüğüm bakanlığın gittiği yön iyi, ama bazı büyük ayarlar yapma gerekliliği var. Uzun vadede daha esnek olunacağını ve herkesin sektörde yerini bulacağını umuyorum. Bu bir geçiş dönemi. Geçiş döneminde doğru hizmet veren, ayakları üzerinde duran, hani kendi yaptığı işi bilerek yapan gruplar daha büyüyecek. Bu fırsatları daha iyi değerlendirecekler, ama biraz maceracı bir gözle daha hızlı yapılan yatırımlarında uzun vadeli olmayacağına inanıyorum. Çünkü şu anki koşullar ya büyümeyi ya da büyük balık gibi hareket etmeyi gerektiriyor” şeklinde konuşuyor.
Sağlık alanında, sunulan hizmet ve kaliteye göre farklı kategorilerin ve farklı kalitelerin,  maliyette de  fark yaratacağına da vurgu yapan Pilavcı şunları söylüyor:
 “Bizi tercih eden belli bir kitle var. Onların beklentilerini karşılayacak en doğru hizmeti vermek zorundayız. Biz böyle bir duruştayken, aynı hizmeti çok daha düşük  maliyetlerle üreten bir hastaneyle aynı kulvarda olamam. Eğer değerlendirme buna göre yapılırsa, bu bize zarar verir. Bu sistemin henüz hazır olmadığını hissettiğimiz için dışında kalmayı tercih ettik. Ama ilerleyen zamanlarda sistem netleşince biz de  buna dahil olacağız.”

Sınıflandırmanın ölçüsü kalite olmalı

Peki özel hastanelere katkı payı verirken onları sabit bir ücretlendirmeye mahkum etmemek için kategoriler nasıl belirlenmeli? Genel Müdür Pilavcı, Sağlık Bakanlığı’nın çalışmalarına başladığı özel hastanelerin kategorizasyon sürecinin uzun süreceğini, çünkü kriterleri belirlemenin çok iyi bir sorumluluk getirdiğini vurguluyor.  Kriterleri belirlerken hastane büyüklüğü ya da yatak sayısının baz alınmaması gerektiğine de işaret eden Pilavcı, şunlara dikkat çekiyor:  “Hastanedeki yatak sayısı 100’ün üzerinde olacak diye bir kriter olmamalı mesela. 100 yatağın üzerinde siz çok kaliteli de olabilirsiniz, çok kalitesiz de... Burada bence asıl olan hizmet kalitesidir. Büyüklük küçüklükten önce hizmetin kalitesi ön planda olmalı. Biz en çok buna inanıyoruz. Çünkü insanlar büyük hastane değil hizmetin kalitesine göre seçim yaparlar her zaman. Doğru doktor olsun, işini iyi bilsin, iyi hastane olsun, hizmetini iyi yapsın ve bunun karşılığında ‘çok fazla bedel ödemeyeyim’ isterler. O kategorilerin böyle bir takım şeyler nitelikler gözetilerek eğer oluşturulursa bence sektöre en doğru iyilik burada yapılır diye düşünüyorum. Mevcut sistem, kaliteli hizmeti doğru maliyetle sunabilen hastaneleri avantajlı konuma getirmelidir. Ancak bu şekilde faydalı bir sistem haline dönüşür.”

HEDEF HER YIL YÜZDE 15’LİK BÜYÜME

Genel Müdür Buket Pilavcı, Kadıköy Şifa Grubu’nun büyüme planları arasında sağlık turizmiyle ilgili çalışmaların yer alacağını, bunu yürütecek bir ekip hazırlığı içinde oldukları bilgisini veriyor.
2007 yılında 120 bin hastaya ayakta tedavi hizmeti verdiklerini de belirten Pilavcı, her yıl yüzde 15 büyüme hedeflediklerini dile getiriyor.
Kadıköy Şifa Sağlık Grubu’nun diğer özel hastanelerden farkının olduğunun altını çizen Pilavcı, “Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı (EFQM) tarafından geliştirilen Mükemmellik Modeli kapsamında ‘Mükemmellikte Yetkinlik 4 Yıldız’ seviyesine ulaşan ve bu belgeyi almaya hak kazanan Türkiye’nin ilk özel hastanesiyiz. 2005 yılında kurumsal yönetim modeli olarak seçtiğimiz EFQM Mükemmellik Modeli kapsamında Kadıköy Şifa Hastanesi’nin tüm süreçlerinin etkinlik ve verimliliklerini geliştirmeye yönelik çalışmalar gerçekleştirdik, detaylı bir başvuru kitapçığı ile başvuruda bulunduk ve kapsamlı bir değerlendirme sürecinin ardından, bu belgeyi almaya hak kazandık. Bu anlamda bizim farkımız işimize yaklaşımımız” diyor.

Başkentin AVM fabrikatörü


Ankaralı toptancıların derneği Gimat aynı zamanda Ankara’nın en büyük alışveriş merkezi yatırımcısı. Başkan Kesimal’ın gündeminde yabancı yatırımcılar ve yeni projeler var.

HABER: BAHAR ÖZTOP

TURKISHTIME-EYLÜL 2008

ONLAR perakende sektörüne can veren toptancılar... Başkent Ankara’dan Anadolu’nun tüm bölgelerinin gıda ihtiyacına yanıt veriyor, hatta ihracat yapıyorlar. Son bir yıldır isimlerini daha çok Ankamall ile birlikte duyuyoruz. Ankamall, başkentin önemli alışveriş merkezlerinden biri. Ankara’lı toptancıların kurduğu Ankamall’ı bugünlerde yabancı yatırımcılarda yakından takip ediyor. Sadece Ankamall da değil, Ankara’lı toptancılar yapı kooperatifi projeleri de alt alta sıralandığında ortaya holding büyüklüğünde bir yapı çıkıyor.

1975 yılında Ankaralı toptancıların sesi olmak amacıyla kurulan Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Ankara Toptancılar Derneği (Gimat) zaman içinde önemli bir yatırım ortaklığına dönüşmüş. Dernek kurulduğu günden bu yana, üyelere yönelik toplu iş yeri kooperatiflerinin yanı sıra, toplu konut projelerine de imza atıyor. 1986 yılında üyelerin tek başına çözemediği ticari sorunlara yanıt aramak ve kooperatif tarafından kurulan sosyal tesislere sahip çıkmak amacıyla 600 ortakla kurulan ve bugün halka açık bir şirket olarak faaliyet gösteren Gimat Gıda Sanayi AŞ’nin ardından üyelerden birikimleri farklı alanlarda değerlendirme talebi de gelince işler değişmiş.

O dönemde kazanılan parayı değerlendirmek amacıyla farklı bir sektöre de girmeye karar veren ve bu para akışının kendi bünyelerinde kalmasını isteyen Gimat ortaklarının, 1990 yılında Gimat İnşaat AŞ’yi kurmasıyla birlikte yatırımların önü de açılmış. Yapı kooperatifi olarak Çayyolu’nda, 310 konutluk bir yatırım gerçekleştirilmiş. Ve ardından 1993 yılında, Gimat esnafına yeni işyerleri kazandırmak amacıyla 1086 üyeli Yeni Gimat İşyerleri İşletmesi AŞ kurulmuş. İşte bu kararla birlikte, Ankaralıların alışveriş anlayışını değiştiren, kullanılabilir kapalı alan büyüklüğü ile halen Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezi olarak kabul edilen Gimat Center inşa edilmiş. Yani nam-ı diğer Ankamall...

Türkiye gibi pek çok alanda organize olmaktan yoksun bir ülkede dernek üyelerinden oluşan şirketin elde ettiği başarının sırlarını, Gimat Dernek Başkanı Recai Kesimal’a sorduk.

“Gimat bir dünyadır”

Başkan Kesimal, toptan ve perakende kuruyemişçilik işine 80’li yıllarda başlamış, bugüne dek Gimat’ın başarılarının merkezinde yer almış bir isim. Gimat’ın dernek olarak başlayıp, giderek genişlettiği yapılarını “Gimat dünyası” olarak tanımlıyor.

Kesimal, esnafın sorunlarını ilgili platformlara taşımak için kurulan derneğin üyeleriyle, Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezini yapacak bir şirket oluşturduklarını belirterek, “Bugün 2350 üyesi olan Gimat, pek çok ticari ve tüzel kurumu da beraberinde getirdi. Gimat bir dünya aslında. Gimat dünyası, tüm hatlarıyla yaklaşık 3 milyar dolarlık bir yapı. Bu çatı altında, tüm zor koşullara rağmen Türkiye’nin ilklerini gerçekleştirdik. Bu bir başarı öyküsüdür. Gimat dünyası bütün imkansızlıklara, bütün ekonomik krizlere ve zorluklara rağmen her zaman yatırımı düşünen, planlayan, ciddi katma değerler yaratan, ciddi bir yapılanmadır” diyor.

‘Şirketleri bir araya getirsek holding oluruz’


Başkan Kesimal’ın bir dünya olarak tanımladığı Gimat gerçekleştidği projeler ve sürdürdüğü çalışmaları ile de hayli iddialı. Kesimal “Çok büyük sıkıntılara rağmen her zaman yatırımı planladık. Gimat, yatırım yaptığında hem bulunduğu bölgeye çok ciddi bir ekonomik değer katan, hem de kendi bulunduğu noktayı daha değerli kılan bir yapıda. Gimat dünyasını bütünlük içinde düşündüğünüzde ticari anlamda bir holdinge dönüşebilecek, sosyal anlamda da en büyük çatı örgütüne ulaşabilecek bir yapılanmaya sahip. Bugün aslında sadece iki şeyi birleştirmek kalmış. Aslında şirketleri bir araya getirebilsek, bir holding olduk diyebiliriz.”

Kesimal, Yeni Gimat AŞ’nin Ankara’nın Kurumlar Vergisi listesine 21’nci sıradan girdiğini hatırlatarak, “Vergilere konut projelerini dâhil edemiyoruz. Diğer yapıları böldük. Bölmemiş olsaydık, belki de Aselsan’ın hemen altında Ankara’nın en büyük vergi rekortmenlerinden biri olurduk” diyor.

Yatırdıklarını 1 yılda geri alacaklar

Ankara’da perakende sektörünün çehresini değiştiren Gimat Center, yatırımına nasıl karar verdiklerini ve hangi aşamalardan geçtiklerini soruyoruz Başkan Kesimal’a...’O kadar çok inandık ve işimize o kadar dürüstçe sarıldık ki, bize bütün kapılar açıldı’ yorumunu yapıyor ve süreci şöyle anlatıyor: “Yeni Gimat AŞ olarak, bin 65 kişinin katılımıyla Et ve Balık Kurumu’nun sahip olduğu 100 bin 725 metrekarelik arsayı yaklaşık 30 milyon dolar karşılığında arsayı satın aldık. O dönemde bu arsayı satın alabilmek için Carrefour ile yarıştık. Böylece Gimat Center’ı inşa ettik. İkinci yapıyı ise, ortaklardan 5 kuruş para almadan, bankalardan aldığımız 30 milyon dolarlık krediyle gerçekleştirdik. 2’nci aşama alışveriş merkezinde Gimat Center'da yer almayan mağazalar, bir yapı marketi ve otel bloku yer alıyor. Sonuçta alışveriş merkezi Gimat Center ile yeni tamamlanan 2’nci aşama alışveriş merkezi, yapı marketi ve otel inşaatı, toplam Ankamall’ı oluşturuyor. 23 ayda tamamlandı. İlk yapıyı kat karşılığı, yüzde 31’ini Koç Holding’e verdik. Bu büyük bir başarıdır. İlk yapıdaki yönetimin tamamını da Koç Holding üstleniyor. Bugüne kadar her bir üyemiz ödediği parayı -21 bin doları- nema olarak geri aldı. Otelin tefrişi de yaklaşık 60 milyon dolarlık bir yatırımla gerçekleşti. Yıllık 38-40 milyon dolarlık geliri var. Bu yatırımlarla ne kadar hızlı ve kararlı olduğumuzu gösterdik. ”

Kesimal, Ankamall’ı oluşturan yapının borcunun 1.5 yıl içinde biteceğini ve bu borç bittikten sonra bir üyenin ilk girişte ödediği 21 bin dolardan, 1 yıllık 20 ila 22 bin dolar arası gelir sağlayacağını belirtiyor.


Kiracı da müşteri de memnun
Kesimal, yatırım konusunda her şeyin yolunda gitmesini bakın hangi nedenlere bağlıyor: “Yani bir gayrimenkul yatırımı yapıyorsunuz ve bir yılda paranızı çıkarıyorsunuz. Dünyanın hiçbir yerinde bu yaşanmaz. Bu bizim özel gayretlerimizle hayat buluyor Eğer bir işin menşeinde doğruluk varsa, onurunuz ve şerefinizle bu millete hizmet etmek adına girişim yapıyorsanız, başarıya ulaşıyorsunuz. Bütün kapılar sonuna kadar açılıyor.”





           
Ankamall yatırımından yıllık gelirin yaklaşık 40 milyon dolar olduğu bilgisini veren Kesimal, “Biz de esnaf olduğumuz için hem müşteri, hem mal sahibi, hem de kiracı psikolojisini çok iyi biliyoruz. Bu yüzden sürdürebilir kiralar uyguluyoruz. Bu yatırım özel kesimin elinde olsaydı, gelir yıllık 60 milyon dolarlara kadar çıkardı. Kiracılarımız hayatından memnun. Hem bizde hem de başka AVM’lerde dükkânı olan kiracımız, diğer AVM’deki giderini buradan kazandığıyla dengelediğini söylüyor. Gelen müşteri de memnun. Siz kirayı makul tuttuğunuzda, o da sattığı ürünün fiyatını makul tutuyor. Böylece müşteri de memnun oluyor” şeklinde konuşuyor.

Yabancı yatırımcıyla görüşüyoruz

Son günlerde AVM’lerde elde değiştirme süreçleri yaşandığını hatırlatan Recai Kesimal, üyelerden gelen talepler doğrultusunda Ankamall için de görüşmelere başladıkları belirtiyor. Başkan Kesimal, “Yabancılardan da çok ciddi talepler geliyor. Hollanda, Avusturya, Körfez ülkelerinden çeşitli fonlar yönetenlerin talepleri oluyor. Özellikle son zamanlarda Körfez ülkelerinde dolar artışı ile ciddi sıcak para oluştuğundan, gelişmekte olan ülkelerde yatırım yapmak istiyorlar. Çok iyi fiyat teklifleri var. Bu yatırımı satmaktan korkmuyoruz. Çünkü biz her dönemde yeni yatırımlar planlayacak bir yapıyız. Karı realize etmek gibi bir düşüncemiz var” diyor.

Ankamall’ın pek çok şehri buluşturan bir kavşakta yer aldığını anımsatan Kesimal, “Değil Ankara’da, Türkiye’de böyle bir yapı yok. Günlük 40 bin kişiyi taşıyabilen metro ayağı içimizde yer alıyor. Her iki yapımıza da baktığınızda Ankara’nın demiyorum, burası Türkiye’nin alışverişinin başkenti.”

‘Gimat sitesi Türkiye’de örnek’

Gelelim Gimat Gıda ve İhtiyaç Malzemeleri Toptancıları Sitesi’ne. 210 bin metrekare alan üzerine kurulan ve toplam 10 bin kişiyi istihdam eden site, 1000 işyerinden oluşuyor. Yapıldığı dönemde Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun en büyük gıda ve alışveriş sitesi olduğunu, bugün yarattığı istihdam ve katma değerle Türkiye için örnek bir site olduğunu söylüyor Başkan Kesimal. Sitenin günlük ticari hacmi ise, yaklaşık 30 milyon dolarlık bir boyuta sahip.

Bu sitenin çatısı Gimat Gıda AŞ ise, toplam 600 üyesi olan ve kira gelirleriyle yaşayan tüzel bir kuruluş. Bu çatı örgütün destekleriyle kurulan yapı kooperatifleriyle üyeler için ticari yapılar ve konut ihtiyaçları için sürekli olarak yatırımlar yapılıyor.

Kesimal, son olarak İstanbul yolu üzerindeki Saray’da önümüzdeki yıllarda faaliyete geçecek olan bir proje başlattıkları, 3 bin metrekareden oluşan toplam 136 birimlik yeni bir ticaret sahasını oluşturmayı planladıklarını aktarıyor. İnşaatın bir bölümü tamamlanmış ve faaliyete geçmiş bile.


SORUNLAR DA BÜYÜK

Peki, yatırımlarına kesintisiz devam eden ve iş hacmiyle Türkiye’ye örnek olan Gimat’ın hiç sorunu yok mu? Gimat Başkanı Recai Kesimal, bu sorumuzla birlikte başlıyor sorunları sıralamaya...

Kesimal, bir türlü çıkarılamayan hipermarket yasası nedeniyle Gimat’ın oksijeni olan kasap, manav ve bakkal esnafının yok olma noktasına geldiğini, bu nedenle Gimat’ın da ciddi bir kan kaybı yaşadığını belirtiyor ve bir çağrıda bulunuyor:

“Hangi güçtür, kimdir bunun hayata geçmesini engelleyen, anlamakta güçlük çekiyoruz. Israrla hem Gimat üst düzey yöneticisi olarak, hem de bir Gimat esnafı olarak bu yasa tasarısının bir an önce raftan indirilip mecliste tartışılarak yasalaşmasını talep ediyoruz.”

Bir diğer sorunsa, 5179 sayılı gıda güvenliği yasasının getirdiği zorunluluklar. Kesimal, yasanın hazırlanması sırasında kendisinin de fiilen görev aldığını belirterek, şunları vurguluyor: “Avrupa’nın her istediğini doğru olarak yapmayı istiyorsunuz ama yapamıyorsunuz. Bunun nedenleri çok açık. Coğrafi, ekonomik, sosyal yapınız buna müsaade etmeyebilir. İçinde daha birçok şeyi barındırabilir. Avrupa’dan ne alırsak burada doğrudan uygulayalım noktasını çok da uygun bulmuyorum ben. Mesela, 5179’u hayata geçirirken gerekli en temel düzenlemelerden biri elektrik. Ama bunu gerçekleştirmek için en sıradan esnafın bile en az 25 milyar lira para harcaması gerekiyor. İşte bu yanlış bir dayatma. Onların istediğinin yanlış olduğunu savunmuyorum, insanca yaşamanın gereğidir bunlar ama altyapıyı oluşturmadan dayatma halinde olmaz”

127 milyon lira cirolu devlet hastanesi


Özel hastanelerin cirolarını aşan ‘döner sermaye’ sandıkları kamu hastanelerini ihya ediyor. Hükümetin uyguladığı sağlıkta dönüşüm programı, hastanelerin döner sermayelerini özel hastanelerle rekabet edebilir koşullara taşıyor.

HABER: BAHAR ÖZTOP
TURKISHTIME-EYLÜL 2008


Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı sosyal güvenlik reformu, döner sermaye ile işletilen kamu hastanelerinin elini de güçlendirdi.  Hastane döner sermaye sisteminde yapılan düzenlemeler; bina ve cihaz kiralama, hizmet satın alımı, performansa dayalı ek ödeme gibi uygulamalarla kamu hastanelerinin verimliliğini her geçen gün artırıyor. Getirilen yeni düzenlemeler muayene ve tetkik imkânları arttırarak, bekleme sürelerinin kısaltılmasını, aynı zamanda memur, emekli, dul ve yetimlerin özel sağlık kuruluşlarından hizmet alabilmesinin yolunun da açılmasını amaçlıyor. Böylece vatandaşlara özel sağlık kuruluşlarının imkânlarından kamu fiyatlarıyla yararlanabilme kolaylığı da sağlanacak. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın dile getirdiği artık “kamu ve özel sağlık kuruluşları arasında hizmet yarışı da başlatılmış” oluyor.
Sağlık Bakanlığı’nın performansa dayalı ek ödeme, kurumsal performans ölçümü, hasta ve çalışan güvenliği, kalite ve akreditasyon, klinik gösterge geliştirme ve benzeri alanlara odaklanan Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı’nın çalışmaları da döner sermaye hastanelerinin işletme ve bütçe sistemine önemli  katkı sağlıyor.
2007-2009 yılları için yaklaşık 7 milyar 392 milyon YTL pay alan Sağlık Bakanlığı, döner sermayeli kuruluşlara 5,5 milyar YTL yatırıyor. 2007 yılı haziran ayı itibariyle Sağlık Bakanlığı döner sermayeli kuruluşlarında çalışan memur sayısı 4.073, 20 bin 953 sözleşmeli personel, 515 geçici işçi olmak üzere, 25 bin 541 personel bulunuyor. 2007 yılı itibariyle bakanlığa bağlı döner sermayeli kurum ve kuruluş sayısı ise 913.
Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan döner sermayeli hastaneler gelir gider tablosuna göre, üniversite, eğitim ve araştırma hastaneleri 100 milyonları aşan bütçeleriyle, özel hastanelere ciddi rakip. Listedeki 882 döner sermayeli hastanenin toplam 2007 yılı toplam geliri 9 milyar 661 milyon 647 bin 267 YTL, toplam gideri ise 8 milyar 52 milyon 70 bin 568 YTL. Karlılık oranı ise yaklaşık yüzde 17.
Listenin ilk sırasında 127 milyon 610 bin YTL gelir ve 123 milyon 416 bin YTL’lik giderle Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi başı çekiyor. Karlılık oranı en yüksek döner sermayeli hastane ise, yüzde 45 ile İstanbul Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi.
Döner sermayeli hastanelerin, özel hastanelerle rekabet edebilir hale getiren etmenleri, SGK sisteminin ardından yönetimde ve uygulamada yaşanan değişikliklerden nasıl etkilendiklerini Ankara Numune Eğitim ve Araştırması Hastanesi Başhekimi Mahmut Koç ve İstanbul Kartal Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Yusuf Özertürk, Turkishtime okuyucuları için anlattı.

“Rekabete hazırız”
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Türkiye’nin en köklü ve en bilinir hastanelerinden biri. 1200 fiili yatağı bulunan hastanede, 30 dalda hizmet, 25 dalda eğitim veriliyor. Merkezde 114, acilde 9, Kolej'de 11, Siteler' de 12, Akyurt'ta 12 poliklinik odası bulunan Ankara Numune, döner sermayeli işletmeler arasında en çok gelire sahip hastane. 1881 yılından beri Sıhhiye’de hizmet veren Numune Hastanesi, Bakanlığın gerçekleştirdiği projeyle çok yakın bir zamanda Etlik’e taşınacak.
Başhekim Doç. Dr. Mahmut Koç, şu anda fiziki koşulların yetersiz olduğuna vurgu yaparak,  hastane binası Etlik’e taşındığında daha iddialı olacaklarını söylüyor:
Koç “Personel sayımız yeterli. Fiziki kapasitemiz de yeterli olsa, gelirimiz en az 15-20 milyon YTL daha yukarı çıkar diye düşünüyorum. Numune, işletme anlayışı olan bir yere dönüşür. Biz en iyi özel hastaneyle bile rekabet etmeye hazırız. Hele benim yeni hastane binam yapılsın, ben iyiyim diyen özel hastane ile rekabet edebiliriz” diyor.
Peki, döner sermaye sistemi ile 2007 yılında 127 milyon 610 bin YTL gelir elde eden ve büyük çapta özel bir hastanenin bütçesiyle yarışan Ankara Numune nasıl işletiliyor? Başhekim Koç’un yönetime ilişkin bir önerisi var:  “Yani özetle hastaneyi doktorlar yönetiyor. Biz de doktorların yönetmesi gerektiğini düşünüyoruz hastaneleri. Ancak, eğitim ve araştırma hastanelerinin mali kısmının sorumluluğu doktorlardan alınabilir. Ben şimdi her şeyin sorumlusuyum, ama ihaleleri bir başkası üstlenebilir. Ancak bunun planlamasının mutlaka bir hekim tarafından yapılması gerekir. Çünkü hekim olmayan bir yöneticinin büyük çaplı hastanelerde planlama ve programlamayı doğru yapabileceğini düşünmüyorum” diyor.
Hastanede hukuki sorunları, özel bir avukatla değil, bakanlıktan  alınan görüşlerle çözülüyor. Başhekim Koç, yönetim kadrosunun dışında, hastanedeki tüm değişimleri A’dan Z’ye kontrol eden entegre bilgi yönetim sistemine de sahip olduklarını anlatıyor. Bu sayede Van’dan Yozgat’a kadar teknik yetersizliği olan hastanelere-MR raporlaması gibi- teknik destekleri de aynı gün içinde verilebildiğini söylüyor Koç.
Başhekim, SGK’daki yeni uygulamalar ve düzenlemeler döner sermayeleri nasıl etkilediğini ise şöyle anlatıyor: “Artık hastalar doktora daha rahat ulaşabiliyor.  Şu anda tek sorun eski hastanelerin fiziki yetersizlikleri. Onları da hastane kampüsleriyle çözecekler. Ankara’da iki merkez yapılıyor. Bir tanesi Bilkent Üniversitesi’nin bulunduğu yerde Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin çevresinde, bir diğeri de Etlik’te inşa ediliyor. Bu binalar yapıldıktan sonra insanlara tek yataklı odalarda daha çağdaş hizmetler verilebilecek. Tabii ki maddi sıkıntılar oluyor. Yani bu maddi sıkıntılar, son 5-6 yıldır çok ciddi boyutlara varmıyor. Her şeyi en iyi şekilde yapıyoruz. Malzemeyi en kalitelisinden almaya çalışıyoruz.”

Sonuç uzun vadede alınacak
Sağlık alanındaki gelişmeler hakkındaki düşüncelerini de anlatıyor Başhekim Koç: “Sağlık alanında Türkiye’de hakikaten çok ciddi bir değişim süreci yaşıyoruz. Genel olarak bunu çok başarılı buluyoruz. Biz de uç noktada yönetim zincirinin bir halkasıyız. Biz bu dönüşüme kalben inanıyoruz. Son 2 dönemdir çok ciddi kararlar alındı ve değişiklikler uygulandı. Tabii bu değişikliklerin sonuçları uzun vadede ortaya çıkar. SGK sayesinde sağlık hizmetini verenle, hizmetin ücretini ödeyen kurum ayrı olacak. Daha önce böyle değildi. Ödemeler de Sağlık Bakanlığı’ndaydı ve bazı şeyler tekelleşmişti.  Şimdi SGK bizi denetleyen bir noktada. İnsanlarımıza  ulaşan sağlık hizmetleri daha fazla olacaktır. Bu sayede ciddi bir denetim gelecektir.”
Eskiden en basit konularda bile izin almak zorunda olduklarını da belirten Başhekim Koç, şimdi yetki limitlerinin çok daha fazla artırıldığını ve bu sayede hastaya daha modern, daha çağdaş, zamanında iyi hizmet verebilmenin yolunun açıldığını vurguluyor.  Bu dönemdeki değişikliklerin başında gelen performans uygulamasının da gelişime büyük katkı sağladığını ifade eden Başhekim Koç,  “Bundan memnun olmamak mümkün değil. Daha önce çalışanların eline çok az maaş geçiyordu. 3 aydan 3 aya az miktarda şefler 1800 YTL, ebe hemşireler 300-400 YTL döner sermayeden alıyordu. Şimdi bunlar ortalama uzmanlar 2.500 YTL  alıyor, 6.000 YTL alan da var” diyor.
Performansa göre değerlendirme kapsamında doktorların birtakım yanlış ya da gereksiz ameliyatlar yaptığına dair çıkan haberleri de soruyoruz Koç’a: “İnsan faktörü olan yerde hangi meslekten olursa olsun normalin dışında bir şeyler yapılması mümkün.  Ancak, bunu denetlemenin yolu var. İncelemelerle bunları sıfıra indirmiş değiliz, ama minimum hale getirdik” diyor. 

MUSTAFA KOÇ
Ankara Numune Eğitim ve Araştırması Hastanesi Başhekimi
"Personel sayımız yeterli. Fiziki kapasitemiz de yeterli olsa, gelirimiz en az 15-20 milyon YTL daha yukarı çıkar diye düşünüyorum. Numune, işletme anlayışı olan bir yere dönüşür. Biz en iyi özel hastaneyle bile rekabet etmeye hazırız. Hele benim yeni hastane binam yapılsın, ben iyiyim diyen özel hastane ile rekabet edebiliriz."

“Sağlıkta Türkiye’nin kurtuluşu”
Sistemin  en iyi yanının çalışanların verimliliğini arttırması olduğuna vurgu yapan Koç, eskiden ameliyatların öğleden sonra saat 14.00’de bittiğini, artık performansla beraber çalışma saatlerinin ve dolayısıyla yapılan ameliyatların da arttığının altını çiziyor.
“Bu sistemin karşısında olanlar anlamsız bir çıkış yapıyor. Ben genel cerrahide klinik şefliği yaparken, çok bilirim listede ameliyat olacak hastamız varken ve saat henüz 13.00 iken ameliyathaneler kapanıyordu yavaş yavaş. Anestezi uzmanı, “Bu kadar ameliyat yeter” diyebiliyordu. Böyle bir gelenek oluşmuştu. Nasılsa maaş sabitti. İlave bir şey yoktu. O yüzden ha 8, ha 10 ameliyat yapmış, onun için fark etmiyordu. Performans çıkınca anestezi uzmanları ameliyatı fazla olan hekimle çalışmaya gönüllü oldu.”
“Bu sistem sağlık açısından Türkiye’nin kurtuluşudur” diyen Koç,  böylelikle hem hastanın daha iyi hizmet alacağını, hem de denetimlerin daha sıkı olacağını söylüyor.

“Saygınlığımızın artması şart”
Ve gelelim hekimlere uygulanan ‘ya özel, ya kamu’ tercih zorunluluğuna...
Başhekim Mahmut Koç, ‘Bu uygulamanın doğruluğuna yürekten inanıyorum’ diyor ve ekliyor: “21’nci yüzyıla girdiğimizde hekimle hasta arasındaki parayı çıkaracaksınız. Performans, hekimle hasta arasındaki para değildir. Ben çalıştığım kurumdan alıyorum o parayı. Artık hekimle hasta arasındaki ilişki farklı... Zaten muayenehaneyi istiyorsan, buyur dışarıda yap. Ama neden Numune Hastanesi’nin ismini kullansınlar ki? Kendi mesleki bilgisine becerisine çok inanıyorsa bir muayenehanesini açıp istediği kadar kazansın. Ancak istemiyorsa mesleğini kuruma daha çok adasın. Özel muayenehanesine gidebilmek için gözü saatte olmasın. Performansını burada göstersin. Numune de 500 kişiden, iki kişi ya istifa eder ya etmez. Bu da gösteriyor ki hastane bağlantısı gerekiyor özel muayenehane için. O zaman bu yüzyılda artık bunun değişmesi lazım. Vatandaşın gözünde saygımızın artması için de hekimle hasta arasındaki paranın çıkması lazım.”

En karlı devlet hastanesi
2007 yılında Türkiye’de gelir gider oranı en iyi olan hastane ise 3’ncü basamak eğitim, araştırma, teşhis, tedavi ve rehabilitasyon hizmeti veren Kartal Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi. Toplam geliri yaklaşık 97 milyon, gideri ise 52,3 milyon YTL olan döner sermayeli hastanenin karlılık oranı yüzde 46.
Başhekim Prof. Dr. Yusuf Özertürk, “Prensibimiz; mazeret üreten değil, hizmet üreten bir yönetim anlayışı” diyen Başhekim Özertürk, hastanenin ayrıca toplam kalite yönetimi kriterlerine göre profesyonel bir yönetim anlayışı ile yönetildiğini söylüyor.
PROF. DR. YUSUF ÖZERTÜRK
İstanbul Kartal Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi
"İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün de desteğiyle yeni bir ana bina yapacağız. 2009 yılında projesini bitirip inşaat temeli atmayı planlıyoruz. Ayrıca geçtiğimiz aylarda hizmete giren Yanık ve Yara Tedavi Merkezi Gata’dan sonra Türkiye’nin ikinci merkezi kendi alanında."
 
2007 yılında Kartal Lütfi Kırdar Hastanesi’ne 1 milyon 129 bin 879 hasta başvurmuş.  2008 yılının ilk yedi ayında ise ayakta tedavi edilen hasta sayısı 772 bin 354. Bu süre içerisinde yatarak tedavi gören hasta sayısı ise 24 bin 256.
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin ülkemizin en büyük kamu hastanelerinden biri olduğuna vurgu yapan Başhekim, “Dolayısıyla ticari bir kuruluş gibi düşünülmemelidir. Halkımıza sağlık hizmeti sunuyoruz. Bu nedenle organ nakli birimi, hemodiyaliz merkezi ve yanık ve yara tedavi merkezi gibi özel hastanelerin yapmak istemediği ya da yapamayacağı sağlık hizmetlerini halkımıza en kaliteli şekilde sunuyoruz. Verdiğimiz genel sağlık hizmetleri yanında özel sağlık hizmetlerini bir bütün olarak düşündüğümüzde hastanemizin en fazla gider kalemleri ilaç, tıbbi malzeme ve laboratuar giderleridir.”

Motivasyona katkı sağladı
Yeni uygulamalar çalışanları ve döner sermaye sistemini nasıl etkilediğini soruyoruz Prof. Özertürk’e. Sağlıkta dönüşüm projesinden önce hekimler ve sağlık çalışanlarının son derece düşük maaşlarla çalıştığını ve nadiren komik olarak ifade edebilecek döner sermaye adı verilen bir ek ödeme aldıklarını da söyleyen Başhekim, şunlara vurgu yapıyor:
“Sağlıkta dönüşüm projesi hayata geçtikten sonra başhekimlerin önü açıldı. Yapamamanın mazereti ortadan kalktı.  Mevzuatta yapılan çok önemli değişiklikler ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına performansa dayalı ek ödeme sistemi hayata geçirildi. Bu ek ödeme sistemi hekimler ve sağlık çalışanlarının motivasyonuna olağanüstü bir katkı sağladı. Ameliyatların sayısı hızla arttı, poliklinik hasta sayıları yine aynı şekilde hızla arttı. Artık biliyoruz ki kanunlar, yönetmelikler kısacası başhekimlik mazeret üretme yeri değil.”
Hekimlerin özel sektörü tercih edip etmediğini de soruyoruz Prof. Dr. Yusuf Özertürk’e. “Benim hastanem eğitim ve araştırma hastanesi. Biz uzman doktor yetiştirmekteyiz. Dolayısıyla benim hastanemde sadece maddi tatmin denilen şey söz konusu olamaz. Eğitim personeli olmanın ve bir uzman doktor eğitiminde rol almanın vereceği manevi haz hiçbir maddi karşılıkla ölçülemez.
Hekimlerde usta-çırak ilişkisi ömürlerinin sonuna kadar devam eder. Bizde yetişen bir uzman doktor her zaman kendisinin eğitiminde katkısı olan tüm hocalarına, klinik şeflerine, klinik şef yardımcılarına ve başasistanlarına saygı ve minnettarlık duyar. Bu nedenle benim hastanemden özel hastanelere personel kaçışı olmadı. “

Yeni yatırım planları

Hastanenin master planı kapsamında yeni yatırımların da yapılacağına belirtiyor Başhekim Özertürk: “Bu plana göre İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün de desteğiyle yeni bir ana bina yapacağız. 2009 yılında projesini bitirip inşaat temeli atmayı planlıyoruz” diyor. Ayrıca geçtiğimiz aylarda hizmete giren Yanık ve Yara Tedavi Merkezi’nin Gata’dan sonra Türkiye’nin ilk merkezi olduğunu kaydeden Özertürk, “Biz ülkemizin en önde gelen hastanesinin sağlık çalışanları olarak her zaman kararlılıkla halkımızın ihtiyaç duyduğu sağlık alanındaki yenilikleri yapmaya devam edeceğiz” diyor. Hastane içinde her tür büyüklükteki helikopterin kullanabileceği bir pist bile inşa edilmiş.


Sağlık Bakanlığı Döner Sermayeli İşletmelerde 2007 yılı itibariyle en büyük 10 kurum
Sıra HASTANE ADI FİİLİ YATAK SAYISI 2007 YILI GELİR 2007 YILI GİDER KAR
1 Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi 530 104.099.669,00 79.664.090 24.435.579,00
2 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.580 127.610.336 123.416.351 4.193.985,00
3 Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araş. Hast. 795 94.673.601 77.933.420 16.740.181,00
4 İstanbul Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araş. Hast. 750 96.968.650 52.385.914 44.582.736,00
5 İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 750 88.103.554 73.166.531 14.937.023,00
6 İstanbul Ok Meydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.030 94.053.256 71.272.989 22.780.267,00
7 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi 530 90.361.842 57.684.934 32.676.908,00
8 İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.100 118.387.367 103.253.483 15.133.884,00
9 İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.000 97.885.499 81.792.023 16.093.476,00
10 Kayseri Dr. Vedat Ali Özkan Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.045 97.091.611 83.483.093 13.608.518,00

TOPLAM 9.110 1.009.335.386 804.032.828 205.302.558,00

Global 500 Türk - İkinci Araştırma

Küresel şirketler, rekabetçi baskılar karşısında esnek olabilecek yöneticilere, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu da Türk yönetic...